Sonra hastanenin önündeki herkesin nefes aldığı alana hangi akıl kantin yapma kararını verdi, üniversitede kime sorduysam merakını gizlemedi. Hâlbuki bir sağlık kurumunda en kıymetli, yeşil alandır.

Görevinde bir yılı devirdi ama Rektör Prof.Dr. Bülent Kent her ne kadar toplumsal algıyı yüksek tutmaya çalıştıysa da vasatın da altında bir performans ortaya koydu.

Başarı düşüklüğünde Üniversite’nin geçen rektörler tarafından siyasallaştırılmasının bir sonucu bir üniversiteden daha çok bir istihdam merkezi haline getirilmesi de etkili olmuş olabilir.

Sosyolojinin değişmeyen kurallarındandır: Eğer bir kuruma asli görevinin dışında bir ek görev verildiğinde o kurum yozlaşır ve tedbir alınmazsa zaman geçtikçe de kriz derinleşir.

Adnan Menderes Üniversitesi’nin başı da bu konuyla dertte..

Fakat politikacı açısından bu bir sorun oluşturmaz, hatta bir fırsattır, devlet, siyaset dengesini kuracak olansa bürokrattır. Çünkü bürokratın önceliği gelecek nesillerdir, siyasetçinin ise gelecek seçimlerdir.

Ama Bülent Kent öncesi rektörler döneminde bu denge gözetilmeyince Adnan Menderes Üniversitesi yozlaşma olgusuyla karşı karşıya kaldı. Buna neden de rektörlerin tekrar atanabilmelerinin yolunun siyasetçiden geçtiğine inanmaları ve bir dediklerini, iki etmemekle ikinci kez atanma hususunda onlardan medet ummalarıydı.

Milletvekilleri ve siyasetin taşra ayağı da ayaklarına gelen bu fırsatı değerlendirmekte tereddüt etmediler. Sonuçta üniversitenin önceliği akademik eğitim olmaktan çıktı, partili yakınlarının işe yerleştirme merkezi oldu.

Bunda birinci derecede sorumlu siyaset -devlet dengesini kuramayan, devlet yönetimde acemi,,bütçe idaresinden habersiz rektörlerdir.

Oysa üniversite gibi gerek akademisyenlerle ilişkiler gerek idari personelin denetimi gerek diğer personelin göreve motive edilmesi ve bütçeyi yönetme yönleriyle tecrübe gerektiren bir kuruma rektör atamasında aranacak birinci şart devlet adamı kimliğidir.

Bülent Kent’in kendinden önce başlayan bu bozulmayı bıçakla keser gibi bitirmesini beklemek haksızlık olurdu. Fakat arzulanan yozlaşmayı kısmen de olsa durduracak bir devlet adamı olmasıydı.

 Malum devlette görev alan her memura devlet adamı denmez. İyi, dürüst, çalışkan insan olmak başka bir şeydir devlet adamlığı ise başka... Yüz yumuşaklığından, emir veremiyorsanız, çıraklık dönemi geçirmemişseniz, yani idari tecrübeniz yoksa hem o makam size ağır gelebilir, hem de devlete zarar verebilirsiniz.

O nedenle bizim kültürümüzde üst düzey görevlendirmeler, sınavla olmaz, idarecilik istenmez, verilir, kuralına göre yapılır. Çünkü devlet adamında birinci şart dostunu ve düşmanını seçmede devleti ölçü almak, devletin işine nefsini karıştırmamaktır. Bu da demektir ki, devlet adamlığı tarafsız, adil ve hakkaniyetli olmakla mümkündür.

Eğer Bülent Kent devlet adamı mantığıyla hareket etseydi ilk icraat olarak personel alımlarında 1-İhtiyaç 2- Ehliyet ve liyakatin ölçü alınacağını herkesle paylaşırdı. İşte o zaman ister vatandaş olsun ister siyasetçi karşısında ona göre tavır belirlerdi.

Gelinen noktada bu yozlaşmanın önüne ancak akademik ve temininde güçlük çekilen personel YÖK tarafından yapılacak sınavla, diğer sağlık ve idari alanda çalışacaklar KPSS sınavıyla alınırsa geçilebilir.

Siyaset kurumunun ağır bastığı bu sistemde rektörler de kendi personeline, zaman yokluğundan veremedikleri randevuları en alt kademede de olsa partililere vermede bir sakınca görmediler.

Rektöre bir derdini anlatmak isteyen bir akademisyene ya da memura verilmeyen randevunun siyasetçiden esirgenmemesi en hafifiyle ayıptır, bu söz bir üniversite çalışanına ait...

Hâlbuki değişmeyen kuraldır: Hakiki devlet adamı başka yerlerden güç devşirmeye zaman harcamaz. Bilir ki,o gücü zamanı geldiğinde mesai arkadaşlarının başarılı  çalışmaları kendini terfi ettirerek sağlarlar.

