"Sözümüzü dudaktan, gözümüzü budaktan esirgemeden" başlayayım.

Sağır sultanın dahi duyduğu şekliyle ülkemiz idaresi bir şaşaa, bir debdebe, bir özgüven(!) beklentilerimizi Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılına ertelemiş durumda.

Artık vaadler yok!

Onun yerine yüzyıl perspektifleri var!

Zira yakın zamanlı vaatlerin yerine getirilmediğine hep birlikte şahit olduk.

Son üç yıldır "Bugün olmazsa yarın, yarın olmazsa gelecek ay, gelecek ay olmazsa öbür ay" diye diye enflasyonun düşmesini, pahalılığın son bulmasını bekliyoruz milletçe…

Bir gece ansızın "At izi, it izine karıştı, Rabbim sonumuzu hayretsin" niyazıyla kayıplara karışan meşhur damata mal olan "Şubat Ocaktan, Mart Şubattan, Nisan Marttan iyi olacak" mottosu gerçekleşmedi ama kendisi böyle diye diye hazinenin içinin boşaltılmasının, bakanlığı döneminde "Anamızın ak sütü gibi helal olan 128 milyar dolarımızın" nereye verildiğini hala öğrenemedik.

Şimdilerde ondan boşalan yeri kayınbabası, Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan dolduruyor.

Ama ülkemiz açısından değişen bir şey yok.

Hala, "Burnunuzun ucunu" göremiyor, büyük bir PR çalışmasıyla başlatılan yerli araba lansmanında, altı ay sonrası için arabanın satış fiyatını veremiyoruz.

Neden?

Çünkü enflasyon denen illetin nereye varacağını ülkeyi yönetenler bilmediği için haliyle üreticilerde bilemiyor.

Yani altı ay sonrasını göremiyoruz.

Bunu ben değil, Erdoğan ve TOGG CEO’su yönetici söylüyor.

Yanlışsa eğer, yanlış onlara ait.

İftira atmak ise benim haddim olmadığı gibi tarzım ve karakterimde değil.

Kimse kusura kalmasın!

Bende ülkemin sadece sanayisi değil, her bakımdan iyi olmasını, dünyanın üretim payından hatırı sayılır pay almasını isterim.

UNCTAD verisine göre 2021 sonunda küresel ticaret 57 trilyon dolar. 

Türkiye’nin dış ticareti ise (225 ihracat + 275 ithalat) 500 milyar dolar.

Buna göre %0,88 veya binde 8,8. dünya 

hasılasından/gelirinden aldığımız payın binde 0,88 olması elbette beni üzüyor.

İktisatçıların söylediğine göre 1970'li yıllarda bütün yoksulluklara, teknolojik geriliğe, kötü yaşam kalitesine rağmen bu oranda pay alıyormuşuz.

Gerçek durumumuz budur ve bu övünülecek bir başarı değildir.

İktidarın söylediği "Dünyanın onuncu büyük ekonomisine sahip olacağız" yalanlarına inanacak kadar saf değilim.

Durum sadece bundan ibaret değil.

Ülkelerin itibarları ve gelişmişlik düzeyleri yalnız ekonomik verilerle değil; hukuk, eğitim, sağlık ve özgürlük vb. alanlarda yapılan araştırmalarla da  ölçülür ve maalesef ülkemizi gelişmiş ülkeler arasında değil.

Her gün bir öncekinden kötüye gidiyoruz.

Hal böyle iken açıklanan "Türkiye Yüzyılı" hayallerine ne diye inanayım?

Yüzyıl vaadinde bulunanların öncelikle 2023 vaatlerini yerine getirmesi gerekmez miydi?

Ne oldu kişi başına 20.000 bin dolar gelire, ülkenin dünyada ilk 10 ekonomi arasına girmesine, ne oldu tek haneli enflasyona, ne oldu üretim patlamasına?

Bu yalanlara/hayallere benim karnım tok.

Özür dilerim.

Halimizin böyle olmasından memnun değilim elbette.

Ama burnunun ucunu görmekten aciz,

Hiçbir  planını tutturamayanlara, üretilen aracın fiyatını açıklamaya cesaret edemeyenlere inanmak ancak, -milliyetçi veya dini saiklerle saf, temiz insanlarımızı- bir tarafa bırakırsak iktidardan beslenen, iktidarla iş tutanlar dışında  inananların olacağını da sanmıyorum.

