Ülkemizde karşılaştığımız sorunlar ve yaşadığımız felaketler can yakmaya devam ediyor.

Yangın felaketinden sonra Batı Karadeniz bölgemizde meydana gelen sel felaketi, millet olarak bizi derinden yaraladı.

Sel felaketinde hayatını kaybedenlere rahmet diliyorum.

Mal kaybına uğrayan yurttaşlarımıza da geçmiş olsun.

Her felaket bölgesinde sıradışı bir iş veya söylemiyle gündeme gelen sayın Erdoğan burada da yaptığı 'Balkon konuşmasında' sanki yeri ve zamanıymış gibi felaket gören ilçe halkına Enerji Bakanını yanına çağırarak Doğalgaz müjdesi verdi.

Geçen yazımda "Mahalle yanarken iktidar saçınımı tarıyor?" diye sormuştum.

Sorumu geri alıyorum.

Sel felaketine uğrayan yerde verilen Doğalgaz vaadinden sonra cevabımı almış oldum.

Geçmişte sayın Erdoğan yine Karadeniz bölgesinde meydana gelen sel felaketleri için "Sel felaketleri bu bölgenin kaderinde var" demişti.

Hatırlayalım, Soma kömür madeni işletmesinde yaşanan göçük içinde aynı minvalde "Bu işin kaderinde var" demişti.

Evet, sel felaketi çok yağış alan bölgeler, yangın ormanın bol olduğu sıcak bölgelerin, göçük ve zehirlenme, maden işi yapılan yerlerin 'kaderinde' olabilir.

Devlet bu kadere karşı tedbir almakla devlet olur ve "Ne yapalım bu işin kaderi böyle" diyemez.

Diyorsa eğer, sorumluluklarından kaçıyor demektir.

Sorunları çözmek yerine kadere havale eden iktidar, maalesef sorunların arkasından sürüklemektedir.

Toplumu rahatsız eden düzensiz göç ve göçmen sorunu da bunlardan biridir.

Başkent Ankara'da ülkemizin merkezindeki bir ilçemizde meydana gelen 'göçmen cinayeti' bir anda toplumsal infialle karşı karşıya kalabileceğimizin tehlikesini bize göstermiştir.

Çıkan olayda hayatını kaybeden gencimize rahmet ve ailesine sabır diliyorum.

Yönetilemenin sebep olduğu güvensiz ortam, tarihsel karekterimiz olan zorda kalmışa kucak açma meziyetimize rağmen tedirgin edici, kaygı verici duruma gelmiş, vatandaşlarımızı çare aramaya sevk etmiştir.

Devlet olan yerde bunlar olmaz ve kabul edilemez.

Ülke de var olan, işsizlik, gelir adaletsizliği, göçmenlerle yaşanan uyum sorununun maliyetini Suriyeli göçmenlere yükleyerek kurtulamayız.

Devletlerinin organize gücü silahlı kuvvetlerdir.

Bu kuvvetler tarafından başlatılan iç savaş/saldırılar sonrasında;evini, barkını, ticaretini, hasılı ülkelerini terketmek zorunda kalan insanlara karşı, içimizdeki faşist ve ırkçı kişiler tarafından yapılan dezenformasyon/bilgi kirliliği bizi toplumsal olarak çatışmanın eşiğine getirmiştir.

Çatışma, ülkemiz için felaket olur.

Bunu bilmekte fayda var.

Yine, son günlerde ABD Başkanı Biden ile yapılan görüşmelerden hemen sonra ve tedirgin edici şekilde bir anda, elini kolunu sallayarak sınırlarımızı geçen Afganlı göçmenlerin varlığı toplumda "Ne oluyoruz, işgal mi ediliyoruz?" sorusunu gündeme getirmiş, ciddi kaygılar oluşmasına sebep olmuştur.

Kaygı duyan vatandaşları anlamak gerekir.

Kimse bu kaygıyı önemsiz görmemeli.

Ancak, göçmen meselesinde Suriyeli olanlarla, Afganlı olanları aynı kefeye de koymamak lazım.

Afgan göçmenler, muhtemelen ABD ile yapılan anlaşma neticesinde Afganistan'da ABD askerleriyle işbirliği yapanlardan oluşuyor.

Ve neyin karşılığı bu göçmenlere kapılarımızı açtık bunu biz bilmiyoruz.

