Milletler yöneticilerinin egolarının önüne geçebilmek için mutlak gücü sınırlayan denge ve denetleme mekanizmalarına ihtiyaç duymuşlardır.

Bizim kültürel coğrafyamızdaki yerleşik inanca göre insanoğlu üç güçle sınanır, bunlar beden, para(mal, mülk) ve mevki(makam)dır.

İlki, fiziki olanı eşit düzeyde olmasa da herkese verilir. Diğerleri para ve makam gücü bazılarına verilir ve bunların üçü de insanların iyiliği için kullanılması istenir.

Aslında insanlığa hizmette bir sınav olan gerek mal,mülk para gerek mevki,makam ve koltuk gücü- bu güçle yüzleşmeyen insanlarda- bir hırsa dönüşür.

Her daim pusuda olan bu yanardağ bazen sessizce duman çıkarır, kimi insanda da fırsatını bulduğunda patlayarak etrafını yakar, yıkar.

İnsanlık Tarihi biraz da günümüz insanlarının ders çıkarması için bu volkanların külleriyle doludur.

Taht kavgaları... Savaşlar... Entrikalar... İktidar hırsları... Tanrı’ya meydan okumalar.

Ama ne var ki, nedeni ve şekli ne olursa olsun bu kavgalarda asıl tehlike insanoğlunun kendi içinde sakladığı o yanardağdadır.

Zira gücü isteyen insan çoğu zaman neyi kontrol etmek istediğini değil neye dönüşeceğini bilemez.

Bazıları ne oldum delisi olur, vali olunca ayağına giderek elini öpmek yerine güya adam olduğunu göstermek için babasını makamına, ayağına çağırır.

Karamazof Kardeşler’de Dostoyevski’nin anlattığı Hz.İsa’ya kafa tutan Büyük Engizatör gibi insanları hizaya getirmede kendini Tanrı yerine koyar.

Bu gerçeği dile getiren İngiliz Siyasetçi John Acton: “Güç yozlaştırır, mutlak güç kesinlikle yozlaştırır,” tespitinde bulunur.

Bizim kültürümüzde üzerinde düşünülecek özlü sözdür üç şey üç insanı bitirir:

Politikacıyı hırs bitirir, zengin adamı hayırsız evlat bitirir, küçük memuru da süslü avratı bitirir.

Bu özlü sözden de anlaşılacağı üzere günümüzde sözünü ettiğimiz o içsel volkanik patlamanın en yoğun yaşandığı yer siyasi arenadır.

Aynı zamanda hem sorunlusu hem de sorumlusu da...

Çünkü politikaya soyunan her siyasetçi sadece bir ülkeyi, bir kenti değil kendi içindeki iktidar tutkusunu da yönetmeye talip oluyor, demektir.

Eğer onu politika kulvarına sokan bir sevdası, bir aşkı yoksa tek amacı siyasetin gücünü egosunu tatmin etme ya da zenginleşme aracı yapmaksa,“sizden hizmet için yetki istiyorum” şeklindeki her sözünü “o yetkiyi kendim için istiyorum” şeklinde anlamak gerekir.

En fazla korkulması gerekenler de bunlardır.

Zira makamlara, koltuklara oturanlar içlerinde kaynayan güç volkanıyla yüzleşmemişlerse o yanardağın dumanı tütmeye başlar ve egosunun da yaptığı basınçla patlar.

Patlama bazen gelecek nesillerin sırtına ağır bir yük bırakır, bazen bir toplumu tarihten siler,bazı toplumları da çağının dışına atar,geri bırakır.

Yapılan tahribatın, verilen zararın ceremesini bir toplumun her bireyi ödemek zorunda kalır.

Onun içindir ki, milletler yöneticilerinin egolarının önüne geçebilmek için mutlak gücü sınırlayan denge ve denetleme mekanizmalarına ihtiyaç duymuşlardır.

Ayrıca insanların içlerinde barındırdıkları volkanik gücün milletlere nelere mal olduğu, onları nasıl korku toplumuna dönüştürdükleri ve çürüttükleri hem tarihi olaylarla hem de deneylerle kanıtlanmıştır.

Hem deneyi hem de kanıtı olması yönüyle- filmi de çevrilen-Stanford Hapishanesi Deneyi en gerçekçi olanıdır.

1971’de Stanford Üniversitesi(ABD) Psikoloji Bölümü’nde Prof.Philip Zimbardo tarafından yürütülen deneyde 24 erkek öğrenci yer alır.

Amaç otorite ve itaati yani insanların sosyal rolleri benimsediğinde ne kadar ileri gidebileceğini gözlemlemektir.

Bir diğer amaç da insan doğasındaki güç, otorite ve vicdan çatışmasını ortaya çıkarmaktır.

Film de bu gerçek deneyin birebir beyaz perdeye kurgusudur.

15 gün cezaevinde kalacak öğrencilerin aralarından rastgele yarısı gardiyan, diğer yarısının da mahkûm rolünü üstlenmeleri planlanır.

Cezaevi kurallarına uymayanlara ya da süre dolmadan ayrılanlara verilecek bin doların ödenmeyeceği de deneklere bildirilir.

Bu sürede cezaevi kuralları gereği gardiyanların sözleri tutulacak gardiyanlar da mahkumlara şiddete başvurmaktan kaçınacaklardır.

Ama kısa süre sonra gardiyanların içlerinden birer yanardağ patlar ve hepsi birer otoriter, zalim, hatta sadist olur, çıkarlar.

Mahkûmların ise eski hallerinden eser kalmaz,her bireri pasif, korkak, itaatkâr ve ezik insanlara dönüşürler.

Sonuçta 15 gün sürmesi planlanan deney 6.günde durdurulmak zorunda kalınır. Ama deneklere hakları olan bin dolar da ödenir.

Sonuç olarak gardiyan rolündeki öğrencilerin yetkinin başlarını döndürdüğü, vicdanlarını yok ettiği,acımasız birer zalim olmalarına, mahkûm olanların da gerçek bir mahkûma dönüşmesine altı gün gibi kısa bir süre yetmiştir.

İşte insandaki güç arzu ve isteği böyle bir tehikedir.