80’li yılların ilk çeyreğinden sonra başlayan etnik terör belasıyla karşılaştı bu ülke.

O yıllarda başlayan etnik terörün ürettiği devasa sorunlarla boğuştuk.

Terör sebebiyle hem maddi, hem siyasi, hem de toplumsal yaralar aldık.

Devletin beyanına göre 40 binin üzerinde insanımızı en verimli çağlarında kaybettik.

Ve hala ülkemizin üzerinde karabasan gibi duruyor bu bela.

Abdullah Öcalan'ın yakalanmasıyla bir umut doğmuştu oysa "İşte dedik, yılanın başını yakaladık, artık terör bitecek, onlarca yıldır yaşanan cinayetlerin hesabı sorulacak! " dedik.

Ama öyle olmadı.

Kan durmadı, terör bitmedi…

Sonra Ak Parti tek başına iktidar oldu. İktidarının ikinci on yılında "Silahlar sussun, akan kan dursun!" diyerek 'Çözüm süreci' başlatıldı.

Heyetler kuruldu, yol haritası belirlendi, görüşmeler başladı, süreci anlatmak için 'Akil adamlar' heyeti kuruldu.

Topluma sürecin niçin yapıldığı anlatılıyor, oluşabilecek infialleri engellemeye dönük çalışmalar yapılıyordu.

Devlet, yıllardır devam eden, birçok tarafı olan 'Kürt sorunun' çözümü için bütün toplum kesimlerinin katıldığı 'Açık kalp ameliyatı' yapıyordu.

Hastanın 'enfeksiyon' kapma ihtimali yüksekti.

Nihayetinde korkulan oldu, süreç sonlandırıldı.

Umutlarımız kırıldı, yeniden başa döndük.

O günlerde de çözümün adı ve yöntemiyle ilgili itiraz ve önerilerimiz olmuştu.

En önemli itirazımız ise ismine dairdi.

'Kürt sorununa münhasır çözüm yerine demokratikleşme hamlesi olarak isimlendirilmesinin' doğru olacağını yazmıştım.

Yani sorun her ne kadar 'Kürt sorunu' olarak bilinse de, bu adla çözüm aramanın sakıncalı olacağını düşünüyordum.

Gerçekte terörü bir tarafa bırakırsak sorun 'Devlet Toplum-Devlet Birey' ilişkisinde şekillenen 'Hukuk devleti ve demokrasi' sorunuydu.

Her neyse istenen olmadı, hedefe ulaşamadık.

Sorun, devlet ve örgüt eliyle çözülemedi.

Şimdi ne yapmalı?

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçtiğimiz günden bu güne daralan demokratik ve siyasi hayat, toplum üzerinde oluşan otoriter atmosfer, muhaliflerde ortak mücadele ihtiyacı doğurdu.

Bu ihtiyaca binaen muhalif kesimde yer alan Kürtçü siyasi hareketin temsilcisi kabul edilen HDP'nin temsil ettiği siyasetin aktörleri ile diğer muhalif unsurlar arasında demokratik işbirliği oluşmaya başladı.

Bütün bunları niçin yazdım?

Kronik sorun, bütün yönleriyle ortada duruyorsa çözüm arayışının sürmesi kaçınılmazdır.

Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi tarafları işbirliğine 50+1'i bulma zorunluluğunu getirmişken işbirliği kaçınılmazdır.

Bu şartlarda taraflar, 'Küstüm oynamıyorum' diyemez.

Mademki, devlet ve örgüt arasında yürütülen çözüm arayışından sonuç alınamamıştır.

O halde, sorunun çözümü için sivil siyaset inisiyatif almalıdır.

Devlet ve örgüt başaramadı diyerek sorunun çözülme ihtiyacı görmezden gelinemez.

Sivil siyasetin de, devletinde böyle bir hakkı olamaz.

Devlet ve örgüt aklı, beklentileri çözemediyse sivil siyaset çözmek için çaba göstermelidir.

Muhalif siyasi blokta, meydana gelen demokrasi, hukuk devleti arayışı terörle ilintili sorunun çözümünde de imkân olarak görülmelidir.

Uzun zamandır verilen mücadele; kanın durması, terörün bitmesi için yapılması gereken; “Çözüm Süreci”nde devlet ve örgüt aklının yapamadığını, toplumdan aldığı destekle sivil siyaset denemeli, çözüm için çaba harcamalıdır.

Geçmişte toplumsal desteği sağlayamayan ve toplumun taleplerini devlete iletemeyen 'Akil adamlar' projesinin eksik kalan taraflarını toplumsal meşruiyeti olan siyaset kurumu yapmalıdır.

Kısacası, siyasetin ve demokrasimizin kangrenleşen sorunun çözümüne sivil siyaset müdahil olmalıdır.

Amaç terörü durdurmak ve kalıcı çözüm üretmekse eğer, bırakalım siyasetin muhalif kanadı, soruna demokratik zeminde çözüm arasın.

Kürtçü siyasetin siyasi aktörü görülen HDP, kriminalize edilerek sorun çözülemez ve böyle davranmak doğru olmaz.

HDP ile yapılacak her görüşme ve ortak siyaset üretme, ilkesel işbirliği arayışlarını ihanet olarak görmek siyasetin alanını daraltır.

Bu tavrın ülkeye, siyasete ve demokrasiye faydası olmaz.

Ak Partinin, 'Çözersem ben çözerim' kibri ve bencilliği doğru değildir.

Alternatif çözüm yolları aramak, muhalif siyasetin öncelikli görevleri arasında olmalıdır.

Bu sebeple, muhalefet iktidarın yaptığı 'Terör/İhanet' suçlamalarına kulaklarını tıkamalı ve cesur adımlar atmalıdır.

Toplumsal, siyasal ve hukuki meşruiyeti tartışılamayacak kadar açık olan HDP, sürecin dışında tutularak çözüme doğru gidilecek bir adım yol olduğunu düşünmüyorum.

Muhalefet, HDP'yi demokratik zeminde sorunun çözümü için cesaretlendirmeli, yöneticilerini demokratik tutum almaya zorlamalıdır.

Siyasetin kuracağı çözüm zemini, devletin kurduğu çözüm arayışından daha rasyonel olacaktır.

Zaman, cesur ve topluma güven verecek adımları atma zamanıdır.

Demokrasi, özgürlük, eşit yurttaşlık, adalet ve hukuk devletini herkes için istediğimizde sorunun çözümü için önemli adım atılmış olacaktır.

Muhalif siyasi grup bu adımı atar mı? HDP'nin tutumu ne olur bekleyip göreceğiz,

Bu talep ciddi riskler içerse, toplumun bazı kesimleri tarafından duygusal tepkiler olsa bile, çözüm yolunda önemli bir adım olur.

Çözüm parti kapatmakta değildir.

Parti kapatmak akıl tutulması değilse nedir?