Herkesin bildiğini yazarak başlayayım.

Ak partiyi kurarken Erdoğan birçok kesimin temsilcileri ve kişilerle yola çıkmış, ülke siyasetinde lidere dayalı siyaseti sona erdirmek gibi iddialarla partinin kuruluş felsefelerini açıklamıştı.

Ama gün geçtikçe söylediklerine aykırı davrandı, kurucuların bazılarını yanından uzaklaştırdı, bazılarını da ayrılmaya zorladı.

Bunu yaparken elinde tek ölçü vardı.

Karizmasını güçlendirmek.

Bunun için yolları ayırma işini geniş olarak kurulan koalisyonun liberaller ve demokratlarından başladı.

Başlangıçta yapılan bu temizliğin tek istisnası vardı.

Abdullatif Şener.

Şener ile aynı siyasi cemaat/hareket Milli Görüş hareketinden gelmelerine rağmen Şener, hükümetin özelleştirme politikalarına karşı çıkmanın bedelini ödedi.

Şener' in özelleştirme dışında başka itirazları da olmuştur mutlaka ama diğerleri kamuoyuna pek yansımadı.

Hatırlayalım, Abdullatif Şener'in ayrılığı, Cumhurbaşkanı adayı olmak istedi şeklinde servis edildi.

Bunun dışında yaşanan ayrılıklar, Milli Görüş hareketinden olmadıkları, daha liberal, demokrat duruş sergiledikleri, kesin itaat görüntüsü vermedikleri sebebiyle oldu.

Erdoğan geçmişten günümüze hiç sevmediği halde, karşılaştığı eksiklikleri kapatmak ve rakiplerine karşı ülke yönetiminde zorluk yaşamamak için, 'Hazır kıta' bekleyen ve elindeki imkânları Erdoğan'ın hizmetine sunan Gülen hareketi/Hizmet hareketiyle işbirliğine yöneldi.

Görünüşte her iki taraf işbirliğinden memnundu.

Tabi ki Amerika'da memnundu.

Ne de olsa Amerika açısından, Türkiye'de her şey istediği gibi gidiyor, bölge politikaları için emrini bekleyen irade iş başındaydı.

Bunun en somut göstergesi, BOP eş başkanlığı konusunda Erdoğan'ın cesur ve açık bağlılık beyanında bulunmasıydı.

Bu ittifaktan sonra yapılması gereken; devlet içinde, özellikle Ordu ve Yargı mensupları arasında iktidarın politikalarından rahatsız olanları çok değişik yöntemlerle susturmak, etkisizleştirmekti.

Bu görevi Gülen Hareketi üstlendi ve şimdilerde daha iyi anlaşıldığı haliyle düzenlediği 'Kumpaslarla' ardından yapılan bir takım yasal düzenlemelerle bürokraside kadro boşaltmasına gidildi.

Boşaltılan kadrolara ise, önceden planlandığı gibi Gülen Hareketinin bağlıları yerleştirildi.

Gülen Hareketine yol veren Erdoğan, bir müddet sonra bu yapının bürokraside, ekonomide ve toplumda elde ettiği güçten tedirgin olmaya başladı.

Çünkü bu yapı doymak bilmiyor, elde ettiği kazanım ve güçlerle Erdoğan'ı tehdit ediyor, ülke yönetiminde etkin olmak istiyordu.

Erdoğan ise tehlikeyi fark etmiş, bu yapıdan ve etki gücünden kurtulmak için çareler arıyordu.

Erdoğan bunun için tekrar demokratları ve ulusalcıları devreye sokmanın yollarını aradı

Halk zemininde demokrasi yanlıları ve ulusalcılar da bir zamanlar iktidar tarafından beslenen, önü açılan ve desteklenen ''Kayıt dışı' siyaset odağı yapıya karşı zorunlu olarak Erdoğan'ın yanında yer alıyor, ona destek veriyordu.

Haliyle bazı örgütlü yapılar, Erdoğan'la işbirliğine yanaşarak iktidarla iş tutmak ve devlette yeniden söz sahibi olmak, güç devşirmek istiyordu.

