Yalan söylemek, örfümüze, inançlarımıza, hukukumuza göre yasaktır, meşru değildir, suçtur, yalan söylemenin mazereti yoktur.

Yalan söylemek, sıradan vatandaşlar için hangi anlamı taşıyorsa, devlet yöneticileri için daha fazla anlam taşır.

Neden?

Çünkü, devlet idarecileri ve bir topluluğa temsil durumunda olanların, o makamda oldukları müddetçe yalan söylemelerinin etki alanı aynı değildir.

Zira, suçun mahiyeti, etki alanı değişmiş, toplumu aldatmaya dönüşmüştür.

Son günlerde devlet yönetiminde bulunanlardan her biri, yalan söylemeyi yol haline getirmenin ötesine taşımış iftira atmayı da sıradanlaştırmıştır.

Nasıl?

Öncelikle, ilan edilen enflasyon rakamları, ekonominin sair ülkelerle kıyaslanması, demokrasi ve özgürlükler konusunda geldiğimiz yer, muhalif partilere atılan iftiralar, hasılı iktidarda kalmaları için ne yapmaları, ne söylemeleri icap ediyorsa onu söylemeleri ve yapmaları sebebiyle..

Son olarak Cumhurbaşkanı yardımcısı olarak görevli atanmış, Fuat Oktay elinde hiçbir belge yokken "Altılı Masa" etrafında işbirliği çalışması yapan ve yaptıkları çalışmalar hakkında kamuoyuna bilgi veren muhaliflerin çalışması hakkında yalan söylemiş, muhalif partilere iftira atmış, masada terör örgütü PKK'nın varlığından ve muhalifleri ülke düşmanlarının yönettiğini söyleyerek.

Kimdir Fuat Oktay?

Atanmış bir görevli.

Görevi nedir?

Cumhurbaşkanı yardımcılığı.

İktidar partisinde bir görevi var mı? hayır.

Yani doğrudan siyasi kimliği yok.

Peki, iktidarın yalanları bununla sınırlı mı?

Hayır.

Hatırlatmak istiyorum.

Ekranlarda her ay bir öncesinden daha iyi olacak diyenler, bir sefer olsun yanıldık dediler mi? hayır.

Merkez Bankası boşaltılırken, 128 milyar dolar heba edilirken ne dediklerini henüz unutmadık.

O günlerde herbiri ayrı yalan söylenmiş toplumdan gerçeği saklamıştı.

Kamu Özel İşbirliği marifetiyle satın aldıkları hizmetin içeriği, anlaşma şartlarını içeren sözleşmeleri topluma açıkladılar mı? hayır.

Son olarak Kaşıkçı cinayetinde esip gürleyenler, şimdi sanıkları Suudi yönetimine verirken topluma gerekçe açıkladılar mı?hayır.

Bunlar ilk akla gelenler.

Hatırlıyorum.

Ak Partili olduğum yıllarda 2004 yılı Aydın il kongresinde salonu "Hortumları Kestik, Hortumlara Uzan'dık" pankartlarını gururla asmıştık.

Şimdi Kamu Özel İşbirliği marifetiyle iktidarın aldığı hizmetin maliyetinin nereye varacağını bilmiyoruz.

Çünkü, bu sözleşmeler toplumdan gizleniyor, adeta bugünün değil, gelecek nesillerin cebine; hortum değil, boru hattı döşeniyor.

Nerde şeffaflık, nerede hesap verilebilirlik?

İnsan sormadan edemiyor.

Hiç yüzünüz kızarmıyor mu?

Nereden nereye?

Demokratik, Şeffaf, Özgür, Gelir adaleti, Hukuk devleti idealinden gelinen yer, parti devletine dönüştü.

Oysa Ak Parti, oligarşik, vesayetçi kamu düzeninden şikayetçiydi.

O vakitler, vesayetçi, bürokratik oligarşik yönetim, açıktan çalışmıyor, yaptıkları için hukuki olmasa da yasal yetkilerinden bahisle seçilmişleri sınırlandırıyor ve nihayetinde de yapmak istedikleri meclis yoluyla engelleniyor, demokrasi ve hukuk çalışıyor, Milli İrade etkinliğini gösteriyordu.

Şimdi ise, Milli İrade yok sayılıyor.

İktidar seçilmiş olmakla aldığını düşündüğü yetkiyi hoyratça, fütursuzca, demokrasi ve hukuk dışı yollarla sürdürüyor.

Kendileri seçilince "Milli İrade" havarilesiler..

Ama bilin ki, "Milli İrade" seçilmişlerin tamamını kapsar, buna HDP'de dahildir.

Çoğunluk bizde diye dışınızda kalanları yok sayma hakkınız yoktur.

Milli İrade'nin mütemmim/tamamlayıcı cüz'ü olan muhalefetin en büyük temsilcisinin lideri Kılıçdaroğlu'na devletin kurumlarının kapısı kapanıyor, kurum ziyaretleri engelleniyor.

Hatta, randevu taleplerine cevap dahi verilmiyor.

Geldiğimiz yere bakar mısınız!

Yazık, çok yazık!

Ak Parti iktidarının ülkeye getirdiği demokratik standart işte burası.

Atanmışlar seçilmişlere, Milli İradenin mütemmim cüz'üne cevap dahi vermiyorlar.

2001 yılında yola çıkarken liderinin eşitler arasından seçileceğini, liderler demokrasisinin son bulacağını söyleyerek, topluma taahhüt eden, yüksek demokratik standartlar vadeden Ak Parti, şimdi Erdoğan'ın partisine dönüşmüş ve ağzından her çıkan kanun haline geliyor.

Erdoğan etrafında şekillenen otokratik düzen; ahlakı, hukuku, meşruiyeti dikkate almadan yalanlarla toplumu kandırmaya çalışıyor.

Söyledikleri yalanlarla, otokratik devlet yönetiminin topluma maliyeti;hergün değerini yitiren Türk lirası, sabit gelirlilerin; emeklinin, işçinin, memurun, dulun, yetimin, özürlünün, tarımın, küçük esnafın, sanayicinin yüksek enflasyon altında ezilmesi, ülkemizin enflasyon sıralamasında Zimbabwe'den sonra ikinci duruma düşmesini gizlemek, TÜİK verileriyle oynayarak algı oluşturmaya çalışmak.

Dediğim şudur; ülkenin istatistik kurumu şaibe altında..

Hukuku şaibe altında..

Demokrasisi şaibe altında..

Bürokrasi şaibe altında..

YSK şaibe altında..

Hal böyle olunca; söylenen yalanlar iktidarı kurtarmıyor, toplumda güven bunalımı her geçen gün yükseliyor.

Çünkü, ahlakın, hukukun, gelir adaletinin olmadığı yerde güven olmaz.

Güvenin olmadığı yerde istikrar hayaldir.

İktidarın; yalanlar, suçlamalar, tehditlerle ve baskıyla istikrarı sürdürmesi mümkün değildir.

Bu şartlarda, toplumsal muhalefetin dalga dalga yükselmesi ve yayılması da uzak değildir.

Bizden söylemesi…