Yeni devletin Anayasa’sındaki “Türkiye Cumhuriyeti devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk’tür,” maddesindeki “Türk” kelimesi bir etnisite değil bir kültürel gerçekliğin ifadesidir.
Partisinin Kızılcahamam toplantısında (12 Temmuz) yaptığı konuşmada “Türk, Kürt ve Arap” kardeşliğine vurgu yapan Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı da olan Recep Tayyip Erdoğan 5, 6 kez bu birlikten söz etti.
Ve “Türk, Kürt, Arap eğer bir aradaysa... İşte o zaman Türk vardır, Kürt vardır, Arap vardır. Ayrıştıklarında.... mağlubiyet vardır” ifadelerini kullandı.
Bu konuda Ahmet Taşgetiren:
“‘Ümmet’ diye tanımlanan dünyanın birbiri ile ilişkilerindeki savrukluğa bakıldığında başlı başına ‘Ümmetin ümmet olma karakteri’indeki zaaflara bakıldığında ‘ümmet üzerine bir gelecek kurgusu yapmak’ uçuk görünüyor
Ayrıca ‘Türkiye ve ümmet’ bağlamında ele alındığında ‘Ümmet hassasiyeti’nin ‘Türkiye’yi maceraya sürüklemek’ gibi bir potansiyeli de akla getirdiği biliniyor” diyor. (Karar:17.07.2025)
İslam dünyasında Müslümanlar başları her derde girdiğinde ümmet kardeşliğinden medet ummuşlardır. Ancak onların o beklentileri gerçekleşmemiştir. Çünkü Müslüman kitle ümmetlik ruhunu yitirmişlerdir.
Örnek mi isterseniz?
Uzağa gitmeye gerek yok; günümüz dünya nüfusuna oranla yaklaşık 2 milyarı Müslüman’dır, ancak yaklaşık 10 milyon nüfuslu İsrail Filistin’e yıllardır zulmeder, ne Arap Birliği’nden ne İslam İşbirliği Teşkilatı’ndan kınamanın ötesinde sesini çıkaran olur.
Bunca İslam devleti dururken son Gazze soykırımında İsrail ile diplomatik ilişkilerini kesen İrlanda’nın ve yine İsrail ile ticareti sonlandıran İspanya’nın en üst düzeyde tepki göstermesi size de ilginç gelmiyor mu?
Ayrıca İsrail’i soykırım yaptı diye Uluslararası Adalet Divanı’na Güney Afrika Cumhuriyeti’nin başvurmasına ne demeli?
Mahkeme Netanyahu’yu mahkûm edince Avrupa ülkelerinden bazılarının “Tutuklarız” demelerine karşılık “Biz de tutuklarız” diyebilen bir Müslüman ülkenin çıkmaması, “ümmetin” içinde bulunduğu acizliğin bir göstergesi değilse nedir?
Unutmayalım; Osmanlı Devleti egemenliğinde yaşayan Arapların bağımsızlıklarını kazanınca okullarında Osmanlı düşmanlığı üzerine yazılan kitaplar okuttukları da başka bir gerçektir.
Sonra imparatorluğu ayakta tutmada son çareyi İslamcılık ipine sarılmada bulan İkinci Abdülhamid’e itibar etmeyen Araplar kendilerini Müslüman Osmanlı’ya karşı kışkırtan İngiltere’ye inandı.
Sultan Vahdettin de kurtuluş reçetesinin İngilizlerin himayesinde Halife’nin başında olduğu bir Osmanlı devleti inancındaydı. Ancak İngilizlerin Türklerin Arabistan tezine engel olmak için İstanbul’u işgal ettiklerinden haberi yoktu.
Velhasıl iyi bilinsin ki,,. “Ümmetçilik”, dolayısıyla “Siyasal İslamcılık” hiçbir zaman Müslüman Türk’ün yarasına merhem olmadı.
Levent Gültekin ise Ahmet Taşgetiren’den farklı bir yorum yaptı ve “Türk, Kürt Arap kardeşliği” tezinin Türkiye’yi Lübnan’laştıracağını söyledi.
