Siyasi tarihimizde derin izler bırakan ve toplum vicdanında yaralar açan olaylar yaşanmıştır.

İstiklal mahkemeleri, ezanın Türkçe okutulması, 2.Dünya savaşı yıllarında, Kurtuluş savaşından yorgun düşmüş milletten ayni ve nakdi olarak alınan vergiler, çok partili hayata geçerken yapılan, açık oy gizli tasnif garabeti, 1950 seçimiyle iktidarın el değiştirmesi, demokrasiye geçişimiz, ezanın tekrar aslına uygun olarak okunması, Demokrat Partinin "Her mahallede milyoner" yaratma sevdası, aynı dönemde iktidarının Amerika Birleşik Devletinden aldığı Marshall yardımı, ülkede yapılan kalkınma hamleleri, Demokrat Parti iktidarının devlet toplum ayrışmasında milletten yana irade beyanı sadedinde ortaya koyduğu "Yeter söz milletindir" anlayışı, bu anlayışa karşı devleti kuran kadroların yaşadığı tedirginlik ve bu kadronun iktidarı değiştirmek için siyasetten umudunu kesmesi, cumhuriyet değerlerini korumak için gizli gizli darbe hazırlıkları yapması, iktidarın ikinci defa seçimi kazanmasından sonra elde ettiği demokratik güçten aldığı cesaretle rakibi CHP üzerinden yaptığı kutuplaşma, cepheleşme politikaları, bu politik dilin oluşturduğu otoriterleşme temayülü, bir takım kişi ve kesimlerce siyasetin dilinin zehirlenmesi, ABD ile yaşanan bahar havasının bozulması, 

Menderes iktidarının Rusya'yla yakınlaşma tercihi, maalesef sonu siyasi cinayete kadar uzanacak bir yola girilmesinin zeminini oluşturmuştur.

Cumhuriyet değerlerinin örselendiği iddiasıyla seçilmiş iktidara karşı yapılan askeri darbe ve darbecilerin yargıyı kullanarak seçilmiş iktidarı devirmesi, Başbakan Ali Adnan Menderes 17 Eylül, Maliye Bakanı Hasan Polatkan, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu'nun 16 Eylül günü mahkemenin verdiği karar gereği idam edilmesiyle, siyasi tarihimizde seçilmişlere yönelik ilk defa yargı yoluyla siyasi cinayet işlenmesi vs..vs..

Ülkenin bu noktaya gelmesinde elbette tarafların kusurları vardır ve nihayetinde taraflar haklılıklarını ispat sadedinde değişik gerekçeler ileri sürmüşlerdir.

Ülkenin bu noktaya gelmesinde iktidarın kabahati yoktur demek adil olmaz. 

Ama bu durum, iktidarın bütün kusurlarına rağmen, darbecilerin yargıyı kullanarak siyasi cinayet işlemelerini de meşrulaştırmaz.

Bu bakımdan o günden bugüne işlenen siyasi cinayet hep ülke siyasetini domine etmiş, sağ siyasetçiler bu darbeyi ve darbeyle gelen cinayetin müsebbibi olarak CHP'yi darbenin siyasi ayağı olarak görmüş, CHP'de üzerine yapışmış bu lekeyi temizleyememiştir.

CHP, bir tarafta millet iradesine yapılanlar, diğer tarafta cumhuriyet değerlerini korumak isteyen askeri ve yargı bürokrasisi arasında sıkışıp kalmıştır.

Bu zeminin yarattığı mağduriyet, sağ siyasetçiler elinde kullanıma elverişli bir aparata dönüştürülmüş, altmışlı, yetmişli, seksenli, doksanlı yıllarda sağın patronu olan ve gerçekten Demokrat Partinin siyasi misyonunu doğrudan üstlenen Adalet Partisi ve DYP'nin siyaset dünyasında etkin durumda iken darbe konusunda daha ihtiyatlı ve objektif olan milliyetçi ve İslamcı muhafazakâr partiler Demokrat Parti politikalarını eleştirmekte daha cesur iken, sağın güçlü partisi haline geldiklerinde ise, CHP'nin üzerine yapışan leke üzerinden ayrıştırıcı siyaset yapmanın konfor alanından beslenmeyi marifet bilmişlerdir.

