Ülkemizi yöneten iktidar seçimle iş başına geldi.

Bu konu da şüphe yok.

Seçimle iş başına gelmiş iktidarın bir suç örgütü lideri tarafından yapılan itiraf ve suçlamalara karşı ortaya koyduğu duyarsız ve kayıtsız tutum var.

Bu da açık.

İktidarın bakanları, bakanlarının yakınları, yargı, güvenlik, ekonomi bürokratları, danışmanlar ve siyasetçiler suçlanıyor ama bu suçlamalara karşı yapılan sorgulama yok, araştırma yok.

Milletin meclisi suskun, yargı suskun,

Yürütme suskun ve aslına bakarsanız bütün suskunlukların sebebi Reis’in suskunluğuna bağlı.

O konuşsa, meclis, yargı, partisi ve emrinde hizmet gören medya da konuşacak.

Soruşturma gerekiyorsa soruşturma açılacak ve iddiaların yargıyı ilgilendirenleri de yargıya taşınacak.

Malum, Reis konuşmayınca herkes susuyor.

Olanlar olmamış gibi davranılıyor.

Evet, ülkemizi yöneten iktidar seçimle geldi, ülkede demokrasi kısmi de olsa var. Ancak, sadece adı var, fonksiyonu ve etkisi yok.

Ve çoğulculuğun garantisi demokrasi, “Rekabetçi otoriter” bir yöne doğru hızla dönüştürülüyor.

Yirmi yıldır iktidarda olanlar, toplumu kutuplaştırma, ayrıştırma ve muhalefeti aşağılama yöntemiyle demokraside değişim peşinde.

“Biz ve onlar” anlayışı toplumun en alt birimlerine kadar enjekte ediliyor.

Yerlilik ve Millilik kisvesi altında otoriterlik beslenip meşrulaştırılmaya çalışılıyor.

Bu gidişattan rahatsız olan seçmenler, iktidar blokundan kopuyor, fakat gidecek yer bulamıyor.

Belki de bilerek bir yere gitmiyorlar.

Çünkü “Kararsızlar” olarak tanımlanan ve “Gri alanda” bekleyen seçmen muhalefetten de aradığı, özlediği çoğulcu demokratik değerleri bulamıyor ve bu durum yönelişini engelliyor olabilir.

Kararsızların bu konuda kuşkuları olduğu açık.

Bize göre kararsızlar deyip geçtiğimiz seçmenler; otoriterleşme, adaletsizlik, kibir, yoksullaşma, yolsuzluk, arsızlık, talan, yalan ve keyfilikten şikayetçi.

Şikâyetçi olmasına rağmen, muhalefete meyletmemesi ilginç değil mi?

Bize göre ilginç ve "Niçin meyletmiyor?" sorusu bu sebeple önemli.

Kesin olmamakla birlikte, bu seçmenlerin kararsızlığı hakkında şunu söylemek mümkün.

Bu seçmen kitlesi, muhalefetin 'ilkesel' değil, 'konjonktürel' davrandığını düşünüyor olabilir.

İnsanlarımızdan sık sık “Onlar gelince ne değişecek?” itirazını barındıran soru bizde karamsar ve umutsuzluk çağrıştırıyor.

Kararsızlar dediğimiz seçmenler ve özellikle gençlerin tutumu kesinlikle ciddiye alınmalıdır.

Bu seçmenler muhalefete; demokrasi, adalet, yolsuzluk, ötekileştirme, gelir adaletinin giderileceği konusunda yeterli güven duymamaktadır.

En çok rahatsız oldukları; toplumsal bölünmüşlük, yargının tahakküm altında olması, yolsuzlukların sıradanlaşması, yandaş kayırmacılığı, güçlülerin sorumsuz tavrı, denge ve denetlemenin olmaması, Yasamanın, Yürütme tarafından çalışmaz hale getirilmesi, bilimsel özerkliğin buharlaşması, üniversitelerin sıradan devlet kurumuna dönüştürülmesi vb.

