Ellerinde şişe Bekri Mustafa ve Urfalı Hacı Ahmet Ağa’nın birbirine yakın olan mezarlarının başlarına gelen serhoşlar, kafalarına diktikleri şişeleri soluk almadan içerler, kalanını gülsuyu niyetine mezarların üzerine serperlerdi.

He ne kadar popüler kültür ve toplumdaki vurdumduymazlık karşısında örselense de dini ve milli bayramlarımız bizi millet yapan önemli inanç ve kültür değerlerindendir.

Milli Bayramlar yeni kuşaklarda tarih bilinci oluşturmak yönüyle, dini bayramlar da kardeşlik, hoşgörü ve yardımlaşma açısından hayati öneme sahip kültür öğeleridir.

Buna en canlı örnek Çanakkale Savaşı’nın yıl dönümü olan 18 Mart Haftası’nda Avustralyalı gençlerin her yıl dedelerinin hatırasını yad etmek amacıyla onca yolu katederek Anzak Koyu’na çıkarma yapmak için Çanakkale’ye gelmeleridir.

Pandeminin de üzerine tuz, biber ekmesiyle bu bilincin bizde yıl geçtikçe azaldığı gözlemleniyor. Üzülerek söylemek gerekir ki, bunun arkası milletçe çözülmedir.

Günümüzde geçerli olan fikir ve düşünceye dayanmayan kuru ve içi boş hamaset ise çözüm değildir. Aynı tehlike yıl geçtikçe sahil kenarlarındaki tatile dönüşen dini bayramlar için de geçerlidir.

Her iki bayramın önemine aynı eserde vurgu yapanlar da vardır, bunların başında da Süleymaniye’de Bayram Sabahı Şiiri ile Yahya Kemal Beyatlı gelir.

O, Artarak gönlümün aydınlığı her saniyede/ Bir mehabetli sabah oldu Süleymaniye’de/ dizeleriyle başlayan o ölümsüz eserinde bu iki değeri birleştirmiş dini bayramlara “asker bir millet” olmamıza bağlı bir de milli kimlik kazandırmıştır.

Onun ifadesine göre Süleymaniye’de bayram namazı kılmak için toplananlar sadece yaşayanlardan ibaret değildir.

Dokuz asırlık bir zamanda Osmanlı Coğrafyası’nı kendine vatan yapmak için katıldığı Malazgirt ile başlayan ve Kosova, Varna, Niğbolu, Çaldıran, Mohaç’la devam eden savaşlarda şehit düşen askerlerin ruhlarının, Van’dan İzmir’e ve Üsküdar’a kadar bu milletin manevi olarak bu mabette hazır olduğunu söyler.

Ona göre bu Ulu Mabet Süleymaniye bünyesinde toplanan bu cemaatle tarihe şahitlik etmektedir.

Yahya Kemal oruç tutmasa da tutanlara hayrandır, onların neşelerini gözlemlemek için oturduğu Moda’dan Ramazan^da muhafazakâr kesimin oturduğu Üsküdar’daki Atik Valide’den İnen Sokak’a gider ve der ki:

Tenha sokakta kaldım oruçsuz ve neş’esiz,/Yurdun iftarından uzak kalmanın gamı,

Hatsiz yaşattı ruhuma bir gurbet akşamı,/ Bir tek teselli oldu bu derdime,

Az çok ferahladım dedim kendi kendime,/ Onlardan ayrılış bana her an üzüntüdür/,

Mademki, böyle düşüncelerim kaldı, çok şükür.

Şiir’de belirttiği gibi Yahya Kemal oruç tutmadığını saklamaz, ama Büyükada’da iki hamalın arasında kıldığı bayram namazında olduğu gibi bayram namazlarından büyük bir haz duyar.

Bundan aldığı zevki Yahya Kemal “Kardeşlerim Müslümanlar, bütün cemaatin arasında yalnız benim vücudumu hissediyorlardı. Ben de onların bu nazarlarını hissediyordum,” der.

(Yeri gelmişken bir konunun altını çizmem gerekiyor; kendini Müslüman olarak tanımlayan Allah’ın varlığına, Hz Muhammed’in Peygamberliğine ve Ahiret gününe inanan herkesin Allah ile arasındaki ilişki özel bir ilişkidir ve sonucunu kimse bilemez.

O nedenle bu çerçevenin dışına çıktığını açıkça beyan etmediği sürece kimse bir insanın inancını sorgulama hakkına sahip olmadığı gibi ibadet konusunda kıldığı ya da kılmadığı namaz veya tuttuğu ya da tutmadığı oruç hakkında bir yargıda bulunma yetkisi yoktur, bu yetki sadece Allah’a aittir.)

