Hafta içinde sosyal medya hesabımdan siyasette üslubunun zehirlenmesinden bahisle bu zehirlenmeye sebep olan faktörleri/aktörleri etki gücüne göre sıraladım.

O sıralama şöyleydi:

Cumhurbaşkanı R.Tayyip Erdoğan

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu

Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu

Değişik tarafların kalemşörlüğünü yapan kimi medya mensupları, tv programlarında yer alan kadrolu akademisyenler vs..vs...

Tabi bu çatışmacı üslubu besleyen edebiyat dünyasında; yaşayan/yaşamayan, kendilerini ideolog veya tarihçi zanneden “Kemalist, Marksist, rövanşist, Osmanlıcı, milliyetçi, İslamcı” olarak tanımlayanların, taşıdıkları sıfatla taraftarlarını ve dolayısıyla siyaseti zehirlediklerini yazmıştım.

Okurlarım bu düşünceme katılır veya katılmaz..

Uzun siyasi tecrübelerime oluşan bu düşünce bana aittir.

Altmış yıllık ömrümün kırk beş yılı siyasetle geçti.

Sağcıydım; Ülkücü de oldum, İslamcı da...

Siyasi partilerde bulundum ve siyasete karşı olmuşluğumda oldu.

Abartmıyorum, siyasi hareketler içinde iken karşısında olduğum tarafların “ülkeye, millete, değerlerine” düşman oldukları söylenirdi.

Ülkenin yaşadığı sorunların birinci müsebbibi onlardı.

Bu süreçte oturup tartıştığım karşı taraftan insanlarında bize yakıştırdıkları ya “Rejim düşmanlığı, ya da Amerikan uşaklığıydı.”

Nedense konuşmuyor, düşünmüyor, sorgulamıyor, anlamak istemiyor, sadece yargılıyorduk, karşıtlarımızın “hain, düşman, işbirlikçi, millet düşmanı, Rus uşağı” olduğuna dair sürekli besleniyorduk.

Bu bir itiraf değil tespit.

Bir itirafta bulunmak gerekirse o da şudur; biz sağcılar “vatan, millet, din, iman” derken, Kemalistler değil ama Marksist ve sosyal demokratlar “Emek, özgürlük, eşitlik” derken daha insani talepleri dillendiriyordu.

Yaptığım paylaşımlardan sonra bazı arkadaşlar bu sıralamaya karşı çıktılar.

Özellikle Kılıçdaroğlu için olanını...

Doğrusu Kılıçdaroğlu'nun üslubu son zamanlarda değişmiş olsa bile, alışkanlıklar devam ediyor.

Ve bu sebeple, son zamanlarda öne çıkan “demokrasi” vurgusu seçmen nezdinde şüpheyle karşılanmakta.

İktidarın zafiyetine rağmen CHP’nin oylarının artmaması buna delildir.

Evet, geçmişte ve halen devam eden zehirlemenin etkisinin toplumda hemen biteceğini inanacak kadar saf değilim.

Yeni hükümet sisteminde zorunluluk olarak ortaya çıkan ittifaklar bu zehirlenmeyi beslemektedir.

CHP ve onun etrafında şekillenen politik tavrın, muhalif medyanın mensupları tarafından; Millet ittifakının mevcut yönetimden rahatsız olanları toplama ve ittifakın zorunluluk gibi pompalaması da zehirlenmeyi desteklemektedir.

Bu tutum doğru değildir ve birçok sıkıntı barındırmaktadır.

CHP, özellikle HDP konusunda açık ve net değillerdir.

HDP’ye bakış, Millet ittifakı içinde sıkıntı oluşturmaktadır.

Mademki, ittifak halinde seçime gitmenin siyasi, sosyolojik sıkıntıları var çözüm için, “mesele bazlı ve ilkeler düzeyinde ortak çalışmaya” yoğunlaşılmalıdır.

HDP ile ittifak sizin için sıkıntı içeriyor ve bunu açık bir şekilde yapamıyorsanız başka partilerin ittifak içinde olmaya zorlanması makul değildir.

Seçmenin gönül rahatlığıyla oy vereceği partileri “kıskaç içine almak” çabası sıkıntılıdır.

İki kutuplu ve her biri diğerini “öteki muamelesi yapan zehirli dilin” etkileri olmuyormuş gibi davranmak gerçekçi değil.

Ülkenin sorunu sistem sorunudur.

Bu sorun, Erdoğan’ın şahsıyla bütünleşmiş olabilir.

Böyle oluyor diye, “Erdoğan giderse” sorun çözülür diyemeyiz..

Seçilenin aynı düzeni devam ettirmeyeceği ve seçildikten sonra mevcut düzenin değişeceğinin garantisi yoktur.

Bunun için kişilerden bağımsız “mesele bazlı işbirlikleri” öne çıkarılmalıdır.

Karşıtlık üzerinden yapılacak ittifak; “Adalet, demokrasi, hukuk, özgürlükler, gelir adaleti, yoksulluk ve yolsuzlukla” mücadele toplumsal talepler karşılanacak güvencesi vermemektedir.

İşte bu genel yaklaşımın baş aktörü olarak Kılıçdaroğlu ve geçmişte hiç iyi sicilleri olmayan medya mensuplarına güven yeterli değildir..

Buna bir örnek vereyim.

CHP’li ve gazeteci olan bir kişi, futbol maçında faul sebebiyle oluşan boşlukta oruç açan futbolculara “Kime mesaj veriyorsunuz?” ithamında bulunması seçmen nezdinde var olan güvensizliğin anlamsız olmadığını göstermek için yeterlidir.

Unutmayalım bu ülkede 28 Şubat gibi dini özgürlük karşıtı dönem yaşandı.

Bu genel politik tutumdan sonra Kılıçdaroğlu’yla alakalı olarak şu özel örneği de vereyim.

Kılıçdaroğlu İçişleri Bakanı hakkında “10 kuruşluk” dava açtı.

“Neden 10 kuruş?” sorusunu soran gazeteciye “değeri o kadar olduğu için” cevabını verdi.

Keşke “1 Kuruşluk açsaydı ve sembolik olarak açtık, para kazanmak amacında değilim” deseydi.

Evet, ortaya koyduğu üslup sebebiyle Süleyman Soylu’ya hiç sempatim yok.

Ama ben duymuyorum diye kültürümüzde kişiyi aşağılamak için kullanılan “Kaç paralık adamsın” deyimini toplumsal hafızada hatırlatmayı da onaylayacak, Soylu gibi milletin kürsüsünden “”Oh, oh!” demesinin benzerini destekleyecek değilim.

Temiz siyaset için öncelikle zihnimiz donanımlı ve temiz olmalıdır.

Zihnimiz donanımlı ve temiz olursa dilimizde, eylemlerimizde edepli, insani, ahlaki ve bilgi yüklü olur.

Topluma ısrarla bu mesaj verilmelidir.

Bu tavrı karşıdan beklemeden yapmalıyız.

Tolum ve muhatabımızla karşıtlıklar üzerinden değil, ortak değerler üzerinden konuşmak güvenilirlik için elzemdir.