Başarı körlüğü ve güç zehirlenmesinden insan o hale gelebilir ki, kendinden ve yardakçılarından başkasını gözü görmez olur ve her doğru söyleyeni hain beller.

2023’de zamanında mı yapılacak yoksa erkene mi alınacak belli değil ama seçim bir türlü kamuoyunun gündeminden de düşmek bilmiyor.

Ülkenin işsizlik, enflasyon, emtia fiyatlarındaki istikrasızlık, fakirleşme konularına çözüm üretemeyen siyaset kurumunun da işine geliyor olmalı ki, sorunları konuşmak yerine seçimi gündemde tutuluyor..

İktidar cephesi Cumhur İttifakı bileşenleri Ak Parti ve MHP ve kendilerine yakın medya Millet İttifakından CB adaylarının kim olacağını açıklamalarını, muhalefeti oluşturan altılı masa etrafında birleşen partiler de iktidardan bir an önce milletin önüne sandığı getirmesini istiyor.

Bu arada vatandaşın kırk yıllık düşmanına bile ağzına almaktan sakınacağı hakaret ve küfürler de havada uçuşuyor.

Seçmenin ise manzara karşısında kafası allak, pullak olmuş durumda. Ne yapsın, dizginlenemeyen enflasyon ve ona bağlı pahalılık tahammül sınırlarını gün geçtikçe daha da zorluyor.

Konu hakkında iktidar cephesinden yapılan çelişkili açıklamalar da insanların hem güvenini sarsıyor hem de zihinlerini karıştırıyor.

Muhalefet de sorunların nasıl üstesinden geleceğine dair somut bir programla milletin huzuruna çıkmış değil.

Örnek artan hayat pahalılığını hangi kaynakla nasıl sonlandıracakları, adalet konusunda günden güne azaldığını iddia ettikleri güven kaybını nasıl gidereceklerini masa olarak açıklamış değiller.

Bununla beraber enflasyon karşısında ezilen çalışan ve emeklilerin ücretlerini tatminkar bir seviyeye getirmeyi hangi kaynakla sağlayacaklarını, EYT’lilere kaynağı nereden bulacaklarını, velhasıl bütün bunları nasıl halledecekleri belirsizliğini koruyor..

Masayı oluşturanlardan bilhassa CHP’nin tek yaptığı adamakla mülk bitmez, hesabı sanki ellerinde sihirli bir değnek varmış gibi her şeyin hemen düzeltileceğine dair verdikleri sözlerdir.

Siyasetçiler sınırsız ve tutarsız vaatlerde bulunmada pek haksız da sayılmazlar zira bol ve boş vaat bizim siyaset geleneğimizdir.

Değil mi ki her daim kül yutturulmaya elverişli insanlarız değil mi ki, vaatler mantıken doğru mu değil mi, diye zihnimizde sorgulamak bize ağır gelir, değil mi ki, kafa yormak yerine bir kurtarıcı, Mesih aramak kolayımıza gelir ve önümüze çıkan her sakallıya dede der, güvenir, üç yaşındaki çocuk gibi peşi sıra, takılır gideriz.

Muhalefet hakkında merak edilen sadece iktidar olduklarında en kısa sürede her derde derman olacak ilacı nasıl bulacakları değildir.

En az onlar kadar altılı masanın lideri konumundaki Kemal Kılıçdaroğlu’nun iktidar gücünü ele geçirdikten sonraki tavırları da merak konusudur. Çünkü bu coğrafyada güç insanı sadece bozmaz, baştan da çıkarır.

Aslına bakarsanız bu biraz da insanlık gerçeğidir.

ABD Başkanlarından Abraham Lincoln:” İnsanların hemen hepsi zorlukların üstesinden gelebilir. Bir insanın karakterini denemek için ona güç verin,” der.

Adnan Menderes Demokrat Parti’nin devri iktidarında sırf Millet Partisi Genel Başkanı Osman Bölükbaşı’ya olan öfkesinden seçim bölgesi Kırşehir’i ilçe yapmıştı.

Yakın dostu Prof. Ayhan Songar da yakınlarına Cumhurbaşkanı olduktan sonra Süleyman Demirel hakkında “Gerçek Demirel’i şimdi göreceksiniz,” demişti.

Nitekim Süleyman Demirel Başbakanlığı’nda gösterdiği demokratik duruşu bir kısım insanlara kalırsa Cumhurbaşkanlığında gösterememiş, o günkü askeri ve bürokratik vesayetin dümen suyuna girmişti.

Diğer taraftan liderlik açısından bakıldığında Kemal Kılıçdaroğlu Kurulu düzen bir partiye bürokrasi geleneğinden gelen bir genel başkandır ki, siyaset literatürüne göre bu yaptığı liderlik değil uygulayıcı yöneticiliktir.

Uygulayıcı yöneticilikle gerçek liderliği karıştırmamak gerekir.

Gerçek lider vizyonu bilgi ve tecrübesiyle çizeceği rota ile insanlara gerçekleri anlatarak zor günler geçiren bir milleti düzlüğe çıkarma iradesi ortaya koyanlara denir.

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener de dâhil bu gerçek ittifak içinde yer alsın alamasın bütün parti başkanları için de geçerlidir.

