Eğer bir kurumda yönetici zaafından doğan bir idari boşluktan dolayı her kafadan bir ses çıkıyorsa, personel derdini müdüre, rektöre, amirine doğrudan anlatamıyorsa o kurumda ne dirlik, ne huzur, ne de düzen olur.

Doktorlar ve tümden sağlık çalışanları ücretlerinin ve özlük haklarının iyileştirilmesi ile ilgili eylemleriyle uzun zamandır gündemdeler.

Maddi durumlarını iyileştirmek isteyenlerden fırsatını bulan, gözünü karartan bazıları yurtdışına gitmeyi tercih ettiler, çoğunluğu akademisyen olan bazıları da ya görevli bulundukları üniversiteden özel hastanelere transfer oldular ya da özel muayenehane açtılar.

Bu durumdan en fazla etkilenen üniversite hastanelerinin içinde, Sağlık Bakanlığı verilerine göre de Adnan Menderes Üniversitesi Hastanesi ön sıralarda yer alıyor.

Giden doktorların öncülük ettikleri sağlık ünitelerinde ya hizmetler ağır, aksak yürüyor ya da o birimler kapanıyor.

Örnek konunun uzmanı akademisyen Adnan Menderes Üniversitesi’nden ayrılarak özel bir sağlık kuruluşuna geçtiği için Organ Nakli’nin bir hayli zorlaştığı görünüyor.

Keza konunun öncüsü durumundaki akademisyen de başka bir üniversiteye geçmeyi tercih ettiği için Tüp Bebek Ünitesi de bu gün kapanmakla karşı karşıyadır.

Aydın’da başka yerde tedavi imkânı bulunmadığı için en fazla hasta yoğunluğu yaşanan onkoloji servisinde devamlı çalışan tek akademisyen vardır ve bu serviste unvanlı doktor sıkıntısı had safhadadır.

Kaldı ki, bu hastalığa yakalananlar diğer hastalara göre daha çok morale ihtiyaç duydukları için kemoterapi kadar terapiye de ihtiyaçları vardır.

Zaten yeterince tedirginlik içindeki hastayı kemoterapi süresince olacaklar hakkında bilgilendirerek rahatlatacak, moral verecek olan da akademisyendir.

Bu da doktorun her hastaya daha fazla zaman ayırmasıyla mümkündür. Günde 50 hastanın manyetik rezenonans(M.R) görüntülerini ve bunlarla ilgili raporları incelemek zorunda kalan bir akademisyen nasıl zaman bulacak da hasta ile yapacağı hasbıhalle ayrıca psikolojik terapi hizmeti verecek?

Buna rağmen onkoloji servisinde hizmetler eksiksiz yürüyorsa bu o akademisyenle birlikte doktorların ve yardımcı servis elemanlarının fedakârlıkları sayesindedir.

Ama bu özverinin de bir sınırı vardır.

Burada yapılmak istenen bu akademisyen de başka bir hastaneye transfer olursa ne yapılacağını yetkililere hatırlatmaktır.

Ayrıca hastanenin acil hematoloji, ortopedi ve endokrinoloji servislerinde poliklinik hizmeti verecek öğretim üyesi doktora ihtiyaç vardır.

Bu eksikliği yeterli asistan doktorlarımız kapatmaktadır, diyerek savunanlar çıkabilir..

Elbette yetenekli yarının doktor adayı asistanlar ellerinden gelen hizmeti vermektedir ancak hasta üniversiteyi ama bir doktorun ama bir tanıdığının yönlendirmesiyle tercih etmiş olabilir, her nasılsa bu onun tabii hakkıdır, o takdirde de o tercihe de hastane yönetimi cevap verebilmeli.

Kaldı ki, bu tezi savunanlar ihtiyaç duyduklarında ilk tercihleri büyük ihtimalle akademisyen doktorlar olacaktır.

Adnan Menderes Üniversitesi Hastanesi’nde sorun akademisyen doktorların özel hastane ya da başka üniversitelere geçmeleriyle de bitmiyor.

Birçok akademisyenin özel muayenehane açmaları da hastalar açısından diğer bir sıkıntı kaynağıdır.

Çünkü özel muayenehanesi olan doktorlar Üniversite’de poliklinik hizmeti verip vermemekte serbestler.

Ayrıca ameliyatları Üniversite’de yapabildikleri halde genelde tercihleri anlaşmalı oldukları özel hastaneden yana oluyor ki, bu da bir ameliyatın vatandaşa pahalıya mal olması, hele bir de maddi durumu yetersizse imkânsız demek.

Bir de özel muayenehaneleri olmayıp da mesai haricinde özel hastanelerde çalışma izni verilmiş olan akademisyen doktorlar var ki, ameliyat söz konusu olduğunda onların da tercihleri genelde özel hastane yönünde oluyor.

 Üniversite Hastanesi’nde acil çözüm bekleyen sorunlardan en önemlisi de MR. çektirmek isteyene 6 ay sonrasına gün verilmesidir ki,buna da neden söylenene göre ikinci cihazın arızalı olmasıdır.

Bu durumda ameliyatlı hastalardan bir ay,üç sonraki periyodik kontrolleri için film çektirmek zorunda olanlar ne yapacak,bunu hastane başhekimi hiç düşündü mü acaba?

