Anlaşılan seçimler yaklaştıkça ittifak ve işbirliği arayışlarını daha sık konuşacağız.

Sistem, siyasi partilere bunu zorluyor.

Öncelikle şunu kabul etmeliyiz.

Mevcut sistem, partileri iki kutuplu hareket etmeye zorlamakta.

Çünkü partilerin önlerinde aşmaları gereken 50+1 gibi bir zorunluluk var.

İktidar için 50+1 yeterli olurken, muhaliflerin istediği sistem değişikliği için 50+1'in üstünde parlamentoda istenilen oranda sandalye  gerekmekte.

Muhalif partiler topluma "Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem" önermekte, bütün yetkilerin "Tek adama" devredildiği otoriter ve denetime kapalı sistemin değişmesinin gerekliliğini vurgulamakta.

Bu önerinin hayata geçmesi için muhalif partilerin mecliste 360 sandalye kazanması şart.

Bu zorunluluğu aşacak formül, muhalif partiler tarafından bulunmalı ve topluma açık bir şekilde teklif edilmelidir.

Muhalifler, yapacakları işbirliği ve ittifaklarla elde etmek istediği sonuçları ve faydalarını seçmene izah etmeli, şeffaf ve cesur davranmalıdır.

Bilhassa iktidarın, HDP üzerinden kurduğu ayrıştırma oyununu bozacak cesareti de göstermelidir.

Evet, HDP'nin politik aktör olarak görülmesini engellemek için iktidar ve ortağı MHP tarafından suç örgütüyle eşdeğer muameleye tabi tutulduğu açık.

Ancak unutulmasın ki, HDP mecliste grubu bulunan ve hazineden yardım alan sistem içinde ve meclisin üçüncü partisidir.

Devletin ve hukukun meşru gördüğü partiye muhalefetin de iktidar gibi davranması doğru olmaz.

Cumhurbaşkanı seçimi olmasa bile, bu kötülük üreten sistemin değişmesi ve yerine "Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemin" gelmesi için HDP ile işbirliğine ihtiyaç olduğunu görmek için yüksek feraset sahibi olmaya da gerek yok.

Muhalif partiler bu gerçekten hareketle;işbirliği ve ittifak meselesini bütün imkanları kullanarak taraftarlarına ve seçmene anlatmalıdır.

Hatta yeni bir imkan olarak demokratikleşmenin ve "Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemin" sağlayacağı demokratik zemin vasıta kılınarak;

Çözüm süreci olarak adlandırılan süreç yeniden değerlendirmeye alınmalı,

"çatışmasızlık" arayan taraflar, süreç değerlendirildi ve başarısız olundu dememelidir.

Evet, Devlet/iktidar tarafından yürütülen süreç başarısızlıkla sonuçlandı.

Bunu biliyoruz.

Süreç esnasında iktidar, muhalefetin özellikle de CHP'nin sessiz desteğine rağmen günün sonunda çıktığı yolu başarıyla tamamlayamadı ve

toplumun büyük bir arzuyla, umutla beklediği çatışmasızlık sağlanamadı.

Kabul etmek lazım.

Bu başarısızlığın çok değişik sebepleri ve başarısız olmasını isteyen aktörler de olabilir.

Buna rağmen, iktidar açısından ileri sürülen veya sürülecek mazeretler, kesinlikle başarısızlığının örtüsü ve özrü olamaz.

Önemli olan, o süreçte yapılan hatalardan ders almış bir şekilde arayışı sürdürmektir.

Geçmişte her iki taraf hata yapmış olabilir.

Veya ortaya konan çaba ve yöntem yetmemiş de olabilir.

Örneğin devlet, çatışmanın mağduru bölge insanının sözcüsü durumunda gördüğü ve siyasi aktör kabul ettiği HDP'yi, PKK ile arasında kurye olarak kullanmakla hata etmiş ve devlet aktörleri böyle yaparak sadece silahlı unsurları muhatap almıştır.

Bu hata görülmüş olmalı..

Ben, devletin yaptığı bu tercihin yanlış olduğunu düşünenlerdenim.

Ayrıca sürecin adının da kamuoyunda "Kürt açılımı" olarak sunulması da hatalıydı.

Ak Parti kurmayları demokratik sorunları çözmek amacıyla süreci "Demokratikleşme paketi" olarak adlandırmak yerine, her sorunu ayrı ayrı tanımlamayı marifet saymış ve bu yanlışını "Açılım Furyasına" dönüştürerek toplumda kuşku uyandırmış, güven duygusunun zedelenmesine de sebep olmuştur.

Bu sebeple, Kürt sorununa özel üretilen "Çözüm süreci" kavramı demokratikleşme olarak algılanmamış, sadece "çatışmasızlık" olarak görülmüştür.

Terör örgütü ise sürecin zaaflarından istifade ederek bölge kentlerinde hendekler ve çukurlar açmış, çatışmasızlığın geçici olduğu şeklinde anlaşılmasını adeta desteklemiş, pekiştirmiştir.

Bu durumu kabul etmek mümkün değildi.

Neticede süreç tamamlanamadı ve umutlar umutsuzluğa, karamsarlığa ve hatta öfkeye dönüştü.

Şimdi, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemiyle artan otoriterleşme ve demokratik kanalların tıkanmasının ürettiği sıkıntıların çözümünün ise, demokratikleşmeden geçtiğini yaşananlardan öğrenmiş olmalıyız.

Artık muhalifler bu durumu fırsata çevirecek şekilde, demokratik güç birliği arayışında ortaya konacak söylem ve irade, PKK'nın siyasi uzantısı(?) olarak algılanan ve bu sebeple de suçlanan HDP'yle eksik bırakılan; psikolojik, siyasi ve hukuki talepler etrafında çözüm için müzakere yolunun HDP'yle açılma ihtimalini dikkate alarak HDP doğrudan muhatap alınmalıdır.

Kısacası demokratik muhalefet, demokrasimiz ve insanlarımız için bir fırsata dönüştürülmeli..

Bize göre "Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemi" kurma gayretleri bu yönüyle de önem arz etmekte.

Sivil ve demokratik siyaset, diğer sorunlarla birlikte yıllar süren bu sorunu da sürecin dinamizmi ve moral gücünden faydalanarak konuşma imkanı üretmelidir.

Şüphesiz elde edilecek başarı, muhalif siyasetin hanesine kaydedilecektir.

Çatışan taraflar değil, çatışmadan rahatsız olanların birbirini anlaması, yaşadığımız demokratikleşme sorununun çözümünü kolaylaştırabilir..

Yeterki, taşları yerli yerine koymak için basiret gösterilsin.

Demokrasi ve hukuk devleti isteyen kesimler; mahalle kavgası yerine demokrat  duruş sergileyip, cesaretle yeni politikalar üretmek için çaba göstersin.

O zaman, kimbilir belki şehre bir film gelir, iklim değişir ilkbahar olur…

Ve küçük umutlar değişime güç verir.

Ne dersiniz olmaz mı?

Bunu umut etmeye değmez mi?