Erdoğan konjonktüre göre hareket ediyor, cemaatten sonra lazım olur diye bir şekilde etkisi altına aldığı, toplumun haber alma kaynağı olan basın kuruluşlarının iktidarla ekonomik bağını güçlendiriyordu.

Medyadan eski aktörler bir şekilde uzaklaştırılırken yerine yeni aktörler devreye sokuluyor, bu kişilere kamu bankalarından krediler verilerek, medya sektörüne girmeleri sağlanıyordu.

İstediklerini Erdoğan'dan alamayan Gülen Hareketiyle yaşanan çıkar çatışması ve kavgalar Erdoğan'ı her gün biraz daha yol ayrımına zorluyordu.

Bu çatışma ve yol ayrımında Gülen Hareketi hazırlıklarını tamamlayan, yeni ittifaklar kuran iktidar gücünü temsil eden Erdoğan karşısında can havliyle 15 Temmuz kalkışmasına tevessül edecek kadar gözü dönmüş vaziyette hareket ediyordu.

Sonuç malum.

Gülen Hareketi/FETÖ terör örgütü olarak kayıtlara geçiyor, bu hareketle şöyle veya böyle bağı, iltisakı, irtibatı olanlar bir bir toplanıyor toplumun büyük bir kesiminde operasyonlar yapılıyor, işyerlerine kayyumlar atanıyor ve birçok firmanın faaliyeti durduruluyordu.

Bu hengâmede suçlu suçsuz herkes tedirgin ediliyor, toplumda çok ciddi rahatsızlık yaşanıyordu.

Erdoğan'ın ağzından üç kategoriye ayrılan; hainler, tüccarlar ve samimiler olarak tanımlanan cemaat mensupları bu kriterler dikkate alınmadan tutuklanıyor, devletten ihraç ediliyordu.

Bu süreçte ceza almayan ama işinden, itibarından olan birçok insanla karşılaşıyor, kayyum atanan işletmelerin sahiplerine geri iade edildiğine de şahit oluyorduk.

Özetle, Erdoğan bu yapıyla da işi bitince haklı veya haksız durumunu paranteze alarak yazıyorum, yollarını ayırmış, iktidar alanı dışına atmıştır.

Sanırım Erdoğan'ın en çok zorlandığı ayrılık bu yapıyla yaşadığı ayrılıktır.

Erdoğan bu ayrılıktan sonra kimlerle yollarını ayırmadı ki; abi dedikleri, Başbakanlık, Bakanlık ve benzeri görevlerde birlikte çalıştığı birçok yol arkadaşıyla yollarını ayırdı.

Ve ayrılanların hemen hemen hepsi ihanetle, nankörlükle suçlandı.

Kısacası; Erdoğan etrafında sadıklar ordusu oluşturma çabasındadır ama etkisi azda olsa demokrasi ve hukukun varlığı bu çabayı engellemektedir.

Bu durum Erdoğan'ın canını sıkmaktadır.

Cumhurbaşkanlığı Sistemiyle yerini sağlamlaştırabilirse eğer, saf dışı edilmesi gereken ilk örgütlü güç Bahçeli'nin MHP'si ve Bahçeli'ye yaslanarak kariyer planlaması yapan Soylu olacaktır.

Pek tabiidir ki, Soylu MHP'den önce oyun dışına atılacaktır.

Erdoğan gibi pragmatist ve enaniyeti yüksek liderler, gölgesinde olsa bile rakip kişiler istemez.

Erdoğan eğer bir gün sahip olduğu makamı terk edecekse bu kendisiyle kan bağı olan akrabalarından birileri olsun ister.

Bu sebeple Erdoğan kesinlikle kendisinin dışında herkese ihanet ederek ilk fırsatta rakiplerini saf dışı edecektir.

İhanet edenler ayrılanlar değil, birlikte siyaset yapmaktan ve denetlenmekten hoşlanmayan Erdoğan ve bendeleridir.

Bize göre;

Erdoğan hem yoldaşlarına, hem demokrasiye ihanet etmekte, yola çıktıklarını yolda edindikleri ile değiştirmektedir.

***

Okuyucularımızın bayramını kutluyor, esenlikler diliyorum.