Bir siyasi parti genel başkanı, "Göçmen, sığınmacılar" hakkında yaptığı "Sert, katı, düşmanlaştırıcı" açıklama ve yaklaşımıyla ülkenin atmosferinde kirlilik bir anda zirve yaptı.

Sosyal medya üzerinden kamuoyuna servis edilen "Sessiz İstila" çalışmasından sonra iktidar tarafından ortaya konan yasaklayıcı tutum ve bu çalışmayı hazırlayan Hande Karasu'nun gözaltına alınmasının akabinde, Genel Başkan Ümit Özdağ yaptığı açıklamayla çalışmanın kendisi tarafından hazırlattırıldığını duyurdu.

Açıklamadan sonra gözaltına alınan Hande Karasu serbest bırakıldı. 

Bir tv kanalında ülkenin İçişleri Bakanı Soylu, Ümit Özdağ hakkında ağza alınmayacak hakaretler ederek, Özdağ hakkında suçlayıcı ifadelerde bulundu.

Oysa kendisi İçişleri Bakanıdır.

Şikâyet ve suçlamak yerine, elinde bulunan belgeleri yargıya teslim etmesi gerekirdi.

S. Soylu böyle suçlamaları ilk defa yapmıyor.

"Mafyadan aylık 10 bin dolar maaş alan vekil var" iddiası da kendisi tarafından açıklandı ama konu ne hikmetse hala yargıya taşınmadı.

Şimdi de bir partinin Genel Başkanıyla ilgili iddialarda bulundu ve o Genel Başkanda kendisini adeta "Düelloya" davet etti ve İçişleri Bakanlığın önünde buluşma ve orada hesaplaşma çağrısı yaptı…

Akabinde Ü. Özdağ çıktığı bir tv kanalında; akademisyen, siyasetçi olduğunu "Irkçı" olmadığını, biyolojik ırkçılık yapmadığını söyledi. 

Okuduğu kitaplar, yazdığı makaleler üzerinden, ne kadar bilgili olduğunu ifade ettiği programda hem programı yapan kanal ve hem kendisine soru sormak için orada bulunan gazetecileri nezaket kurallarına aykırı biçimde, suçlayıcı ifadelerle ne kadar otoriter ve pervasız olduğunu göstermiş oldu.

Kendisi programda akademik ve siyasi yetkinliğine dair birçok bilgiler verdi.

Söyledikleri doğru olabilir buna itiraz etmeye de gerek yok.

Hatta kendisinin birçok devlet kurumunda Güvenlik stratejileri üzerine dersler verdiği düşünülürse güvenlik bürokrasinin zaman zamanda olsa da mevcut yasaları ihlal etmelerinin sebebini anlamış olduk.

Bize göre; bilgi, evrensel değerler, erdem ve ahlakla buluşmadığında değerli değildir.

Neden? Nagazaki, Hiroşima'ya atılan atom bombaları da bilginin ürünü…

Bu bilgi de değerli midir? Elbette değil.

Teolojiden örnek verelim.

Kuran'da Bel'am bin Baura diye bir bilginin adı geçer, ama o bilgi onu erdemli ve ahlaklı yapmadı.

O bir insanlık ve hakikat düşmanıdır.

Bilgi; insana, doğaya, doğadaki diğer varlıklara fayda sağladığında veya en azından zarar vermediğinde değerlidir.

Irkçılık sadece biyolojik olmak zorunda değildir.

Irkçılığın türleri vardır.

Kültürel, siyasal, etnik, teolojik vs. vs.

Evet, bugün yapılması en zor ırkçılık, biyolojik ırkçılıktır.

Bırakın ırkçılığı ideolojik milliyetçilik dahi ayrımcıdır ve kötülük üretir.

İnsanlık, ideolojik milliyetçilik, kültürel ırkçılık vb ayrımcı siyasetlerden

çok acı çekti, çekmeye devam etmekte.

Hukuk, akıl, ahlak ve erdem bu yanlışı reddeder.

