Millet olarak özelliklerimizin başında felaketler karşısında olumlu ya da olumsuz yönde anlık tepki vermek, arası fazla geçmeden de unutmak, gelir demek yanlış bir değerlendirme olmaz sanırım.

Sıkça karşılaştığımız bu gerçeği içinden geçmekte olduğumuz pandemide de yaşadık ve yaşıyoruz.

Mart, Nisandaki sıkı tedbirlerin ardından rehavete kapılınca Hazirandaki birinci dalga geldi sıcaklarda ipin ucunu gevşetince Ekim Kasımdaki ikinci dalgayla karşılaştık.

Gelişmelerin bize gösterdiği üçüncü bir dalganın geleceği, hem de öncekilere göre bunun daha ağır, ölümcül sonuçları olma ihtimali var.

Çünkü bu günkü covid karşısındaki durumumuz öncekilerden farklı:

1-Tanıdığımız Vuhan virüsünün,

2-İngiltere kaynaklı daha hızlı yayılma ve ölümcül özellikleri olan virüsün,

3- Bulaşıcılık özelliği düşük ama tutunması daha yüksek Güney Afrika virüsünün tehdidi altındayız.

İlki Vuhan virüsünden bin tanesi hasta etmeye yetiyorken İngiltere’de ortaya çıkan mutasyona uğramış virüsten 3 yüz tanesi hasta etmeye yetiyor, etkisi ise 3 yüz bin virüsün yaptığı şiddette oluyor.

Bu şekilde virüsün vücutta çoğalması hastalığın da daha ağır seyretmesine yol açıyor. Bu durum iyileşmeyi geciktirmesi yanında virüsün öldürücülük özelliğini de artırıyor. (Muharrem Sarıkaya, Haber Türk,07.02.2021)

Aydın’da artan sıcaklar, çiçek açan badem ağaçları ve 19-20 Şubatta ilki düşecek olan cemreler baharın müjdecileridir.

Ancak bu yılki baharın bu müjdecisinin ayrı bir özelliği var, olası üçüncü dalga felaketinin haberciliğini de yapıyor.

Zira erken gelen bahar uzun zamandır kapalı mekânlarda olan insanları dışarı çekecek, bilhassa genç kesimde pandemi kurallarından ödüne yol açacaktır.

Bunun yanında çarşılar, gezinti yerleri, parklar, çocuk oyun alanları baharın gelişiyle dolup taşacaktır.

Okullar belirli sınıflar ölçeğinde bir ihtimal üniversiteler kısmen de olsa yüz yüze eğitim, öğretime başlayacaklar.

Millette normalleşme algısına yol açacak bütün bu gelişmeler bulaş özelliği fazla virüslerin daha fazla insanı etkileme alanı bulması sonucu korkulan o dalganın gerçekleşmesine yol açabilecektir.

Bütün bunlardan kurtulmanın tek çaresi ise aşı ama o da kaplumbağa gibi yavaş ilerliyor.

Aydın’da birinci öncelikli grup olan 65 yaş ve üzeri olanlardan 75-80 arası aşılanıyor ki, 07 Şubat 2021 tarihine kadarki sürede aşı olanların sayısı 46 bin 842’dir.

2020 yılı sayımına göre 65 yaş üzeri Aydın nüfusunun 154 bin 411 olduğu göz önüne alındığında görünen o ki, bu gruptan aşı olanların oranı daha yüzde 30’lar seviyesindedir.

Sağlık personeli de hesaba katıldığında Aydın’da yaşayan 1 milyon 119 bin 084 kişiden aşı olanların oranı yüzde 2,5 bile değil.

Yeri gelmişken bir dip not olarak paylaşayım.

65 yaş üzeri olanlar aşı sıralarının gelip gelmediğini e-Nabız üzerinden ya da SMS aracılığıyla öğrenebilirler.

SMS yöntemini seçecekler büyük harflerle ASI yazıp bir boşluk bıraktıktan sonra TC kimlik numarasını, en sona da yine bir ara vererek kimliğin seri numarasının son dört rakamını ekleyip 2023’e gönderirlerse aşı sırasının gelip gelmediğini öğrenebilirler.

Eğer Aydın’da aşı bu hızla giderse esnafın, hizmet sektöründe çalışanların dört gözle beklediği normal hayata geçişin kısa sürede gerçekleşmesi zor görünüyor.

Bilinen kadarıyla aşılamada bir sorun yoktur.

Sağlık ekipleri yaşlı ve her hangi bir sağlık kuruluşuna gitmede zorluk çeken yaşlıları evlerinde aşılıyorlar.

Aşının gecikmesinde sorun aşı üreticileriyle bağlantıda gecikilmesinde ya da teslimde yaşanan sıkıntılardan kaynaklanıyor.

Aşı teminindeki bu gecikme yerli aşının beklenmesine bağlı bir neden olabilir mi?

İhtimaldir. Türkiye’de aşı konusunda birkaç merkezde çalışma yapıldığı biliniyor.

Ancak zamanı gerektiren bu çalışmaların ne zaman sonuçlanacağı ve aşıların kullanılabilir hale geleceği bilinmiyor.

Fakat salgın yerli aşı konusunda bize bir yanlışımızı öğrenmemize neden oldu.

Hıfzıssıhha Enstitüsünün ne kadar gerekli olduğunu, çalışmasını sonlandırmakla ne kadar büyük bir hataya yol açıldığı gerçeğini öğretti.

O Hıfzıssıhha Enstitüsü ki, Birinci Dünya Savaşı’nda binlerce askeri salgın hastalıktan ölmekten kurtaran Harbiye Nezareti, Sıhhiye Dairesi Reisi Dr. Süleyman Numan Paşa’dan yadigâr bir kurumdu.

Birinci Dünya Savaşı’nda ülkeler sadece aralarında silahla savaşmadılar tifo, tifüs, kolera gibi salgın hastalıklarla da başetmek zorunda kaldılar.

Milletler savaşta verdikleri en az asker kadar kaybı bu hastalıklara kurban verdiler.

Diğer savaşan milletlerle karşılaştırıldığında en az zayiatla kurtulan Türk Ordusu bu başarıyı cepheden cepheye dolaşarak askeri salgın hastalıklara karşı aşılayan işte o Dr. Süleyman Numan Paşa sayesinde elde etmişti.

Yaşanılan aşı teminindeki sıkıntılar karşısında insan keşke o günlerin ve o askerlerin hatırına Hıfzıssıhha Enstitüsü kapatılmasaydı bu gün hem o askerlerin anıları yaşatılmış olurdu hem de aşı için dışarıya muhtaç olmazdık demekten kendini alamıyor.

Keşke siyasetçilerimiz suni gündemler yerine bunları tartışabilseler…

Ümit ederim, milletler aşılama sonucu normal hayatlarına dönerken biz vaka artışlarıyla, üçüncü dalgayla mücadele etmek zorunda kalmayız.

Başka ne diyelim…