Onbeşli yaşlardaydım.

Köyümüz Biresse'den Nazilli'ye göç ettik.

Sekiz çocuklu bir ailenin, altı numarasıydım.

Şehre, ailemizin gelecek arayışı için göç etmiştik.

Umutlarımız vardı şehre dair.

Zaten ailemizin bazı fertleri şehirde çalışıyor, kimisi fırında meslek edinme, kimisi de inşaat işlerinde ekmeğini kazanma, geleceğini kurma derdindeydi.

Hayat kolay değildi.

Doğduğumuz yeri terk edip gurbete gelmiştik.

Boş durmak olmazdı...

Eli iş tutan, her birimizin işin bir ucundan tutması, haneye gelir getirmesi gerekiyordu...

Bu çerçevede babam istemesem de benim için bir iş bulmuş, meslek sahibi olmam ve eve para getirmem için bir esnaf lokantasına yerleştirmişti…

Bulduğu lokantada hem bulaşık yıkıyor, hem garsonluk yapıyordum.

Çalıştığım lokantanın sokağında Ülkü Ocakları binası vardı.

Babam Demokrat Partiliydi.

Ülkücü gençlere hayranlık duymama rağmen rahmetli Adnan Menderes'in darbe sonrası asılmasında merhum Türkeş'in etkisi olduğu bilgisinden dolayı biraz mesafeli duruyor "Keşke ülkücü gençler Türkeş'e karşı gelse" diye düşünüyordum.

Bu kafa karışıklığına rağmen sonuçta ülkücü oldum ve ocağa gidip gelmeye başladım...

Bu ilgi ve yakınlık ocak içinde değişik görevler almama kadar uzandı..

Öyle ki, ÜGD (Ülkücü Gençlik Derneği) ikinci başkanlığı ve daha sonra kurulan ÜYD(Ülkü Yolu Derneği) kurucu ilçe başkanlığı görevlerinde bulundum.

Bu görevlerim nedeniyle de 12 Eylül 1980 darbesinden sonra işkenceler gördüm ve tutuklandım, idam istemiyle yargılandım. 9 yıl dört ay hapis cezası aldım.

Cezaevine girdiğimde yaşım yirmiydi ve ömrümün baharındaydım.

Tahliye olduğumda ise yaşım yirmibeşti.

Cezaevi sonrası eli kelepçeli olarak jandarma nezaretinde, Doğu ekspres treniyle Kars Sarıkamış'taki askeri birliğe götürüldüm.

Askerlik dönüşü Nazilli'de arkadaşlarımla durum değerlendirmesi yapmak istedim ve yaptım.

Nihayetinde arkadaşlarımla siyasi yol ayrımı yaşadım.

Bu yüzden kızanlar oldu.

Araya mesafe koydular...

İlişkilerimiz eskisi gibi değildi ama insani hukukumuzu korumak için hassasiyet gösterdik.

Düşmanlık üretenler de olmadı değil, ama bu daha çok duygusal boyutta kaldı.

Bunları niçin yazdım.

Son günlerde merhum Alparslan Türkeş Vakfı doğum yıldönümünde anma toplantısı yaptı.

Malum olduğu üzere anma toplantısı elli kişilik bir grup tarafından basıldı ve salonda arbede yaşandı.

Başta rahmetli Türkeş'in aile fertleri olmak üzere harekette emeği geçen, sembolleşmiş isimler saldırıya uğradı.

Saldırıya uğrayanlardan biri de ilimizde dört dönem milletvekilliği yapan, Aydın'da birçok ülkücünün "Abi" kabul ettiği Ali Uzunırmak idi.

Ali Uzunırmak bu harekette önemli isimlerdendir.

Seveni olduğu gibi sevmeyeni de çoktur.

Şahsen benim kendisiyle yıldızım barışık değildir.

Onunda benim hakkımda düşüncelerinin pek iyi olmadığını zannediyorum.

Tabi bu sadece zan, hüküm değil.

Aramızda olumsuz hiçbir olay yaşanmadı.

Buna rağmen kendisine yapılanları onaylamam mümkün değil.

Aslında ülkücü hareket, rahmetli Türkeş'in sağlığında başlayan yeni yol arayışları yaşamıştı.

Yaşanan sıkıntılar ve ayrışmalar bu arayışın neticesidir.

Kıcasası, ülkemizin en organize ve dinamik hareketi sokulmak istediği kalıba sığmamakta...

"Lider, Doktrin, Teşkilat" ilkesi bu dinamik yapıyı bir arada tutmada yeterli esneklik ve disiplini üretemedi...

Sıkıntıların kaynağı bu.

Kuşkusuz meselenin birçok boyutu var.

Ama yaşanan süreç ve hareketin tarihi en önemlileri sayılmalı...

1980 öncesinin ülkücüleri, bugün ellibeş yaşlarının üstündedir.

Ömürleri bedel ödemekle ve ateş çemberinin içinden geçmiş bu nesle, hala onbeşli, yirmili yaşlarda genç gibi muamele etmek, "Emir komuta zinciri içinde, Lider, Doktrin, Teşkilat" diyerek zapturapt altında tutmak ve bunu salt aidiyet duygusu üzerinden başarmak mümkün değil.

Nihayetinde yaşananlar söylediklerimi de doğrulamakta..

Ömrünü bu davaya adamış insanları, verilen her emre uyan asker veya heyecan dolu delikanlı muamelesi yapmak yeterli olmamakta, bu insanlar alınan kararlarda söz sahibi olmak istemektedir.

Bu onların en tabi hakkı...

Çözüm, bu hareketin merkezi kabul edilen MHP'nin demokrasi kanallarını açık tutması, ömrü bedel ödemekle geçmiş yoldaşlarının makul olanı kabul edeceğine, istişarenin gücüne teslim olacaklarını inanmasından geçer.

Ülkücülük;"milletini sevmek, milletinin tarihi, milli ve dini değerlerini yüceltemek ve gençlerimizi bu ülküler etrafında birleştirmek" olarak tanımlanır.

Bu tanımı esas alırsak eğer, "Kurumsal bağlılık ve sadakatta" ısrarcı olmamak icap eder.

Kurumsal bağ olmadandan da insanlar bu değerler için değişik kurumlarda yer alabilir.

Gençlik yıllarında bir şekilde Ülkü Ocaklarıyla yolu kesişen ve bugün elli yaş üstünde olan insanların ülkücülükle olan "Duygusal veya Zihinsel aidiyet" bağını kurumsal bağ olarak MHP'ye mecbur tutmak mümkün olmamaktadır.

Bunun en açık örneği ağırlıklı olarak yönetici kadrosunun MHP'den çıktığını gördüğümüz İYİ PARTİ'nin oy olarak MHP'yi geçmiş olmasıdır.

Bize göre, MHP yönetimi dağılan ülkücüleri bünyesinde barındırmak istiyorsa, bütün partilerden daha fazla, parti içinde demokratik mekanizmaları işletmelidir.

Bunu beceremezse arzu ettiği amacı zorlayarak elde edemediği gibi "Kurumsal aidiyeti" sağlayamaz ve erimesini de durduramaz.

Çünkü bu tutumuyla meşruiyetini lekelemektedir.

Hatalardan geri dönmek mümkün mü bilemem ama, birliği sağlayamazsa bile, en azından dün birlikte mücadele ettiği yol arkadaşlarını anlama yoluna girmiş olur.

Bu iyi niyeti ve güveni arkadaşlarını göstermesi eminim çok önemli görülecektir.

Bu yapılabildiğinde sadece ülkücüler değil, milletimiz de kazanacaktır.