Ümmet coğrafyası diyebileceğimiz coğrafyada süren çatışmalar ve bu çatışmalarda yaşanan dram,acı ve gözyaşları bizi insan olarak derinden etkilemektedir.

Ramazan ayının bereketini ve dünyamıza  getireceği huzur ve sükunet beklerken, coğrafyamız sömürgeci odaklar tarafından kan gölü haline getirilmektedir.

Emperyalist  güçler, sınırlarını cetvelle çizdikleri devletciklere emanet ettikleri “Kukla Yöneticiler” marifetiyle, halklardan yükselen özgürlük taleplerini en acımasız yöntemler  ve insanlık suçu işleyerek bastırmaya çalışmaktadır.

Bu uygulamalar batı dünyasının yöneticileri tarafından görmezden gelinmekte, mevcut rejimleri koruyacak formüller ve yeni aktörler aranmaktadır.

Libya, Mısır, Suriye ve Irak’da yaşananlar ortadadır.

Kurulduğu günden beri insan öldüren  “Katil İsrail Yönetimi de” unutulmamalıdır.

Bu “Katil Devlete” dur demedikleri gibi, bütün cinayetlerine “Savunma hakkı” demektedirler.

Yıllardır  “Sömürgecilerin uyguladığı iki yüzlü politikalara “ ayarlı dış politikamız , hariciye mensuplarımız, köşe yazarları ve akademisyenlerimiz de bu durumu anlayışla karşılamamızı bize öğütlemektedirler.

Bu tavrı  “Cumhurbaşkanı Adayımız İhsanoğlu’nda” ve Kılıçdaroğlu’nda da gördük.

İhsanoğlu’unun  Suriye ve Filistin meselesinde “Taraf olmamızın”doğru olmadığı ,“TarafsızKalmamız” gerektiği beyanı, Kılçdaroğlu’nun ümmet coğrafyasını  “Ortadoğu Bataklığı”olarak tanımlayan söylemleri ortadadır.

Bu anlayış; bu güne kadar  “Devlet Politikası” olarak uyguladığımız anlayışın dışa vurumudur.

Bu zihniyete göre; bu coğrafyada kurulan “Yapay devletler”, bu devletleri  yöneten “Kukla yönetimlerle”  ve ümmet coğrafyasının kalbine hançer gibi saplanan  “Katil İsrail Çetesiyle” esaslı sorunlarımız olmamalıydı(!)

Bize sadece sınırlarımızda bıraktıkları sorunlarla uğraşmak görevi yeterdi(!)

İmparatorluğumuz üzerinde, ümmet  coğrafyasında  yapılan bu operasyonlara karşı politika geliştirmek kimin haddineydi(!)

Zaten imparatorluğumuzun yıkılmasına, bu coğrafyada yaşayan ve “Bizi arkadan vuran pis Araplar(!)” sebep olmamış mıydı? O halde bırakalım ne halleri varsa görsünler, Osmanlı’ya ihanetlerinin cezasını çeksinlerdi(!)

Ama milletimiz böyle düşünmedi, bu coğrafyada oynanan ” İngiliz Oyunlarının” farkındaydı ve buna“dur demenin” hasretiyle yanıp kavrulmaktaydı.

Her ne kadar, okullarımızda okutulan tarih kitapları, bu coğrafyada yaşayan insanları suçlasa ve bu tedrisatın etkisinde kalan yurttaşlarımız olsa da, milletin “Sosyal Şuuru ve büyük çoğunluğu”  bunu kabullenip içselleştirmemiş, gönlünde eski “muhteşem günlerin” özlemini hep yaşatmıştır.

Cumhuriyet tarihimiz boyunca, küçük adımlarla elde ettiğimiz güç, milletimizin arzularını gerçekleştirmeye çalışan, seçilmiş kadroların elde ettiği kazanımlar, sınai, ticari, askeri, ilmi, siyasi, idari ve sosyal gelişimimiz , bizi dün terk etmek zorunda kaldığımız bu coğrafyayla ilgilenmeye zorlamakta, dünyadaki yeni konjoktür  bizi yeniden göreve çağırmaktadır.

Artık, tarihi sorumluluklarımızdan kaçamayız.

Evrensel, vicdani,  demokratik bir dil ve yöntemle, bu coğrafyanın sözcüsü olma vakti gelmiştir.

Milletin iktidarı ve evlatları bu görevden kaçamazlar.

“Eski Türkiye” bütün tortularıyla ve kazanımlarıyla dünde kalmıştır.

Yeni Türkiye” yepyeni bir heyecan ve ağır sorumluluk bilinciyle tarihte yerini alacaktır.

Bu topraklardan başlayarak ümmet coğrafyasında yeni bir hikaye yazılacak, yeni türküler ve marşlar bestelenecektir.

“10 Ağustos yeni Türkiye’nin miladı” ve cumhurun özne olduğu,  demokrasi ve hukukun buna göre şekillendiği “Türkiye” olacaktır.

“Gözü olanlara gün ışımıştır.

 

Sosyal medyada bu konuyla ilgili düşüncelerinizi #aydınkonuşuyor etiketiyle paylaşın, yayınlayalım! 

facebook.png twitter.png

habericiuygulamalar.jpg