"Köyün birinin yakınında bir dağ varmış. Dağın içinde bir ejderha yaşarmış. Köylüler ejderhanın şerrinden korktuklarından her yıl düzenli olarak ona hediyeler gönderirlermiş.

Arada bir köyden bir yiğit delikanlı çıkar; ejderhayı yok edeceğini söyleyerek kılıcını alır gidermiş.

Ama nice yiğitler gitmiş; dönen olmamış.

Gel zaman git zaman bütün yiğitlerden daha yiğit, namı bütün bölgeyi almış başka bir delikanlı çıkmış köyden.

O da ejderhayı yok etmek niyetlisi imiş. Akrabaları, dostları onu bu işten vaz geçirmek için çok uğraşmışlar.

Gidenlerin dönmediğini çok söylemişler; ama nafile.

Genç yiğit azığını ve kılıcını alıp yola çıkmış. Dağa varmış; kısa bir araştırmadan sonra ejderhanın inini bulmuş ve kılıcını çekerek içeri girmiş.

Bir müddet inde ilerledikten sonra karşısına korkunç ejderha çıkıvermiş. Genç soğukkanlılığını kaybetmemiş. Kılıcını olanca gücüyle ejderhaya indirmeye başlamış; ejderhanın hamlelerini de ustalıkla savuşturmuş.

Bu vuruşma kısa bir süre sonra ejderhanın ölümü ile sona ermiş.

Mağara gencin zafer çığlığı ile yankılanmış.

Genç heyecan içinde ileri geçip mağarayı araştırmaya başlamış.

Gözleri kamaştıran zengin bir hazine bulmuş; tabii etrafa saçılmış birçok kurbanın kemiğini de görmüş.

Ancak bir şey dikkatini çekmiş.

Bu kemiklerin arasında hiç insan kemiği yokmuş.

Genç buna bir anlam verememiş; öyle ya bunca yiğit bunca yıldır bu dağa ejderha ile karşılaşmaya gelir ama hiçbiri dönmezmiş; ama ortadaki kemikler ancak hayvanlara ait olabilecek kadar büyükmüş.

İşte ne olduysa o anda olmuş.

Genç birden titremeğe başlamış.

Kılıcı tutan eline baktığında dehşet içinde kaba tüylerin derisini kapladığını, tırnaklarının uzayıp sivrildiğini, dar gelen elbiselerinin parçalandığını görmüş. Bağırmak istemiş; ama ağzından korkunç bir homurtu çıkmış.

Çünkü bir ejderhaya dönüşmüş."

Masal size neyi hatırlatır bilmiyorum.

Ben okuduğumda güzel ülkemde yaşanan iktidar mücadelesini hatırladım.

Çok iyi niyetlerle, bedel ödemeye hazır bir cesaretle çıkılan yolda, iktidar ele geçirildiğinde gücün; "iyi niyetli cesurların" karakterini nasıl değiştirdiğini hatırladım.

O saatten sonra kavramların nasıl ve yeniden nasıl tahrif ve tarif edildiğini hatırladım.

Artık güç ele geçirildikten sonra bütün evrensel değerler ve iyiliklerin "önce biz" çıkarcılığına evrildiğini hatırladım.

Kötülük yapması muhtemel muarızlar yerine o kötülükleri "bizim" işleme hakkımız olduğu savrulmalarını hatırladım.

En kötüsü; "biz ve onlar" diyerek siyaset zemini üzerinden inanç zemini oluşturulduğunu hatırladım.

Hatırladığımda yüreğimi acıtan "ahlaksızlıkların" ahlak adına, din adına nasıl da yüceltildiğini hatırladım.

Yalan söylemenin, iftira atmanın, algı yönetmenin, suizanda bulunmanın sıradanlaştırıldığını hatırladım.

"Çürük, kurtlu, kimyası değişmiş" bulgur üzerinden çürümenin, kurtlanmanın nasıl savunulduğunu hatırladım.

Ha! Birde Türk siyasetinin "sağı bölmeyelim, ehveni şer" diskurunu hatırladım.