Yıl 2001 ülke beceriksiz yöneticilerden, onların hırslarından, millet yoksullaşırken zenginleşmek için bankaların içini boşaltan yandaşlarından, koalisyon ortaklarından bıkmış durumda..
Tam o sırada Fazilet partisinden ayrılanların parti kuracağı konuşuluyor, kurucu kadrolar ülkenin her tarafında kendilerine yol arkadaşı arıyorlar..
Ve, 2001 yılının 14 Ağustos'unda beklenen parti kuruluyor..
Yorgun, yılgın millet için umut doğuyor..
O süreçte yaşadığım yerde benimle de temasa geçildi, organik siyasete mesafeli durmama rağmen yapılan ısrar sonucu partinin kuruluşunda kurucuları arasında yer aldım.
Hatırlıyorum, partileşme için yapılan ilk toplantıda ilden gelenlere kafamda var olan soruları sormuştum.
Sorularım ülkeyi nasıl demokratikleştireceklerine, devlet içine çöreklenmiş "derin" yapılarla, vesayetçi kurumlar ve anlayışlarla nasıl mücadele edeceklerine, bu direnci gösterip gösteremeyeceklerine dairdi..
Çünkü kurulacak partinin, toplum nezdinde oluşan algısı merhum Erbakan'ın siyasi duruşuna göre "daha soft, kavgadan uzak" bir algısı vardı.
Buna rağmen partinin vesayetçi kurumların başınsa gelen ordunun iktidara gelmesine müsade edip etmeyeceğine dair kuvvetli şüpheler vatandaşlar arasında dillendiriliyordu.
Bu algı beni rahatsız ediyor, demokratikleşme, hukuk devletini kurma konusunda kararlı duramayacaklarına dair endişeler taşıyordum.
Buna rağmen kurucusu olmam konusunda ısrarlı oldular ve partinin kurucusu oldum.
Partiyle olan bağımda hep bu kaygılarım öncelikli oldu ve bu konularda yani demokratikleştirme konusunda ortaya koydukları politikaları destekledim.
Bu bağlamda 2010 yılında yapılan referandumda arkadaşlarımla Nazar Gazetesi olarak özel sayı çıkardık.
2015 kalkışmasında "FETÖCÜ" iddiasıyla mahalli yayın yapan bu günlük gazete kapandı ve halen yargılama süreci devam etmekte, yayın yapamamaktadır.
O süreçte hazırlayarak yayınladığımz 100.000 gazeteyi bir platform üzerinden halka ücretsiz dağıttık.
Gazetenin ön sayfasında rahmetli Aydın Menderes, arka sayfasında da Süleyman Soylu ve ara sayfalarda ise BBP Genel Başkanı, yerel birçok toplumsal aktörle yapılan röportajlara yer vermiştik.
Konu biraz dağıldı ama bu ön bilgiyi vermem gerekiyordu.
O gün;Demokrasi, Özgürlük, Hukuk devleti, Toplumsal barış, Gelir adaleti, Kalkınma için yola çıkan parti, tahmin ettiğim gibi tek başına iktidar oldu.
İktidar olmasıyla birlikte toplumun büyük çoğunluğu -ben o zaman bu çoğunluğa "Mutedil çoğunluk" olarak tanımlıyordum.-
Bu mutedil çoğunluk "Hesaplaşma" değil, barış, özgürlük, eşit yurttaşlık, kalkınma ve gelir adaleti istiyordu.
Bu istek yerine getirilirse "Tek başına iktidarın" en az onbeş yıl süreceğini söylüyordum.
Halkımız arasında koalisyonlarla geçen doksanlı yılların bütün kabahati ise koalisyonlara yüklenmişti, yani toplum sorunların kaynağı olarak yöneticileri değil "Koalisyonları" görüyordu.
Ak Parti, bu tespit üzerinden hareketle, "Tek başına, iş başına" sloganıyla bu algıyı yöneterek koalisyon karşıtlığını pekiştiriyordu.
Doğrusu bende öyle düşünüyor, istikrarla geçecek on onbeş yılı ülkemizin normalleşmesi için gerekli görüyor, bu düşüncemi çevreme de iletiyordum.
Nitekim Ak Parti üçüncü genel seçim olan 2011 genel seçimlerinde, "İstikrar sürsün, Türkiye büyüsün" diterek seçmenden istikrara destek istiyordu.
Milletin istikrara verdiği demokratik destek Ak Parti yöneticilerine/Erdoğan'a yetmedi ve "2015 kalkışması da" gerekçe gösterilerek kurtulmaya çalıştığımız "Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemiyle" parti fiilen otoriter eğilime yöneldi.
Demokrasiden uzaklaşmanın gerekçesi olarak yine "Koolisyonlar" gösteriliyordu.
Ülkenin yirmi bir yılında "Tek başına" yönetimde bulunan parti, bu seçimde de yine "Koolisyonlar olur" korkusu pompalayarak toplumdan destek almak çabası içindedir.
Kendi getirdikleri yasa üzerinden, siyasetin kimyasını bozan seçim ve hükümet olma sistemi öncesinde oluşturulan ortaklaşma ve birleşme çabalarını "Koalisyon olur, kriz çıkar diyerek" diyerek topluma korku salmaktadır.
Oysa, ittifaklaşma ve birlikte iş görme getirdikleri sistemin dayattığı zorunluluktan kaynaklanmaktadır.
Millet İttifakı olduğu gibi, Cumhur İttifakı'da o kötülediklerin sebebi olarak gösterilen koalisyon zorunluluğuyla karşı karşıyadır.
Mevcut sistemin dayattığı ittifaklaşma ülkemizin yasal partileri arasında yapılmaktadır.
Bu bakımdan biri meşru, diğeri gayri meşru ve kriz sebebi olarak gösterilemez.
Bu hiç adil değil, doğru da değil.
Bu seçimler, ortak akılla çalışmayı, sistemi değiştirmek isteyen ve bu sistem yerine Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem önerisiyle daha fazla özgürlük, daha fazla hukuk, daha fazla gelir adaleti diyenlerle, mevcut "Tek adam sisteminin" devamını isteyenlerin arasında olacaktır.
Bir yanda;"Ortak akıl, istişare diyenler, ittifak ettikleri konuları ve politik önerileri içeren mutabakat metni ve bunu gerçekleştirmek için oluşturdukları 'Yıldızlar Karması,'" diğer tarafta 2014 yılından beri fiilen ortaya konan, %49,6 ile seçilen partisinin başbakanına çalışma imkanı tanımayan, 2017 yılında yapılan referandumla yasal hale gelen tek adamın keyfiliğine göre yönetilmeye devam edilip edilmeyeceğine karar vereceğiz.
Seçimin temel karakteri bu olacaktır.
Yazının başlığında sorduğum soruya dönelim.
Kötü olan koalisyonlar mı yoksa yönetirken milletten aldığı vekalet gücüyle "Keyfiliğe" yönelen, denetimden kaçan yöneticiler mi olacak?
Sandık önümüze geldiğinde vereceğimiz karar bu iradeyi ortaya çıkaracaktır.
*Bugün alınan kararla seçimler 14 Mayıs tarihinde yapılacaktır.
Hayırlı olsun.