Dini bayramları kutlayanlar sadece mütedeyyin vatandaşlar değildi. Tarihçi-Yazar Murat Bardakçı’nın belirttiğine göre ayyaşlar ve esrarkeşler de kendi usullerine göre bayram kutlaması yaparlardı. (Haber Türk.02.05.2022)

Onun anlattığına göre:

Ramazanda şimdikiler gibi ağızlarına içki koymayan yahut esrar vesaire çekmeyen alkoliklerle esrarkeşler bayramın gelmesini dört gözle bekler, o gün büyük bir coşkuyla kendilerine özgü başka bir bayram kutlaması yaparlardı.

Ama bu kutlama öyle büyükleri ziyaret ederek ellerini öpme şeklinde gerçekleşmezdi, ayyaşların neredeyse evliya derecesinde gördükleri iki kişinin mezarına gidilir, vur patlasın, çal oynasın eğlenilirdi.

1908 İkinci Meşrutiyet’in ilanına kadar İstanbul’da devam eden bu eğlenceli kutlama için Edirnekapı tarafında tuhaf bir kafile toplanır, sur kapılarından dışarı sessizce yürümeye başlanırdı ki, bunlar şehrin en iflah olmaz esrarkeşleri ve serkeşleriydi.

Otakçılar’a vardıklarında sayıları daha da artar, ellerinde içki şişeleri, kafalarına dike dike kalabalık bir grup halinde İstanbul’un tarih boyunca gördüğü en namlı serhoşu ile esrarkeşinin kabirlerinin bulunduğu mezarlığa dalarlardı.

İlk mezar içici Bekri Mustafa’ya aitti, ikincisi ünlü esrarkeş Urfalı Hacı Ahmet Ağa’ya… Bayram işte bu kabirlerin başlarında kutlanırdı.

Bekri Mustafa 1V. Murat döneminin meşhur serhoşudur ve Padişah’ın tebdili kıyafetle sohbetine katılmak için uğradığı şahısların başında gelir.

(Aynı zamanda hafız olan Bekri Mustafa’nı asıl mesleği yorgancılıkken içki içmeye başlayınca mesleği bırakır. Daha sonra 1V.Murat’ın isteği üzerine içkiyi bırakır ve Padişah da kendisini Küçükayestefenos Camii imamlığına tayin eder.

Bir gün bir cenaze namazını kıldırmasının ardından cemaatten izin isteyerek tabutun başucunda mevtaya bir şeyler söyledikten sonra kaldırabileceklerini söyler.

Meraklılardan birisi ne söylediğini sorunca:

-Dedim ki, aşağıdakiler yukarıdakileri sorarsa de ki, Bekri Mustafa Küçükayestefenos Camii’ne imam olmuş de, gerisini onlar anlar, dedim, der)

Ellerinde şişe Bekri Mustafa ve Urfalı Hacı Ahmet Ağa’nın birbirine yakın mezarlarının başına gelen serhoşlar kafalarına diktikleri şişeleri soluk almadan içerler, kalanını da gülsuyu niyetine mezarların üzerine serperlerdi.

Bu hareketleriyle mezarı kutsadıklarını düşünür sonra da bayram ikramı faslı başlardı. İkram da serhoşların ikişer ikişer karşı karşıya gelerek ceplerinden çıkardıkları şişeleri birbirinin ağzına tutmalarıydı.

İkili gruplara katılmayanlar da tek başlarına içerler oracıkta sızar kalırlardı. Bayram töreni  burada bitmez, mezarlar yazları papatya, gül benzeri çiçeklerle,kışları ise defne,mersin gibi sert yapraklı bitki dallarıyla serhoş aklınca süslenirdi.

Esrarkeşlerin bayramlaşması ise serhoşların bayramlaşmasına benzemezdi. Hacı Ahmet Ağa’nın mezarının etrafına halka halinde oturulur, kalın sarılmış sigaraları elden ele dolaştırılarak nefeslenilirdi.

Tören mekânı bazı zamanlar daha ilerilere taşınır, kır kahvelerinde devam eder, resmi elbiseli polisler aralarında dolaşır, esrar çekmek yasak olduğu halde kimseye bayram süresince müdahale etmezdi.

Bu tuhaf bayram kutlaması Edirnekapı’daki sur kapısında son bulur, mezarlıktan buraya kadar gürültüyle gelen kafilenin sesi kapıdan içeri girmesiyle kesilir, ayyaşların ve esrarkeşlerin bir sonraki bayrama kadar sesleri, solukları çıkmazdı.

Bayram geleneğinin bizim kültürümüzde böyle eğlenceli tarafları da vardır.