Kısacası sağın, aşırı kısmı diye tanımlanan bu yapılar merkeze oturunca riyakârlık yapmaktan asla hayâ etmemişler, geri durmamışlardır.

Yani uçtan merkeze gelerek elde ettikleri çoğunluk üzerinden demokrasiyi beslememiş, hukuku, egemenliğin denetleyici unsuru görmemişler, hukukun siyasetin aparatı olmasını istemişlerdir.

Maalesef bu çevreler tarafından,1960 darbesiyle işlenen siyasi cinayet üzerinden çoğunluğu elde etmek, demokrasi ve hukukun manipüle edilerek işlevsel olması yeterli görülmüştür.

Oysa demokrat ve hukuktan yana olmak çoğunluk iktidarının keyfiliğini engellemeyi gerektiriyordu.

Bunu bilmelerine rağmen yapmadılar.

Toplumda siyasi cinayete kadar uzanan keyfilik, her iki durum için kötüdür.

Yapılması gereken devlet aygıtını çoğunluk egemenliği veya askeri ve yargı egemenliğinden kurtarmak için demokrasiye müracaat etmekti.

Bu haliyle mevcut iktidar bu sınavda tökezlemekte, demokrasi ve hukuk yerine çoğunluk anlayışına sarılarak, darbeciler ve onların yargıçlarıyla aynı veya benzer pozisyonu almaktadır.

Bize öyle geliyor ki, iktidarın demokrasi ve hukuk diye bir derdi kalmamış, sadece çoğunluk iktidarını koruma çabası içine girmiştir.

Ve iktidarın yaptıklarının Milli Şef döneminden hiçbir farkı kalmamıştır.

Onlar, "Devleti biz kurduk, hakikat bizim bildiklerimizdedir" diyorlardı.

Bunlarda "Millet bizi seçti, hakikat bizim bildiğimizdir, yetki de bize verilmiştir, toplumu istediğimiz gibi terbiye ederiz" tutumunu sergilemektedir.

Bize göre ise, demokrasiyi ancak demokrat, özgürlükçü zihniyete sahip olanlar savunur ve kurumsallaştırabilir.

Otoriterler, kendileri veya yandaşlarına yapılan antidemokratik tutumlara karşı çıkarak demokrat olamaz, sadece siyaseten ahlaksız, oportünistçe tavır almış olurlar.

Hepimiz biliriz, samimiyetin karşılığı riyakârlıktır.

Ezcümle; 2015 seçimlerinde toplumdan %49,6 oy alarak seçilmiş başbakanı istifaya zorlamak demokratlıkla bağdaşmaz.

Darbeyi asker yaptığında kötü, seçilmişler yapınca da iyi olmaz.

Aslında her iki "darbeci" de sahiplik iddiasıyla darbe yapmıştır.

Eylem kodları aynıdır.

İlk darbeyi yapanlar "Cumhuriyeti biz kurduk, onu kurda kuşa yedirmeyiz" diyerek darbe yoluyla ilk siyasi cinayeti işlediler.

İkinci darbeyi yapanlarda, "Bu parti benimdir, herkesi ben görevlendirir ve ben görevden alırım" iddiasındadır ve bu özgüvenle ilk defa seçilmiş başbakanı parti içi darbeyle istifaya zorlamıştır.

Ortada alenen bu sözler edilirken hukuk, "Durun bakalım! Partiler şahsa değil kamuya, üyelere aittir" diyemedi.

Ve göz göre göre seçilmiş başbakan istifaya zorlandı.

Yapılanlar arasında özde bir fark var mı? Yok.

İktidar, seçilmiş başbakan ve bakanların asılmasından duyduğu üzüntüde samimi?

Yoksa Altılı Masa ile oluşan yumuşama ikliminden rahatsızlığını gidermek için, CHP veya CHP zihniyeti suçlamasıyla masadan duyduğu tedirginliği giderme, masayı dağıtma telaşında mı?

Sizce, idam yıl dönümlerinde ilk siyasi cinayetin mağdurları ve taraftarları siyasi istismara, suistimale mi uğruyor?

Ne dersiniz?