Gün geçmiyor ki, sosyal mecralarda, gündelik hayat içinde gördüklerimiz, şahit olduklarımız, çıkarın ilkelerden öncelikli olduğunu tespit etmemize vesile olmasın.

İnanç dediğimiz kutsal değerler işimize yaraması için basit bir enstrümana dönüşmüş durumda adeta..

Sizleri bilmem ama ben, hayli muzdarip durumdayım.

Evet anlıyorum, insanlar başarılı olmak veya eline geçirdiği gücü terketmek istemiyor.

Bu anlaşılabilir bir şey.

Bu tavrın meşru, kabul edilebilir olması için tutarlılık içinde bir duruşumuzun olması gerekmiyor mu?

İnsanların hayatını kolaylaştırmak, toplumsal birliğin devamını sağlamak, ülkenin kaynaklarını adil bir şekilde bölüştürmek, elde edilen refahtan herkesin emek ve çabası oranında pay alması, dezavantajlı kesimleri korunması, iktidarların sosyal devlet olmanın gereğini yerine getirmesi, toplumsal barışı temin etmesi, herkesin kendini birinci sınıf yurttaş hissetmesi gerekmiyor mu?

Yapılması gereken siyaset yerine aksi tutum içerisinde, toplumda yapılan her tartışmanın ucu ihanete kadar vardırmak niye?

Aynı kahvede oturan, geçmişlerinde hukukları bulunan insanlar, siyasi tercihleri sebebiyle yıllara dayalı hukuklarını zedelemek, hatta bir kalemde silip atmaktadırlar.

Bunu anlamak gerçekten zor.

Seçim kararı alındıktan sonra ortaya çıkan ittifak arayışlarında, birçok ilkeler konjöntür diyerek değer kaybı yaşamakta, genel başkanlar ve partiler eliyle hiçbir açıklayıcı bilgi olmadan taraftarlar/seçmenler üzerinden gizli pazarlıklar yapılmaktadır.

Dünün olmazları, bugünün tercihine dönüşmüş durumda ama, bunun gerekçesi topluma izah edilmesi gerekirken kolay olan tercih edilerek karşı ittifak grubu ihanet cephesi, din düşmanı ilan edilmektedir.

Öyle ki, Allah'ın elçilerinin tekeline almadığı dini, o elçiye ümmet olduğunu söyleyenlerin hiç tereddüt duymadan ve cesur bir şekilde, farklı siyasi tercihi olan insanların inançları hakkında siyasi veya sair mülahazalarla "iman testi" yapma cür'etini göstermelerini makul bir anlam vermekte bir müslüman olarak gerçekten zorlanıyorum.

Soruyorum!

Allah aşkına bu hakkı ve cesareti hangi ayetten, dini insanlara ulaştıran elçinin hangi uygulamasından alıyorsunuz?

Size mi düştü insanların dinde samimi olup olmadıklarını sorgulamak ve daha da ileriye giderek yargılamak?

Sizler, Allah'tan korkmuyor musunuz?

İnsanların bu mübarek Ramazan ayında iftar programlarına katılması, yapılan duaya amin demesinden niçin rahatsız oluyor, yapılanları sahtekarlık olarak görüyorsunuz?

Aziz İslamın sahibi siz misiniz?

Herkes dini sizin anladığınız gibi anlamak ve yaşamak zorunda mıdır?

İnsanlar hayatı ve dini sizin gibi bakmak mecburiyetinde mi?

Dini siyasetinize niçin alet ediyorsunuz?

Her düşünüş, tutum ve tavrı iman meselesine dönüştürüyor, din üzerinden hayatın alanını daraltıyorsunuz?

İnsanlar hayatı siyah ve beyazdan ibaret görmek zorunda mı?

Hayat, siyah ve beyazdan ibaret değildir.

Hayatın kahir ekseriyeti gri alandan oluşur.

Siyah ve beyaz keskinliği ancak hakikatin bilgisine amasız, fakatsız, ancaksız, lakinsiz bilen, hadiseler ve bilgilerine eksiksiz ve bütün yönleriyle kuşatan ve kapsayan için geçerlidir.

Bu imkan hiçbir beşere verilmemiştir.

Bütün bilgilerin mutlak sahibi Allah'tır.

Beşer, sahip olduğu bilgiyi çoğaltmak, delilleri toplamak, muhakeme etmek ve bildiği konusunda kesinlik beyan etmeden eksik tarafları için ihtiyatlı davranmakla mükelleftir.

Boş safsatalar ve ideolojiye indirgenen hakikat ve din anlayışı, insanı çoğunlukla yanlışa sürükler.

İnsan düşünce yapısını değiştirmeye açık pozisyonda durmadığında, hakikat ve  gerçekle arasına kalın duvarlar örmüş olur.

Bu fanatizmdir ve fanatizm ise hastalıklı düşünce halidir.

Fanatizim; akan nehir yerine durgun göl demektir.

Yani fikri sabittir.

Akan nehir temiz iken, durgun göl kokuşma, çürüme riski barındırır.

Çürüme, değişime direnmektir.

Değişimin vakti gelmişse eğer, onu hiçbir kuvvet durduramaz.

Akıllı yöneticiler değişimi yönetme becerisi gösterebilenlerdir.

Bireyler veya toplumlar, sadece geçmişine yaslanarak huzurlu olamaz, gelişme gösteremezler.

Toplumların ve bireylerin kurtuluşu geleceğini aramaktan ve bu amaca matuf arayış ve çabadan geçer.

Hayat dinamiktir.

Toplumsal ve bireysel hayatın doğal akışı ve gelişmişlikte tıkanma başlamışsa  değişime odaklanmak ve eldeki imkanları muhtemel imkanlar için seferber etmek gerekir.

Bunu ancak cesurlar yapabilir, eldeki bulgura odaklananlar, pirinç bulma imkanından da mahrum kalırlar.

Tarihsel zorunluluklar birey ve toplumlara bu imkanı sunar.

Mesele, ele geçirilecek bu imkana sahip olmak veya olmamak değil, yöneticilerin becerileriyle bu imkanı doğru bir şekilde yönetme becerisine sahip olup olmadığıyla alakalıdır.

Bu imkanı yönetemeyenler, beceriksizliğin mazeretini başkalarını suçlayarak veya toplumu bölerek örtmek isterler.

Bunun için kötü yöneticiler tarih boyunca toplumları tarafından önemsenen dini ve milli duyguları istismar etmişlerdir.

Tarih böylelerinin varlıklarıyla doludur.

Varlıklarını, Allah'ın takdiri, kaderi diyecek kadar ileri gittikleri de tarihen sabittir.

Haberiniz olsun!

Birileri sebep oldukları felaketleri mukadderat, kader diyorsa bilin ki beceriksizliklerini, günahlarını örtmek için kutsal şal arayışındadır.

Yaptıkları tek kelimeyle toplumsal değerlerin istismardır.