Yapılan sadece hamaset üzerine kurgulanan "Hayal tacirliğidir."

Ülkede var olan; gelir adaletsizliği, yandaş kayırmacılığı, aşiretçi kabile siyasetinin mağduru; memurlar, asgari ücretle evinin yolunu bulmaya, tencere kaynatacak bir şeyler almaya çalışan işçiler ve emekliler, her gün özgürlük alanları daraltılan serbest meslek sahipleri, belirsizlikler ve sürprizlerle boğuşan sanayiciler, üreterek zarar eden tarım sektörü, geleceğini yurt dışına çıkmakta arayan gençler, dükkânını zararla kapatan küçük esnaflar mı bu hayallere inanacak?

Başta söyledim bu hayallere ancak milliyetçi ve dini söylemlerle duyguları istismar edilen saf, temiz insanlarımız inanır, onların da bu hayallere inanması için biraz CHP düşmanlığı, biraz ülkemizi düşmanlarımızın kıskandığı düşüncesini köpürtmek yeterli oluyor zaten.

İktidarın bundan başka yönetme mahareti ve gücü kalmadı, sadece tahakkümle kurulan  egemenlik üzerinden korku üretiyorlar.

Toplumu bölen, kutuplaştıran siyasetle ülkeyi otoriter bir ülke yapmak için çalışılıyor, bunun için toplumun özlemleri suistimal ediliyor, yıllardır toplumda biriken başarı açlığını sömürüyorlar.

Toplumun %70'nin alma gücüne sahip olmadığı arabayla gösteri yapıyor, zar zor bir araya getirilen müteşebbislerin üretmeye başlayacağı TOGG marka arabayı sanki devlet üretiyormuş gibi pazarlıyorlar.

Elbette, bazı stratejik ürünlerde devletler, ülkelerinde bazı ürünlerin üretim planlamasına destek olurlar.

Bu gibi çabalar gerçekten çok kıymetlidir.

Ama hiç bir devlet, bir özel şirketin araç tanıtım lansmanını, PR çalışmasını üstlenerek katılımcılara davetiye göndermez.

Beş ortaklı şirketten ortalıkta sadece şirketin genel müdüründen başka ön plana çıkan yetkili yok, ama her aşamasında Cumhurbaşkanı Erdoğan var.

Böyle bir uygulamanın dünya tarihinde başka bir örneği olduğunu sanmıyorum.

Sanırsın bu şirketi devlet kurdu ve işletmesinde kamu söz sahibi.

Ama öyle değil.

Yine kimse kusura bakmasın!

Bütün bu uygulamalar despot/otoriter rejimlerin karakteridir.

Yapılanlar zihnimde otoriterliğin pekiştiği/pekişeceği duygusunu çağrıştırıyor.

Yakındır, Sayın Bahçeli tıpkı ne idüğü belirsiz, ama uygulamaya geçtiğimiz günden beri; yolsuzluk, yoksulluk ve yasakların sistemik hale geldiği ve arttığı Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçiş için söylediği gibi "Fiilen var olan başkanlık sistemine geçelim" önerisi gibi "Artık yeni döneme geçiyoruz, demokrasi anlayış ve uygulamasını da değiştirelim" teklifini duyarız!

Ne de olsa, Sayın Ahmet Davutoğlu'nun dediği gibi Sayın Bahçeli kendisini devletin "Baş müfettişi" gibi görüyor ve sürekli talimatlar yağdırıyor!

Şaka değil, bize göre iktidar cephesinde bütün hazırlıklar buna göre yapılıyor.

Yapılacak ilk seçimden çıkacak netice ülkenin nasıl bir sistemle idare edileceğini belirleyecek.

Seçimlerde mücadele; otoriterlerle, demokratlar arasında olacak.

Benim yerim; herkes için özgürlük, herkes için adalet, herkes için eşitlik, herkes için hukuk, herkes için onurlu bir hayat, alınteri ve emekten yanadır.

Bizler ve çocuklarımız için gelecek, bu talebimizde saklıdır.

Normal bir dönemde değiliz, yaşadığımız dönem olağanüstü bir dönem.

Karşıtlıklarımızda, birlikteliklerimizde buna göre belirlenecektir.