Bunun da birinci şartı rektörlükse rektörlük, kurumsa kurum kapılarını aralarında fark gözetmeksizin bütün personele açmak, onların dertlerini dinlemek ve bir rektörden bir müdürden ziyade sığınacak bir yakını, bir dostu olduğunu hissettirebilmektir.

Konumuz Adnan Menderes Üniversitesi olduğu için onun üzerinden gidecek olursak fakültelerde, sosyal tesislerde, yüksek okullarda, hastanede velhasıl her alanla ilgili hizmette kaliteyi yakalamak bu günkü haliyle her şeyin vasatın da altında olmasından kurtulmak ancak personele verilecek güvenle olur.

Çünkü personel kurumundan memnun değilse, derdini anlatacak kimse bulamıyorsa, rektörüne, dekanına, hastane başhekimine, hocasına ulaşamıyorsa bir de hakları söz konusu olduğunda aba altından sopa gösteriliyorsa o kurumda ne başarı beklenir ne de kaliteli hizmet...

Oysa hastanede muayeneler eskiye göre çoğunlukla paralı yapılıyor. Bu da demektir ki, çalışanların ek çalışma ücretlerini her aybaşında ödenmede bir engel bulunmuyor.

Ama buna rağmen ücretler bir ay gecikmeli ödeniyor. Herkes de merak ediyor,bu  aksama nedendir,yoksa paralar faize yatırılıyor, getirisi başka işlere mi harcanıyor?

Ayrıca polikliniklere muayenede kapasite artırımı yaparlarsa karşılığında ek ücret alacakları söylendi, ama artırıma giden poliklinik çalışanlarına bu ücretler ödenmedi.

Ayrıca hastanede işler iyi niyetle bir sorun nasıl çözülür üzerinden değil bu sorunla kime haddini bildiririz, üzerinden gidilerek doktorlara sorun paslanıyor.

Sonra rektör yardımcılarına verilen idari görevler yetmiyor mu da dekan olarak ikinci, üçüncü görevler veriliyor?

Verilen fakültelerde dekan olacak öğretim üyesi olmasa neyse hem de fazlasıyla var. Onlar da haklı olarak soruyorlar, yönetimin gözünde bizler sakıncalı piyade miyiz?

Üniversite hastanesi adı üzerinde bir eğitim ve araştırma hastanesi... Öğretim üyeleri asistanlarla vakaları değerlendirme toplantılarını yer yokluğundan küçük, öğrencilerin sığmakta zorlandıkları asistan odalarında yapıyorlar.

Rektör Prof.Dr. Bülent Kent’in iyi bellemesinde fayda var, bir yöneticinin başına en fazla dert en fazla güvenilen yerlerden gelir.  

Oysa devlet adamı kimliği olan bir rektörün ortak akılla, her birimini ve alanını gören gözü olur. Eğer Bülent Kent o kimlikte olsaydı kampus alanı, sıcakların kendini gösterdiği günümüzde yangına davetiye çıkaran, ot ve çer-çöp içinde yüzüyor, olmazdı.

 Ayrıca boş alanlar yeni bir peyzaj düzenlemeyle ortak yaşam alanı parklara dönüştürülürdü ki, yapılacak bu iş kampusun estetiği açısından da elzemdir..

Sonra hastanenin önündeki herkesin nefes aldığı alana hangi akıl kantin yapma kararı verdi, üniversitede kime sorduysam merakını gizlemedi. Hâlbuki bir sağlık kurumunda en kıymetli, yeşil alandır.

Herkesin merak ettiği diğer bir konu İbn-i Sina adının kantinle bağlantısı. Eğer beş kişiye sorma zahmetinde bulunulsaydı hem o araziye kantin yapımının hem de adının yanlış olduğu kolayca anlaşılırdı.

Ortak akıl yerine,”ben yaptım oldu, hem de şahane oldu” anlayışı egemen olunca bizde bu tür yanlış kararların ardı, arkası kesilmez..

Rektör Prof.Dr. Bülent Kent’in doktorların elden para almaları konusunda yaptığı “belge, bilgi olmadan bir şey yapamayız” açıklamasının ardından olayı kendilerince meşrulaştıran doktorlar rahatlamakla kalmadılar paranın miktarını artırdılar.

Sonuç olarak Adnan Menderes Üniversitesi bütünüyle Aydın’ındır. Rektörü Bülent Kent’ten de aynı anlayış beklenir. O herkesle barışık olursa sempatik ikmal yoluyla sorunlar çözülür, Aydın halkının üniversiteye karşı ilgisi de artar.

Siyasetçilerin aralarındaki çekişmeler, itişmeler, kakışmalar ve söz düelloları ve polemikler bürokratı ilgilendirmez. Çünkü devlet adamının dostunu ve düşmanını seçmede ölçüsü devlet olmak zorundadır.

Ankara’da CHP değişse de Aydın’da eski hamam, eski tas, devam eder
Makale: Ankara’da CHP değişse de Aydın’da eski hamam, eski tas, devam eder
İçeriği Görüntüle