1930'lar, 40'lar değil, hatta 1980'lerin Türkiye'sinde değiliz.

2022 yılındayız.

Dünya eski dünya değil.

En azından üretim ve ulaşım sektörü mukayese kabul etmeyecek derecede ilerledi.

Bilgiye ulaşmak artık çok kolay.

Ülkeyi yirmi yıldır tek başına bu iktidar yönetiyor.

Ne yapmak istiyorsa onu yapıyor.

İdari, hukuki ve siyasi engel yok.

Buna rağmen ülkede işler iyi gitmiyor.

Hele, son beş yıldır hayli kötü gidiyor.

Ekonomide, hukukta, tarımda, sanayide, dış politikada, eğitimde, sosyal politikalarda, gelir adaletinde ve benzeri birçok alanda sıkıntılar günden güne büyüyor.

Ülke yönetilemiyor.

Yirmi yılın sonunda ülkeyi yöneten irade, geçmişi suçlayarak kusurlarını örtmeye çalışıyor.

Şu anda Isparta, kar yağışı nedeniyle kaderine terkedilmiş durumda.

Gelen haberlere göre komşu il Burdur'dan da üzücü haberler geliyor.

Isparta'da belediye yok!

Elektrik dağıtım şirketi yok!

Geçtiğimiz günlerde mega kent İstanbul'da kar yağışının yol açtığı ulaşım sorunları için kıyameti koparan iktidar çevresinden ses seda yok.

Neden?

Çünkü Isparta Belediyesi Ak Partili ve meclis çoğunluğu Cumhur İttifakında..

Hatırlarsanız, Ak Parti döneminde daha hızlı ve verimli olacak gerekçesiyle birçok kamu işletmesi gibi elektrik dağıtımı da özelleştirilmişti.

Bildiğimiz kadarıyla özelleştirmeler yapılırken alıcı firmaların yatırım yapmaları şartnamelere konuluyor.

Ama gel gör ki, ihaleyi alan firmalar tahsilatta şahin, yatırımlarda karga...

Bakım ücretini bile müşteriden alıyorlar.

Açma kapama bedeli borcunu zamanında ödeyemeyen aboneden tahsil ediliyor ve bu bedel insanı çıldırtacak derecede yüksek.

Buna rağmen, gelen haberlere göre ihaleyi alan firma elektrik iletim hatlarında herhangi bir yatırım yapmamış, eskiden kalma ağaç direklerle durumu idare ediyormuş.

Peki, elektrik dağıtım şirketi kimin?

Her yerde karşımıza çıkan meşhur Cengiz Holding’in.

Yaşananlar göstermiştir ki,

Enerji politikalarının ve EPDK'nın ciddiyetle ele alınması lazım.

Bir tarafta Isparta'da yaşanan rezalet, diğer tarafta vatandaşların evleri ve işyerlerine gelen, aboneleri çileden çıkaran faturalar...

Faturalar öyle ki, insanların barınma giderlerinin çok üzerinde.

Isınma ve aydınlanma giderlerimiz ödediğimiz ev ve işyeri kiralarının üstünde..

Ülkemizin birçok il ve ilçesinde vatandaşlar "Zamlar geri alınsın!" diye sokaklarda…

Sadece onlar mı sokaklarda?

Hayır!

Birçok işyerinde aldıkları ücretlerin düşüklüğüne itiraz eden işçilerde grevde…

İnsanlar aldıklarıyla geçinemiyor, zamlar ve enflasyon altında eziliyor.

Asgari ücretliye, emekliye ve memura verilen zamlar ilk ayda eridi ve alım gücü zayıfladı.

Vatandaş ısınma, aydınlanma ve tencereyi koyacak gıda bulmada hayli zorlanmakta.

Bu garabetler, tek başına iktidara sahip bizim ülkemizde yaşanıyor.

Ülkemizin çalışan nüfusunun %63'ü asgari ücret ayarında bir gelire sahip ama elektrik, doğalgaz ve yakıt fiyatlarının Avrupa'dan ucuz olduğu ve devletin sübvanse ettiği söyleniyor.