Bütün bunlar, bir ülkede demokrasinin etkin olmadığının, sadece sandıkla sınırlı tutulduğunun göstergeleridir.

Toplum kamplaştırılıp düşmanlaştırılarak elde edilen hastalıklı başarıdan rahatsız olan seçmenlere, muhalefetin sahici çözüm önermesi gerekmekte.

Bunu başaramayan muhalefetin kazanması, tesadüflere veya toplumun muhalefete rağmen iktidarı frenleme kararına kalmıştır.

Otoriter ve rekabetçi demokrasi anlayışının durdurulmasını isteyenler, bu gerçeğin farkına varmalıdır.

Durum vahimdir.

Sandıktan güç alan bu sistem, "kıran kırana" yapılacak seçimde elinde bulundurduğu devlet imkânları ve sahip olduğu medya gücüyle sandıktan “Zaferle” çıktığında "Otoriter yolsuzluk düzeni" kurumsallaşacaktır.

Tehlike büyük.

Otoriter düzenin en önemli aktörü karizmatik liderliktir.

Her söylediğinde bir hikmet aranan, neredeyse kendisine “La yüs’ellik” izafe edilen lider, devletin ve toplumun sahibi edasıyla hareket edecek, demokratik değerler hızla buharlaşacaktır.

Devlet yönetiminde liderin belirleyici ve hesap vermekten muaf tutulması; devlette, keyfilik, hukuksuzluk, çürüme ve kokuşmayı sıradanlaştıracak, sorgulanamaz kılacaktır.

Böyle bir ülkenin ve yönetiminin ülkeye faydası olmaz.

Son günlerde yapılan itiraf ve ifşaatlara baktığımızda devlet katında “Pezevenklik” bile nüfuz elde etme aracı haline gelmiş.

Bazılarınız "Bize ne insanların, siyasetçinin özel yaşamından" diyebilirsiniz.

Doğrusu bizimde insanların veya siyasetçilerin özel hayatıyla ilgilenmek gibi derdimiz ve ‘hobimiz’ yok.

Ancak, devlette nüfuz sağlamak için “Pezevenkliğin” iş görür bir aparat olması hepimizi ilgilendirilmelidir.

Meseleyi böyle bakmak, bu çirkin iddiaları yerde bırakmamak gerekir.

Bu iddiaya karşı, ismi geçen kişi ve devam eden görevleri hakkında bir şey yapılmaması utanç vericidir.

Öncelikle iktidara oy veren seçmen bunun hesabını sormalıdır.

Zira bu pisliğin izahı olamaz.

Muhalefet ise; ittifak arayışlarından ziyade toplumun rahatsızlık duyduğu söylem ve uygulamalar hakkında ilkesel düzeyde işbirliği açıklamaları yapmalı topluma yapılacaklar hakkında sahih ve umut verici öneriler sunmalıdır.

Öncelikle, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi yerine, somut demokratik değerler, yargının tarafsız ve bağımsızlığı, çoğulculuk, temiz siyaset, liyakat sistemi, adil gelir dağılımı, eşit yurttaşlık, insanlık onuru, özgür akademi ve bilimsel eğitim, ilk ve orta öğretimde fırsat eşitliği, KHK mağdurları vb. konularda yol haritası hazırlamalıdır.

Günden güne yerleşik hale gelen ve sandıkta mağlup edilmesi zorlaştırılan, ayrıştırıcı ve kutuplaştırıcı demokrasiye karşı, çoğulcu demokratik sisteminin kazanması ancak mümkün olur.

Bunu sağlamanın yolu ittifaktan önce, 'ilkeler' düzeyinde işbirliğine bağlıdır.

Başarı için iktidarın eleştirilmesi yetmez.

Somut ve takvimlendirilmiş öneriler gerekmektedir.