Nedir Lübnan’laşmak?
Lübnan’ın rejimi parlamenter cumhuriyettir. Mecliste sandalyeler Müslümanlar ve Hıristiyanlar arasında eşit dağıtılır. Cumhurbaşkanı Maruni Hıristiyan, başbakan Sünni Müslüman, meclis başkanı da Şii Müslüman olmak zorundadır.
Bu sistem insanların uğruna ölümü göze aldıkları taht ve taç bu coğrafyada ortaklık kabul etmeyen en netameli koltuklardır. O nedenle de istikrar yerine kaos üretirler...
Hz. Peygamber’in defni yapılmadan Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer sırf çıkacak olası fitneyi bertaraf etmek adına halifelik meselesini çözmek için Medinelilerle pazarlık masasına oturmuşlardır.
Dört halifeden Hz. Ebu Bekir dışında eceliyle ölen yoktur.13 bin sahabenin canına mal olan Cemel Vak’ası’nın bir nedeni de valilik isteyenlere halifelerin vermemesidir.
Bu coğrafyada yeri gelir, Amin Maalouf’un dediği gibi, Büyük Selçuklu Şehzadeleri Şam Valisi Dukak ile kardeşi Halep Valisi Rıdvan’ın birbirlerine karşı koltuklarını korumak adına düşmanları Haçlılardan yardım isterler. (Arapların Gözünden Haçlı Seferleri. s.36)
Osmanlı döneminde padişahlar devlet düzeni (Nizam-ı Alem) adına hâkim, savcı olur, kardeşlerini idam ettirirlerdi.
Hâsılı kelâm, Lübnan’da geçerli olan sistem Türkiye’de tutmaz. Zira bu coğrafyada ne iktidar ne de başka bir koltuk ortak kabul eder. Yani Türk devlet geleneği üniter yapı üzerinedir.
Üniter yapı despotluk değildir, yurttaşlarla ilişkilerde adaleti ve hakkaniyeti ilke edinen devlettir. Bu iki ölçü herkese uygulandığı sürece devlet güçlüdür, yurttaşlar da kendilerini emniyette hissederler.
Osmanlı devlet yönetiminde Ankara Savaşı ve sonrasında yaşanan Fetret Devri önemli bir kırılma noktasıdır.
Ankara/Kazan’da geçen savaşta beyliklerden gelen tımarlı sipahiler Timur’un ordusunda kendi bayraklarının dalgalandığını görünce saf değiştirirler ve savaşı Osmanlı ordusuna kaybettirirler. Kazan’ın bir adı da o nedenle “dönek” anlamında Mürted’tir...
Savaşın galibi Timur, Osmanlı topraklarının yönetimini Yıldırım Beyazıt’ın oğullarına bırakınca bu sefer şehzadelerin taht savaşı başladı.10 yıl süren bu kaos ve belirsizlik dönemine (1403-1413) Fetret Dönemi dedir.
Altı kardeş arasındaki iktidar kavgasının ülkeye yaşattığı bu travma dönemi ileriki yüzyıllarda merkezi yönetimi devletin bekası ile eşdeğer hale getirdi.
Cumhuriyet kurulurken de bu anlayışın devamı olarak kurucu irade laik ve üniter bir yapıda karar kıldı. Bu yeni devletin Anayasa’sında yer alan “Türkiye Cumhuriyeti devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk’tür,” maddesindeki “Türk” kelimesi bir ırkın değil bir kültürel gerçekliğin ifadesidir.
Yani zevkleri, müzikleri, eğlenceleri, gastronomileri, düğünleri, nişanları, kısaca yemeleri, içmeleri, yaşantıları ve kültürleri ortak insanların tümünü ifade eden bir üst kimliktir.
Demem o ki, bir paradigma değişikliği anlayışına müsait olan Türk, Kürt, Arap kardeşliği söylemi gibi ileride sonuçları olacak konular tarih laboratuvarındaki deney örneklerine bakılarak karar verilmelidir.
Çünkü sonuçta kaş yapayım derken gözden olmak da var.