Doğrudur, bizde fiyatlara destek sağlanıyor ve yine doğrudur, Avrupa bizden pahalı elektrik, doğalgaz ve yakıt kullanıyordur.

Buna itirazımız yok.

Sadece aldığımız ücret üzerinden de kıyaslama yapmamız gerektiğini söylüyoruz.

Elektrik, Doğalgaz ve yakıt fiyatları kıyaslaması gibi asgari ücret kıyaslamasını, yani alım gücümüzün mukayesesini de yapalım!

Bugün Avrupa'da asgari ücret 1600 € ve asgari ücretle geçinenlerin çalışanlar içinde oranı %6 ile 12 aralığında...

Yani Avrupa'da çalışanların büyük çoğunluğu asgari ücretin çok üstünde maaş alıyor.

Buna rağmen bir kıyaslama daha yapalım.

Almanya'da 1605 € maaş alan bir işçi aldığı ücretle 1700 litre mazot veya benzin alırken bizde bir asgari ücretli 295 litre mazot veya benzin alabiliyor.

Kıyaslama işte böyle yapılır.

Siz hükümet tarafından böyle bir kıyaslama duydunuz mu hiç?

Ben duymadım ve eminim sizde duymadınız.

Beceriksizlik sadece enerji politikalarıyla sınırlı değil.

İktidar her tarafından pul pul dökülüyor.

Zaaflarını örtmek için başvurduğu tek yol kutuplaştırma ve ötekileştirme..

Bir de sık sık söylemek zorunda kaldıkları birbirini tekzip eden açıklamalar.

Meşhur kaçak bakanla başlayan yalan süreci maalesef devam ediyor.

Hatırlayalım!

Ne diyordu kaçak/kayıp bakan.

"Şubat Ocak'tan, Mart Şubat’tan, Nisan Mart'tan, Mayıs Nisan'dan, Nisan Haziran'dan vs" diye devam eden konuşması vardı.

Sonra ne oldu?

Bir Kasım günü instagram hesabından "At izi it izine karıştı, Allah sonumuzu hayreylesin!" diye yaptığı paylaşımdan sonra kayıplara karıştı.

Yalanlar damatla sınırlı kalmadı.

Buna en yüksek makamlara kadar hepsi bir sığınak olarak gördü ve güya umut vermek adına birçok asılsız söylemlere sığındılar.

Sadece siyasiler yalana sığınmadı, devletin kurumları da buna alet edildi.

Ve sonunda "Ben insanların hukukuna giremem" diyen TÜİK Başkanı görevden alındı veya yeni modayla "Affını istedi."

İktidar kanadında kendilerini tekzip etmenin adet haline geldiğini görüyoruz.

Böyle olması da güven kaybetmelerine sebep oluyor.

Güven kaybını önlemek için de yapabilecekleri bir şey kalmadı.

Sadece günü kurtarmaya çalışıyor, düşmanlaştırmaya başvuruyorlar.

İktidarın iletişim başkanı attığı twit'le Cumhurbaşkanına geçmiş olsun derken bile bu dile sığınıyor, "Geçmiş olsun Sayın Cumhurbaşkanım.

Siz birçok virüsü yendiğiniz gibi bu virüsü de çok kısa zamanda yeneceksiniz" mealinde sözlerle, muhalif siyasi liderlerin geçmiş olsun mesajları yayınladığı ortamı "Trollemek" ister gibi paylaşımda bulunuyor.

Bu üslupsuzluk, öfke dili, iş bilmezliğinin bedelini ise, dar gelirli, emekli, asgari ücretli, küçük esnaf, sanayici, imalat sanayi ödüyor.

Maalesef insanlarımız, evleri ve işyerlerine gelen faturalarda gördükleri fahiş bedelleri nasıl ödeneceğini bilemez durumda ve derdine çare olacak makam arıyor.

Bütün bu hengâme içinde muhalefet ne yapıyor?

Sorunları nasıl çözecekler, millete nasıl umut olacaklar?

Bu konuyla ilgili gözlem ve düşüncelerimizi bir sonraki yazıda değerlendirelim inşallah.