İletişimdeki bu baş döndürücü gelişmeler insanların ritmini, siyaseti, sosyal olayları ve çevre hakkındaki bakış açılarını velhasıl bütünüyle düşünce sistematiğini değiştirdi.

Mecliste temsil edilen siyasi parti liderlerinin ve sık ekrana çıkan siyaset üreticilerinin yaşlarına dikkatlice bakıldığında hepsinin yaş ortalaması 50 ve üzeri olduğu görülür.

Bekir Ağırdır, Hikâyesini Arayan Gelecek adlı eserinde bu yaşlı kuşak ile genç kuşak arasındaki bilgiye aşinalık ve bilgisayar, tablet, cep telefonu gibi iletişim teknolojisine hâkimiyet farkını postane metaforu üzerinden anlatır.(s.51)

Postane deyince eski kuşak insanların aklına haberleşmede kullanılan mektup, manyetolu, sonraları otomatik telefon, telgraf akla gelir.

Mektup yaşadığımız dönem hariç bütün zamanların gurbettekilerle en eski haberleşme aracıdır.

Asker mektubu, öğrenci mektubu, sonradan bunlara bir de Almanya eklendi, en meşhur olanlardı.

Kadın, erkek arkadaşlığının toplumda pek hoş karşılanmadığı o eski dönemlerde sevgililer nişanlı da olsalar konuşmalarına bile aile büyükleri izin vermediği için gizliden mektuplaşarak haberleşirlerdi.

İvedi hallerde telgraf devreye girerdi. Yıldırım telgraf hepsinin önüne geçerdi.

1980’lere kadar otomatik telefonlar yaygın değilken uzaktaki bir yakını aramak için eğer evde telefon varsa postaneye yazdırılır, bağlanması beklenirdi.

Eğer evde telefon yoksa konuşmayı gerçekleştirmek için postaneye gidilir, yazdırılır, sıraya girilirdi ki, iki, üç saat beklendiği olurdu.

Otomatik telefonlar çıkınca insanlar yakınlarıyla ya da iş görüşmeleri için sıra beklemekten kurtuldular ancak isteyen de hemen telefona sahip olamıyordu, yenisini almak için sıraya girmek gerekiyordu.

Kısaca postane demek aracılı konuşma, haberleşme demekti. Telefonların manuel olduğu dönemlerde konuşmalar görevli tarafından dinlenebilirdi.

Öğrenci mektupları okul yönetimlerince, asker mektupları da komutanlarca okunur, kontrol edilirdi.

Velhasıl telefonla konuşmanın gerçekleşme süresi, yazılanların ne zaman adresine ulaşacağı postane görevlisinin insafına ve inisiyatifine kalmıştı.

Devrin tek haber kaynağı radyonun bile nadir insanlarda ve mekânlarda bulunduğu devirlerde haberler bu denli hızlı alınamıyordu.

Ancak öğleyin 13,00’de,akşam 19,00’da bir de gece 23’de “ajans” saatlerinde radyodan dinlenebilirdi.

Siyaset de postane dönemi gerçeklerine göre kotlanmıştı. Siyasi haberler en geniş şekliyle radyodan ve gazetelerden edinilebilirdi. Mitingler ve yurt gezileri bir hayli etkili propaganda araçlarıydı.

Eşraf dediğimiz varlıklı kesim seçmeni, erkekler eşlerini ve yakınlarını etkilemede önemli bir faktördü.

Bütün bunlar yetmişli yıllarda sırasıyla, TV’lerin yayına girmesiyle,80’li yıllarda otomatik telefon santrallerinin yaygınlaşmasıyla ve 90’lı yıllarda bilgisayar, cep telefonu ve en nihayetinde internetin yaygın kullanıma geçmesiyle etkisini yitirdi.

Postaneyi bile bilmeyen günümüz kuşağının haberleşmesini doğrudan kontrol altında tutan bir postane görevlisinden söz etmek mümkün değil artık.

İnsanlar arasında haberleşme kontrolsüz ve ayrıca olabildiğince de hızlı. O nedenle haber dakikalar içinde haber değerini yitirebiliyor.

İletişimdeki bu baş döndürücü gelişmeler ve hızlı değişim insanların ritmini, siyaseti, sosyal olayları ve çevre hakkındaki bakış açılarını velhasıl bütünüyle düşünce sistematiğini değiştirdi.

Artık tek taraflı toplum mühendislikleri, algı yaratmalar, olayları ve yönünü etkilemeye yönelik girişim ve çabalar genç kuşaklar üzerinde bu gün yeterli etkiyi yapmıyor.

Çünkü medya çeşitlendi, twitter, instegram, facebook gibi sosyal medya mecralarına ek olarak youtube üzerinden herkes tek başına bir TV kanalı gibi yayın yapma hakkına kavuştu.

İletişimdeki bu gelişmeler sonucu yeni iletişim teknolojisi ile yetişen ve dijital iletişim araçlarını enteraktif bir şekilde kullanan Türkiye’de önemli bir seçmen kitlesi oluştu.

Bu gün yaklaşık 56 milyon seçmenden 26 milyonu yani yarısına ramak kalanı (yüzde 46,8) bu teknoloji ortamında yetişen gençlerden oluşuyor.

Ama ne var ki, bu değişim ve dönüşüme yönelik aynı hızı siyaset arenasında görmek mümkün olmuyor.

Liderler direnç göstermenin dışında dijital teknolojiye yönelik ne bir program geliştirebildiler ne de yeni duruma uyumda Türkiye’nin önünü açabildiler. 

Soğuk Savaş döneminden kalma modası geçmiş, kendileri dışında topluma faydası olmayan gerilim üreten kimlik ve hamaset dili dışında bir retorik de geliştiremediler.

Eğer gençler, siyasi partilerin iktidara gelmeleri halinde kendi geleceklerine dair Ülke’de bir ümit ışığı görseler, ilk fırsatta niye yurt dışına gitmeyi düşünsünler?

Ayrıca partilerin sadece genç kesimle değil seçmen çoğunluğunu oluşturan(yüzde 50,76) kadınlarla da bağ kurmada sorun yaşıyorlar.

Seçmen çoğunluğunun yarısından fazlası kadın olan bir yerde bakanların yarısı kadın olması gerekirken bir tane bakan var.

Bütün partilerin sözcüleri arasında kadın temsilci bulunmuyor. Bu açıdan bakınca partilerin hepsi erkek ağırlıklı…

Tek kadın Genel Başkan olan Meral Akşener’in liderliğini yaptığı İYİ Parti, onda bile seçmenin yüzde 60’ı erkeklerden oluşuyor.

Oysa Ülke geneli seçmen sayısına bakıldığında kadın seçmen erkeklerden daha fazla, yüzde 50,76…

Dolayısıyla gençlerin ve kadınların desteğini alamayan partilerin büyük iddialar taşıması ve iktidar hayali kurmaları da pek mümkün gözükmüyor.