Günümüz gelenekçi milletlerinin dijital teknolojinin insanlara bilgiyi ulaştırmada sağladığı imkân sonucunda büyük bir altüst oluş yaşadıkları yadsınamaz bir gerçek.

Bu gerçeğe bağlı olarak İslam’ın beş, imanın altı şartı üzerine kurulu “Geleneksel İslam anlayışı” da sarsıntı geçiriyor.

Gelinen noktada genç kesimler ateist, agnostik ya da deist cereyanların etkisine girdiler.

Bu arada ateist: Tanrı tanımaz…

Agnostik: Tanrı’nın ve evrenin bilinmezliğine inanan…

Deist: Tanrı’ya inanan dinlere ve peygamberlere inanmayana dendiğini ifade etmiş olalım.

Geleneksel İslam anlayışının tarumar olmasından diğer yaş grupları da etkilendi.

Optimar Araştırma Şirketi’nin yaptığı bir araştırmada Müslüman olarak kendini tanımlayanların iki yıl önceki oranı yüzde 99,9 iken bu yılki araştırmada yüzde 89,5’e inmiş.(Ahmet Taşgetiren Karar,23.05.2019)

Bu düşüş yaklaşık 9 milyon insana karşılık geliyor ki, sayı üzerinde durmayı, düşünmeyi fazlasıyla hak ediyor.

Ancak ortada açıklığa kavuşturulması gereken bir paradoks var.

Diyanetin tam kadro çalıştığı, eskiye göre kadroların özlük haklarının iyileştiği, 100’e yakın İlahiyat Fakültesi’nin olduğu, İmam Hatip Liselerinde bir buçuk milyona yakın öğrencinin eğitim gördüğü bir Ülke’de bu düşüş neyin göstergesi?

Genç kuşakların tepkilerini dindeki geleneksel anlayış ve yorumlara karşı aklı öne çıkarmalarına bağlamak mümkün ama diğer yaş gruplarının dinle aralarını açmalarına ne diyeceğiz?

Sorunun cevabı önemli çünkü bu coğrafyada din millet birliğini sağlamada, ülke bütünlüğünü korumada birinci faktördür.

Bu şu demek mi, vatandaş din adamlarından arzuladığı hizmeti alamadı ya da beklediği anlayışı göremedi de bu tepki ona mı?

Bu tepki şahsa ya da kuruma değil ahlaki değerlerin istismarına karşı din adamlarının ya da kurumların sessiz kalmasından mı kaynaklanıyor?

Ya da insanlar din adamı görünümlü bazı yetkisiz kişilerin sorumsuz tekil açıklamalarını genelleştirerek o öfkeyle dine tavır mı alıyorlar?

***

Bu derin soruların cevabını Diyanet’in mutfağında üst görevlerde bulunmuş iki şahsiyete sordum.

İlkine göre “diğerleri varsa da sorunun baş nedeni irşat metodudur. Ben sadece anlatırım, kimin neyi, ne kadar anladığı önemli değil mantığı ile hareket edildiği sürece sorun daha da büyür.

Buna çare üretecek olan da Diyanetin kendisidir.

Bana göre yapması gereken de devrin en büyük ihtiyacı Kur’an’da geçen sevgi, merhamet ve rıza gibi kavramları seküler alanda ele alarak dinin öngördüğü “sıratı müstakim” prensibinden şaşmayacak ahlaklı, düzgün insan inşasını ilke edinmektir.

İrşat görevlileri ve imamlar bu doğrultuda kendilerini güncel bilgilerle sürekli yenilemelidir ve cemaatle camiye devam etsin etmesin gerektiğinde ayağına giderek birebir ilgilenmelidir.

Müftülük bu amaçla personele yönelik seminerler, arama konferansları, paneller düzenlemelidir.

Her bir din görevlisi her kesime nüfuz edebilmek için siyasetten ve bir görüşün temsilcisi gibi gözükmekten uzak durmalıdır.

Gençlerde hedef kitle üniversite olmalıdır. Bu amaçla Üniversite Camisi’nin müştemilatına bir kitapevi açılmalı, başına da gençlerle diyalog kuracak yetenek ve liyakatte bir görevli verilmelidir”, dedi.

***

İkinci dostum da yaptığı değerlendirmede:

“Bizim insanımız gerek dini olsun gerek siyasi olsun değerlendirmelerini kavramlar yerine şahıslar ve olaylar üzerinden yapar ve fikir ve kanaatlerini de ona göre belirler.

O nedenle dini sıfatı olan din görevlisi, tarikat lideri gibi insanların “dine zarar vermeme” adına şüphe çekecek her iş ve ortamdan uzak durmasını bilmelidir.

Ayrıca ister dini ister dünyevi din kaynaklı istismarlara karşı Diyanet camiasının koro halinde ses yükseltmesi şarttır.

Örnek vermek gerekirse hem devletin dolandırıldığı hem de aile kurumuna zarar veren dini nikâh konusu Diyanet’in karşı tavır geliştirmede geciktiği konuların başında gelir.

Bu gün aylığın kesilmemesi adına dini nikâhla evlilik tercih edilmekte ya da babadan kadına aylık aktarımı için eşler boşanarak dini nikâhla yaşama yolunu seçmekteler…

Ayrıca dini nikâh medeni nikâhlı eşin üzerine ikincisini hatta üçüncüsünü almada aracı yapılmaktadır.

Dini bu şekilde bedeni zevklerine alet eden bu ve benzeri istismarcılar dine ve dindara karşı negatif algıya neden olmakta daha önemlisi de güveni sarsmaktadır.

Oysa hukuken geçerliliği olan her devrin bir tek nikâh türü vardır ki, bu devrin geçerli olanı medeni nikâhtır ve onun dışındakiler hem örfen hem de kanunen hükümsüzdür.

Bu konuda bu yılki Mevlidi Nebevi Haftası bir fırsattı çünkü işlenen Ailenin Önemiydi, iki konu birlikte ele alınsaydı ne kadar anlamlı olurdu”,dedi.

Bizde diyoruz ki;

Acaba iki yıl önce yüzde 99,9 olan kendini Müslüman’ım diye tanımlayanların oranı bu yıl niye yüzde 89,5’a düştüğüyle ilgili Müftülüğün Aydın ölçeğinde bir araştırması oldu mu?

Zira konu soruna çare aramakla doğrudan ilgili…

Not: Geçen yazımla ilgili İYİ Parti Milletvekili Aydın Adnan Sezgin aradı. Partisinin Aydın toplantısına bir görevi nedeniyle katılamadığını, yazıda geçtiği şekilde katılmama nedeninin il başkanlığı adayları ile bir ilgisi olmadığını söyledi.