Ayrımcılık, konjönktürel sebeplerle revaçta olabilir, "Sessiz İstila" kısa filminde olduğu gibi toplum muhayyilesine korku salarak etkili olur ama asla kalıcı olmaz.

Ancak, başta Ü. Özdağ olmak üzere "bulanık su avcılarına" karşı daima uyanık olmak gerekir.

"Sessiz İstila" filmindeki kurgu ülke için ne kadar gerçeği yansıtıyor bunu tartışabiliriz.

Tartışmayacağımız gerçek şudur:

Bir genel başkan ve bakan arasında ortaya çıkan gerginlik ve üslup ülke için gerçek tehlikelidir, bu gerginlik her an kaosun, kargaşanın fitilini ateşleyebilir.

Durum böylesine ciddi iken; ülkemiz için tehdit içeren, toplumu rahatsız eden sığınmacı, göçmen sorunu aynı ciddiyette tartışılıyor, çözüm yolu aranıyor mu? Hayır!

Sorun maalesef, mahalle kahvesinde konuşulduğu düzeyde bile tartışılmıyor.

"Gönderelim! Gönderemeyiz!" seviyesinin bir adım ötesinde bu can yakıcı mesele konuşulmuyor.

Göçmen, sığınmacı sorunu tıpkı diğer sorunlarımız gibi hafife alınıyor.

Sorunu çözme makamı değil, mağdurları tartışılıyor.

İktidar ve yeminli taraftarlarına göre; memlekette pahalılık mı var, sebep dünyanın içinden geçtiği ekonomik durum.

Bu gerekçeye itiraz mı ediyoruz, açıklamalarını inanmadık mı?

O zaman suçlu ahlaksız market sahipleri.

Bunlar ürünü alıp stoklayan, istediği fiyata yükselmeyince, ürünlerini yol kenarına döken soysuzlardır!

Bununla da ikna olmadık, itiraz mı ediyoruz?

O zaman kabahat bizde; 

Şükürsüz ve nankörüz!

Hükümetin zinhar kabahati, kusuru yok!

Göçmen ve sığınmacı sorununda da aynı yaklaşım.

Sınır güvenliğimiz, toplumsal huzurumuz, göçmen entegrasyonu ve yerleşimlerde yaşanan düzensizlik devam ederken, hiçbir ülkenin sağlamadığı imkânı sağlıyor, ucuz fiyata vatandaşlık satıyoruz?

Afgan, Pakistan ve İran'dan gelenlerle sınırlarımız adeta kevgire dönmüş durumda.

Kimse kusura bakmasın!

Can yakan ve insanlarımızı huzursuz eden bu sorunları muhalifler ve vatandaşlar değil iktidar çözecek.

Ülkede işler düzgün gitmiyorsa, hesap sorulacak makam iktidardır.

Suçlular sorunun mağduru olanlar değil.

Yoksulun halini varsılların anlayamayacağı, yurtsuzun halini yurdu olanın anlayamayacağı yaklaşımı makul değil.

Bizler insanız, bizi insan kılan; diğerinin derdini anlama yeteneğimiz ve erdemli, ahlaklı tavrı gösterme potansiyelimizdir.

Hâsılı kelam; ülkemizin sorunları her gün büyümekte ve canımızı acıtmaktadır.

İktidarın görevi, bu sorunları bertaraf etmek ve vatandaşlarının yaşam kalitesini yükseltmek, huzurunu temin etmektir.

Ülkemizde huzur istiyoruz?

İktidarın görevi kaygılarımızı azaltmak ve gidermek, yargı kurumlarıyla adaleti sağlamak, ülkede geliri adil bölüştürmek, paramızın alım gücünü yükseltmektir. 

Bankalar ve bir avuç zenginin hiçbir vakit  görmediği, hayal edemeyeceği kadar parayla para kazanmalarını engellemek.

Sabit ücretli; işçi, memur ve emeklilerin  fakirleşmesini engellemek, yaşam kalitesini yükseltmek iktidarın görevidir.

Bunları muhalefet yapmaz.

Sorunların mağdurları suçlanmaz.

Oklar iktidara çevrilmelidir.