Oysaki her gün binlerce TL fatura kesmekle övünülen bir hastane yönetimi görev başında bulunuyor, demek ki, mesele maddiyat değil,meseleyi dert edinmemekte….

İnsan yaşananlar karşısında sormadan edemiyor, ADÜ’de sağlık sistemini ne ara kimler bu duruma getirdi?

Eğer günümüzde Aydın Adnan Menderes Üniversite’sinden özel hastanelere ya da üniversitelere yoğun geçişler yaşanıyorsa kanımca nedeni yalnızca maddiyat değildir.

Her ne kadar doktorlar tatminkâr bir ücret almasalar da insanların kurumlarında huzuru yerindeyse, ağzının tadını bozacak bir tedirginlik yaşamıyorlarsa, hele bir de Aydın gibi yaşam şartları her yönüyle rahat bir kenti bulmuşken neden başka yerlere gitmek zorunda kalsınlar, buna ilk başta aileleri rıza göstermez.

Demek ki, onları bu yer değişikliğine zorlayan başka nedenler var ki, onlar üzerinde durulmalı ve, ilk olarak da halihazırdaki yöneticilerin yönetim tarzları sorgulanmalı.

Bizim kültürümüzde yöneticiliği anlatan çok güzel deyişler vardır. Bunlardan biri de “at sahibine göre kişner,” sözüdür.

Yönetici ehil ve kaliteli olursa personel de yaptığı işi o oranda ciddiye alır ve kusursuz yapmaya çalışır.

Zira bir hikâyesi, bir aşkı olan yöneticilerin samimiyetini ve inancını gören personelde kendiliğinden bir ekip ruhu oluşur, başarı için geriye sadece yöneticinin personeli motive etmesi kalır...

Yeter ki, yönetici doğruluğu, dürüstlüğü, vakarı ve yetim hakkına kalkan olmasıyla, herkese örnek olsun, kurumda, bulunmadığı anlarda bile otoritesi, adaleti her daim hissedilebilsin.

Zira dinimize göre de örfümüze göre de devletin dini adalettir, asıl olan o adaleti sağlayabilecek olanları göreve getirebilmektir.

Ayrıca iyi insan olmakla iyi yönetici olmak farklı kavramlardır. İradeli olmayana, yetki kullanmaktan aciz, ,tükürdüğünde sakalına zarar verecek derecede yumuşak huylu adaleti tesis edemeyecek olanlara yöneticilik verilmez..

Aksi halde hem kendine hem de kuruma, devlete zararı dokunur.

Eğer bir kurumda yönetici zaafından doğan bir idari boşluktan dolayı her kafadan bir ses çıkıyorsa, personel derdini müdüre, rektöre, amirine doğrudan anlatamıyorsa o kurumda ne dirlik, ne huzur, ne de düzen olur.

Güven ve itimadın olmadığı bir sistemde de yağcı ve kumpasçıdan geçilmez.

Ne yazık ki, son dönemlerde yöneticilerin gerek sınavla gerek ehliyet ve liyakat aranmaksızın atanması yönetim sistemimizi yozlaştırdı.

Bir de bunun üstüne siyaset alanındaki vasatlık yani kalitesizlik, bileşik kaplar misali kurumlara ve üniversitelere de sirayet etmesiyle  ekip ruhu yani ortak akıl yok oldu.

Çünkü seçildiği makamın konforu ve nimetleri karşısında gözleri kamaşan ve aklına “ikinci kez nasıl atanırım” sorusu düşen, rektörler, yöneticiler sanki kurum yöneticisi olduklarını unuttular, siyasetçiye sığındılar.

Eğer bu gün bırakın öğretim üyelerini dekanlar bile rektörlerden randevu almakta zorlanıyorsa ve onlarla yapılmayan görüşme siyasetin en alt kademesindeki bir yöneticisinden esirgenmiyorsa orada kurum içi ahengin varlığından bahsedilemez.

Yine rektörler senato toplantılarının yarısından fazlasına katılmıyorsa, müdürleri mesaiye uymuyorlarsa, yardımcıları ile aralarında iletişimsizlik sorunu yaşanıyorsa o kurumda ya da üniversitede otoriteden de, ortak akıldan da söz edilemez.

Denetimin olmadığı, başıboşluğun hüküm sürdüğü bu tür kurumlarda en fazla rahatsız olanların başında da ehliyet ve liyakat sahibi olan alt kademe yöneticileri ve personel gelir.

Çünkü kifayetsiz muhterislerin yani vasat takımının bir özelliği de hazımsızlıklarıdır. O nedenle bu güruh liyakat sahibinden, işini düzgün yapandan nefret eder, türlü hile ve kumpaslarla onları çevrelerinden uzaklaştırmanın yollarını ararlar, hesabını yaparlar.

Bu tür olayların yaşandığı kurumlarda ne güven kalır ne de çalışma zevki…Bir yolunu bulanlar  ne şeytanı gör, ne de salâvat getir diyerek ilk fırsatta orayı terk ederler.

Kaçacak konumda olmayanlar da kimisi atölye açma, kimisi bilimsel çalışma yapma kimisi de özel muayenehane açma bahanesiyle kurumdan uzaklaşmanın çaresine bakar.

Bilmem anlatabildim mi?