Ülke olarak zor günlerden geçiyoruz.

İşi hangi ucundan, neresinden tutacağımızı bilemez durumdayız.

Bazılarımız ise tam bir teslimiyet içinde.

"Bunlar yapamadıysa kim yapacak?" çaresizliğinde…

Muhalefete, özellikle CHP'ye karşı bir güvensizlik var.

Muhalefetin diğer bileşenlerini ise iktidara gelecek güçte görmüyorlar.

Bu sebeple diğer muhalif partilerin CHP'nin "Dümen suyuna gireceklerini" söyleyerek durdukları yeri meşrulaştırma, kendilerini haklı çıkarma çabasındalar..

Oysa can yakıcı bir şekilde yaşadığımız sorunların müsebbibi bizzat destek oldukları iktidar.

Peki, geçmişinde başarılara imza atan iktidara ne oldu da sorunların altından kalkamaz hale geldi?

Bu soru önemli.

Zaten bu sorunun cevabını bulabilirsek çözümü de buluruz..

Bunu yapmaz isek, ezberlerimizle çaresizlik içinde kördöğüşü yapmaya devam ederiz.

2001 ve öncesi yılları hatırlayalım!

Ülkemizin üzerinde kara bulutlar dolaşıyor,

insanlarımız mevcut partilerden ümitlerini yitirmiş, yeni yol arıyordu..

Çare, demokratik yollarla bulundu.

İnsanımız önüne konulan sandıkta karar verdi ve çıkış ve aktörleriyle umut veren Ak Parti kadrolarını iş başına getirdi...

Çare demokrasi içinde bulundu.

2002'de seçilenler, sorunların üstesinden geldi ve insanımızın geleceğe umutla bakmasını sağladı, ülkeye güven geldi..

Ve güven yurt dışında da etkisini gösterdi..

Ak Parti, rasyonel siyaset yaptıkça insanımızdan teveccüh gördü..

Ama bir tarihten sonra elde edilen güvenle Ak Partide otoriterleşme eğilimleri başladı.

Ak Partide "Başarı hikayesi" yazanlarla bir bir yol ayrımı yaşandı.

Kimi erken kimi geç partiden ayrıldı.

Yol ayrımında kalanların "Trenden inenmesiyle" çürüme ve çözülme devam etti...

Dünün itibarlıları "itibarsız" düşmanları ise "baş köşeye" çıkarılır oldu...

Bunun için elde tek ölçü vardı "Reise sadakat"

Başarı, "ona itaat/sadakat varsa vardır, yoksa yoktur" katılığında sanıldı..

Reise itaat, her itaatin üstünde tutuldu.

Bunları niye yazdım?

Yaşadığımız sorunların asıl sebebinin demokrasi açığı olduğunu söylemek için.

Ben demokrasi dediğimde siz;Hukuk devleti, gelir adaleti, ortak akıl, ekip çalışması, liyakat, özgürlükler, toplumsal barış arayışı anlayın!

Düşünün ki, bu özgüvenle ülkemizde kangren haline gelen etnik ayrımcılığa dayanan terör sorununa dahi çözüm arayışına girilmişti..

Şimdi neredeyiz?

Tam bir paranoya, otoriterlik, yolsuzluk, yoksulluk ve çaresizlik içindeyiz.

"Yerli ve Millilik" sadece sözde var.

Paramız bütün ülkelerin parası karşısında "Nakavt" olmuş durumda.

İnsanımızın %20'si Bangladeş şartlarında yaşamak zorunda...

Yoksulluk her gün artarak büyüyor.

Nüfusun en tepesindeki %20'i dışında kalanlar yoksullar sınıfına girme endişesi taşıyor...

Mahkemeler hukuk tanımaz durumda, kararlar bir kişinin tutumuna göre veriliyor...evrensel hukuk kurallarına uyulmuyor, alınan kararlar vicdanlarda meşruiyet bulmuyor.