Bu tanıma uyan en iyi örnek şüphesiz Atatürk’tür. Ama diğer gerçek liderler gibi onun da hayatı kısa sürmüş, ardından gelenler onun vizyonuna uygun işler yapmak yerine çareyi adı üzerinden bir ideoloji üreterek kendi hâkimiyetlerini kurmada bulmuşlardır.

Muhalefet hakkında tereddüt edilenler sadece gücün nasıl kullanılacağı ile sınırlı değildir.

Diğer bir merak konusu da George Orwell’in Hayvan Çiftliği eserinde ifade ettiği  “Bütün hayvanlar eşittir,” ilkesinin zamanla bir takım semboller ve propaganda araçlarıyla yönetici sınıf domuzların geçmişi şeytanlaştırmalarının bir sonucu “Bütün hayvanlar eşittir ancak bazı hayvanlar diğerlerinden daha eşittir,” ilkesine dönüştüğü gibi iktidar olduklarında muhalefetin beraberinde yeni bir oligark yapıyı da getirip getirmeyeceğidir.

Bu da iktidarda adaleti, ehliyet, liyakat ve tecrübeyi ilke edinip edinmemeyle ilgili bir konudur. Zira ilkesiz iktidarlar eninde, sonunda zıddına döner ve geçmişte eleştirdiği konuları kendisi yapmaya başlar.

Demem o ki, iktidarı elde etmede emeği geçenlerin yerini yönetimin hoşuna giden yağcıların ve parazitlerin alması yetkililerdeki başarı körlüğüne bağlı olarak emek verenlerin geri plana itilmeleri her iktidarda görülmeye alışık olunan şeylerdir.

Başarı körlüğü ve güç zehirlenmesinden insan o hale gelebilir ki, kendinden ve yardakçılarından başkasını gözü görmez olur ve doğruyu söyleyenleri hain beller.

Örnek Hitler’in hayatını anlatan filmde Berlin’de ölümler artınca bütün generaller toplanıyor:”Çok fazla Alman ölmeye başladı teslim mi olsak” dediklerinde Hitler reddediyor.

“Ama pek çok masum insan ölüyor,” demeleri üzerine de Hitler: “Bana oy vermeselerdi,” diyor.(Gerorge Orwell, Hayvan Çiftliği ve Okuma Rehberi, s.144,İyilik Yayınları)

(Başarı körlüğüne kapılanların ve güç zehirlenmesi hastalığına tutulanların tek amacı kazanmak olan kaybettiklerinde intiharı göze alabilecek kadar hırslı, kendine tapan (narsist) hasta ruhlardır.

Nitekim kaybettiklerine kanaat getirdiklerinde Napolyon da Hitler de eşleriyle intihar ederler. Hitler’in propaganda bakanı Josef Goobbels de karısı ve çocuklarıyla birlikte canlarına kıyarlar..)

Bütün bunlara neden siyasetçilerde zamanla nükseden bir hastalık olan eleştirel düşünceye hazımsızlık ve Sokratik sorgulamaya tahammülsüzlüktür.

(Sokrat’a bir gün bir vatandaşı bir şeyler anlatmak ister. Sokrat,anlatacağın gerçek mi”, der, muhatabı “bilmiyorum” der, “peki doğru mu” der, ona da aynı cevabı veriri, peki faydalı mı, der,ona da “bilmiyorum” deyince Sokrat o kişiye, “o halde bana gerçek, doğru, faydalı olmayan şeyleri anlatma,” ikazında bulunur.)

Çünkü insanın faydası sözlerinin, hal ve hareketinin yanlışlığını anladığında başlar.

O nedenle siyasetçileri hata yapmaktan alıkoyan, insanları sürü psikolojisinden kurtaran ilk önce vicdanına sonra topluma karşı hesap verebilme cesaretleridir..

Çünkü rakibinin olması insanı sadece hata yapmaktan alıkoymaz aynı zamanda her zaman tetikte ve uyanık olmasını da sağlar, o nedenledir ki, eskiler düşmanın yoksa paranla bir düşman satın al demişlerdir.

Aldırmaz bir insan için kötülüğe karşı sessiz kalmak adaleti yok etmekle kalmaz gün gelir adaletsizlik girdabında kendisi de boğulabilir.

Churchill’e: “En iyi rejim hangisidir,” diye sorduklarında:”En iyi ikinci rejim demokrasidir, birinciyi bilmiyorum,” der. Birincisi aslında adalete dayalı bir demokrasidir. Devletin dini adalettir, sözü bu gerçeğin diğer bir ifadesidir.

Milletin muhalefet hakkında diğer bir merak konusu da iktidar olduklarında eskilerin izinden giderek muhalefeti şeytanlaştırmak daha sonra da o düşmana yapılabilecek her hukuksuzluğa mubah mı diyecek, yoksa adaletten ayrılmamayı mı ilke edinecek, sorusuna verilecek yanıttır.

Sonuç olarak demem o ki, muhalefet iktidar olmak istiyorsa sessiz çoğunluğun tereddütlerine makul ve mantılıklı yanıtlar vererek onların rızasını almak zorundadır.

Sanılmasın ki, iktidar cepte kekliktir.