Sadece zamanlama ve göç yapanların kimliğinden dolayı şüphelerimiz var.

Şüphemiz yersiz değildir ve Afganlı göçmenleri kabul etme zorunluluğumuz yoktur.

Bu bakımdan Suriyeli göçmenlerle, Afganlı göçmenleri bir tutmayalım!

Bize göre göçmen sorunu, ülkemizin doğru yönetilmemesi, vatandaşa doğru bilgi verilmemesinden kaynaklanmaktadır.

Vatandaşımız düzensiz göç üzerinden ülkemize terör örgütlerinin sızmasından haklı olarak endişe etmektedir.

Bu sebeple iktidar vatandaşlarla konuşmalı, vatandaşına karşı dürüst olmalıdır.

İktidar bilgi vermek yerine, beceriksizliğinin faturasını siyasi ve toplumsal muhalefete kesmekten vazgeçmelidir.

Ülkede yangın mı var?

Suçlu, siyasi ve toplumsal muhalefet!

Sel felaketi mi var?

Suçlu, siyasi ve toplumsal muhalefet!

Göçmen sorunu mu var?

Suçlu, siyasi ve toplumsal muhalefet!

İktidarın söylemlerini destekleyen troller ve besleme durumuna düşmüş din taciri kişiler hemen devreye sokuluyor.

İftira atmıyorum.

Mütedeyyin insanlarımıza önderlik(!) edenlerin iktidarla kirli ilişkiler içinde olduğuna dair haklılığımı göstermek için bir konuya dikkatinize çekmek istiyorum.

Geçmişte, içinde olduğumuz Ağustos ayının 17'sinde yaşadığımız Marmara depremini hatırlayalım.

Bugün susmayı tercih eden din önderleri (!) o günlerde depremin 28 Şubat dönemi iktidarının zulmüne bağlıyor 'ilahi ceza' olarak görüyor ve dillendiriyorlardı.

Bugün aynı çevrelerden yaşadığımız yangın, sel felaketlerini 'ilahi uyarı ve ceza' olarak dillendiklerini duyuyor muyuz?

Doğrusu ben duymadım.

Tam aksine, özellikle yangınlar terör örgütlerine ihale ediliyor.

İktidarın kusurları görmezden gelinerek suçlu aranıyor.

Oysa gerçek şudur;iktidar yönetme zafiyeti içindedir ve bu zafiyet felaket olarak karşımıza çıkmaktadır.

Son olarak, göçmenler meselesinin oluşturduğu risk ve tehlikenin suhuletle bertaraf edilmesi, yönetilmesi için sorumluluk duygusu içinde davranmamız gerektiğini söylemeliyim.

Bu amaçla tavsiyelerimi ve önerilerimi okuyucularımla paylaşmak isterim.

Konunun hukuki boyutuyla ilgililer ilgilensin.

Bizim buna gücümüz ve aklımız yetmez,taleplerimizi iletmemiz yeterli.

Kısaca göçmen meselesi hakkında;

Toplumsal olarak, vicdana ihtiyaç var!

Salim akla ihtiyaç var!

Anlamaya ihtiyaç var!

Sükunete ihtiyaç var!

Devlet aklı olarak; plana, programa, sorumlu yönetime ihtiyaç var!

Sorunu BM güçlerini ortak etmeye ihtiyaç var!

AB ülkelerini sorunun parçası olduklarını hatırlatmaya ihtiyaç var!

Uluslararası sivil toplumun sürece dahil olmasını sağlayacak çabaya ihtiyaç var!

Yoğun Diplomasiye ihtiyaç var!

İçeride ırkçı ve nefret suçuna, oluşturulmak istenen toplumsal infiali önlemek üzere muhalefet parti liderlerinin ortak basın toplantısıyla topluma güven vermesine, umuda ihtiyaç var!

Bu topraklarda yaşayan insanlarımızın karakteri düşene yardım etmektir.

Millet olarak;vicdanımız, imanımız, irfanımız, iz'anımız tarihimizin hiçbir devrinde nefret suçlarına tevessül etmemiş, nefsi müdafaa hakkı dışında cana ve haklara tecavüze yönelmemişiz.

İnsanlık suçlarına en zor günlerde bile tevessül etmemişsek yine etmeyelim!

Yaşanan bu günler elbet geçecektir.

Yeter ki, sükunetimizi koruyalım!