Esas sorunumuz güven yoksunluğu.

Güven yoksunluğu ise demokrasi ile giderilir...

Bunun yolu da seçimden geçer.

Erken veya zamanında yapılacak seçim bu sorunun çözümünde anahtar rol oynar.

İnsanımız tek başına bir partiye güven duymuyorsa ki duymuyor, o halde ne yapacağını topluma anlatabilen, işbirliğine açık, şeffaf, yapacaklarını açık ve sarih bir şekilde anlatanlar insanımızın GÜVENİNİ kazanır.

Zaten son günlerde tartışılan 50+1'i zorunlu kılan sistem, işbirliğini de zorunlu kılmaktadır.

Bize göre, yapılacak işbirliğinin sınırları ve kapsamı topluma iyi anlatılmalıdır.

Bu yapılmadan sadece iktidar için yapılan birliktelik ve arzu edilen güveni sağlamak zor..

İçine düştüğümüz ve çaresizlik duygusu uyandıran durumdan çıkışımız nasıl olacak? sorusuna dönecek olursak, çare;çoğulcu, kapsayıcı, hukuk ve meclisin denetimine açık demokrasidir.

Mesele, iktidar kavgası yapmak değil, demokrasi kavgası vermektir.

Demokrasi birbirine benzeyenlerin acziyetini gizleme telaşıyla ve ötekini kötüleyerek tesis edilmez.

Ve siyaset kimin ne kadar oy alacağı üzerinden pozisyon almak ve saf tutmakla da yapılmaz.

Partilerin birbirine benzemesi ne kadar sıkıntılıysa, seçmenin "Partillere ne kadar oy alırsınız?" sorusunu sorması da aynı şekilde sıkıntılıdır.

Partiler topluma yaptıkları teklifler ve tekliflerini gerçekleştirecek kadrolarıyla değerlendirilmelidir.

Bu çok önemlidir.

Tabi ki, siyasetin herhangi bir kademesinde yer alanlarda sorumlu davranmalıdır.

Siyaset ciddiyet ve sorumluluk isteyen bir iştir ve gönüllü olarak yapılır.

İtibar devşirme yeri değildir.

Siyaseti itibar aracı görenler, en az menfaat devşirmek, çıkar elde etmek için siyasete girenler kadar tehlikelidir.

Siyaset, topluma sunulan iddiaların ısrarlı takibiyle yapılır.

Bir spor kulübünün profesyonel futbolcusu gibi davranan, teklif edilen makam, statü ve çıkar üzerinden pozisyon alanlar, siyaseti meslek olarak görenlerdir.

Bunların topluma verecekleri hiçbir şey yoktur.

Başka takıma transfer olan sporcu yeteneğini pazarlamaktadır ve bu meşrudur.

Siyasette yapanlar ise, sadece kendini pazara çıkarmaktadır ve bu meşru değildir.

Gazetecisinden, din görevlisine, hukuk insanından, sanat erbabına kadar herkesde meslek ahlakı ve sadakatı olmalıdır.

Gücün istediği fetvayı veren, istediğini yazan, kararlarını güce göre veren, sanatını gücün emrine sokan insanlar, en az siyasetten nemalanmaya çalışanlar kadar ahlaki yoksunluk içindedir.

Bütün bunlardan kurtulmanın çaresi, ülkede güven iklimini oluşturmaktır.

Güven iklimini oluşturacak olan ise; evrensel hukuku, adaleti, özgürlüğü, eşitliği, gelir adaletini barındıran kapsayıcı DEMOKRASİDİR.

"RÖVANŞİZM/HESAPLAŞMA" illetinden kurtulmadan bunu yapamayız.

Bu bakımdan sayın Kılıçdaroğlu'nun HELALLEŞME teklifini önemsediğimi belirtmek isterim.

Geçmişiyle YÜZLEŞMEYE hazır olanlar ve yüzleşenlerle HELALLEŞMEK ise erdemdir.