Hepimiz insanız ve yaratılışımız birbirine benzerlik taşıyor.

Elbette birbirimizin tıpatıp aynısı değiliz.

Kimimiz daha cesur. kimimiz daha tedbirli veya hissettiğimiz tehlikeye karşı korkağız.

Bütün bu tavırlar insanidir, bu sebeple birbirimizi kınayacak halimiz yok.

Karşılaştığı tehlikelere karşı daha cesur olana dikkatli olmasını telkin ederken, ihtiyati veya korkak davrananları cesaretlendirmek isteriz.

Niçin?

Çünkü tavrımız kişide ortaya çıkan duygusal tepkiye göre biçim alır ve destek olmak isteriz.

işinin ehli birçok psikiyatrlar korkunun insan için çok kuvvetli duygu olduğunda hem fikirdirler.

Dün gece seyrettiğim İçimdeki Deniz filminde “Korku çok güçlü bir duygudur, insanın özgürlüğünü elinden alır” diyordu filmin baş artisti.

Bu sözde dikkat çekmek istediğim korkunun özgürlüğümüzü elimizden almasıdır.

Tehlikelere karşı korunma dürtüsü sanırım sadece biz insanlara ait değil.

Bir tehlike sezdiğinde Kaplumbağalar korunmak için hemen büzülerek sırtlarında taşıdığı evin içine sığınırlar.

Yine Kirpiler de korunma duygusuyla dikenleriyle korunmaya çalışır.

Hayvanlardan bir örnek daha verelim.

Tesbih böceği, bu küçük böcek tehlike anında hemen tesbih tanesi haline evriliyor, işte bu halden sonra siz onu öldürmek istemiyorsanız istediğiniz yöne yuvarlarsınız.

Örneklerini verdiğimiz üç hayvanın tavrı korunma amaçlıdır.

Peki biz insanlar ne yapıyoruz korktuğumuzda.

Hemen hemen benzer tepkiler veriyoruz.

Bir amaca istinaden korkutuluyorsak eğer korkutanın da bir amacı olmalıdır.

Bu sebeple, siyasetin bizi elde etmek, saflarına çekebilmek için ne yaptığına bakalım.

İktidarlar, kendileri giderse her şeyin kötü olma riskini dinlememizi ve inanmamızı ister.

Allah muhafaza iktidarı değiştirirseniz herşey kötü olacaktır.

Elde ettiğiniz bütün kazanımları kaybetme riskinizden dem vururlar.

Şayet bunun yeterli olmayacağını görürlerse hemen ülkenin içinde bulunduğu riskten söz etmeye başlarlar.

Milliyetçilik duygularınız köpürtülür, “Beka sorunu” üretilir, “Dış düşmanların bizimle uğraştıklarını” öğrenir, bu arada üzerimize gelmelerine sebep olarak güçlenmemize sebep “Bizi kıskandıklarını da” sık sık duyarız.

Bütün bunlar, korkutulmamız ve bu yolla iktidarın desteklemesi için yapılır.

Bir zamanlar benim de inandığım “İstiklal ve İstikbal” mücadelesine sahip çıkmamız istenir.

İktidarın bu kadar güçlü silahına karşı muhalefetin elinde ise, sadece umut vermek vardır.

Muhalefet, “Elinizdeki yetmez, daha iyisi mümkün” diyerek bizi kazanmak ister.

Bizi özgürleşmeye, daha iyi bir hayata çağırır.

Bu günlerde asgari ücret konuşuluyor.

İşçi sendikaları ve muhalefet insan onuruna yakışır bir artış talebinde bulunuyor.

Söyledikleri kısaca 3.800 ile 3.000 tl arasında bir artış ve asgari ücretin vergiden arındırılması.

Yani çalışan maaşını kesintisi olmadan net olarak almalı, devlet asgari ücretten vergi almamalıdır.

Bu talep çok mu fazla? Hayır!

Ama buna rağmen bugün bu paraya muhtaç durumda olan insanların itirazına bakıyoruz.

“Talep edilen artışın olmayacağını, hele vergiden muaf olmasının mümkün olmadığını, muhalefetin bol keseden attığını, eğer bu artış gerçekleşse bile enflasyonun yükseleceğini” söylüyorlar.

Yani bu ücretle geçinmek zorunda olan insanların sair korkuları, pekala bu imkanı görmezden gelmelerine sebep olabiliyor.

Bir türlü bu artışın vergi muafiyetinin mümkün olacağına inanmayanlar var.

Yani devletten fazla devletçi, işverenden daha fazla işveren gibi tavır alıyorlar.

Hele bazıları var ki, “Asgari ücretten vergi alınmazsa devletin işlerini yürütmesinin mümkün olmadığına” inanıyor.

Bu tepkileri niçin veriyorlar?

Sadece muhayyel bir korku için.

Hani bir deyimimiz var,“Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmamak lazım” diye.

Durum tam olarak böyle.

Oysa üretilen ve genleştirilerek büyütülen korkular hangi özgürlüklerimizi bizden alıyor?

Bunun üzerinde düşünmemiz lazım.

Bir uygulamayı örnek vererek yazıyı tamamlayayım.

Başbakan Davutoğlu zamanında enflasyon %6 idi ve asgari ücrete %30 artış yapıldı.

Bu artış asgari ücretin tam beş katından fazlaydı.

O zaman bazıları enflasyonun artacağını ileri sürmüştü ama öyle olmadı.

Yine o dönemde kamuda şirketler üzerinden çalışan işçiler vardı ve onlarda kısmi olarak kadroya alınarak maaşlarında da düzeltme yapılmış, buna rağmen enflasyon da artmamıştı.

Bize göre asgari ücret ve diğer meselerde iktidarın kimin yanında durduğuna bakmak yeterlidir.

Mesela, bütçeden para ödenmeden yapılacak dedikleri hasılat garantili “Yol, Köprü,Tünel ve Hastane” borçları için para bulan ve müteahhitten yana olan iktidar, gelir ve giderlerini asgari ücretli, esnaf ve yoksullardan yana kullanırsa halledilemez denilen meselelerin çözümünün çok kolay olduğu görülecektir.

Kısaca asgari ücrette artış talebi insan onuruna ve emeğe saygı temelinde çalışan ve yoksul kesim için korkulacak bir şey değildir.