Boğaziçi Üniversitesine yapılan rektör atamasına yapılan itirazlar, protestolar bize iki şeye odaklanarak düşünmemiz gerektiğini söylüyor.

Bir, iktidar elde ettiği yönetme yetkisiyle toplumu ve kurumları yönetmek yerine, bütün kesimler ve kurumlar üzerinde tahakküm kurmak istiyor.

İki, toplum ve özerk kurumlar ise “Hayır sen toplumdan yetkiyi yönetmek üzere aldın, sınırlarını bil iktidarına verilen güçle üzerimizde ‘sahiplik’ iddiasında bulunma” diyor.

Ayrışmanın oluştuğu alan bu iki bakış açısından kaynaklanıyor.

Demokratik sistemde, seçimle gelen iktidarların görevi ve görev süresi yasayla ve teamüllerle belirlenir.

Yönetme kaygısı taşıyan seçilmişler hem yasal sınırlarını, hem toplumsal meşruiyeti önemsemekle yükümlüdür.

Ne demek mi istiyorum?

Şunu demeye çalışıyorum.

Bir ilçe belediye veya il belediye başkanını düşünün.

Bu kişiler seçilmiş midir? Evet.

Bir de oturduğunuz mahallede seçtiğiniz muhtarı düşünün.

Muhtar da seçilmiş midir? Evet.

Peki belediye başkanı o mahallede yapılması gereken ve kendi görev alanı içinde olan bir işi muhtarla istişare etmeden yapar ve bunu alışkanlık haline getirip seçilmiş muhtarı her seferinde bypass ederse yaptığı doğru ve meşru mudur?

Elbette değildir.

Bu hassasiyeti göstermeyen belediye başkanı muhtara verilen yetkiyi yok saymış olur.

Belediye başkanının yaptığı yasal olsa bile meşru olmaz.

Meşruiyet rızayla alakalıdır ve rızanın varlığı bir sefer yetki almakla tamamlanmış olmaz.

Kaldı ki üniversite sıradan bir kurum değil, bilim yuvasıdır.

Doğrusu, Boğaziçinde veya başka alanlarda yapılan işleri de bu açıdan bakmak gerekir.

Boğaziçi Üniversitesi dahil tüm kamu kurumları millete aittir.

Kurumlar iktidara gelenlerin veya yönetenlerin mülkü değildir.

Bu bakımdan üniversite, öğretim üyeleri ve öğrencilerin de mülkü değildir.

İktidarlar, öğretim görevleri, öğrenciler gelip geçicidir.

Kurumlar, iktidarlar, öğretim üyeleri ve öğrencilerden daha uzun ömürlüdür.

Kurumsallaşmanın asgari şartı, yönetenlerden bağımsız ilkelerinin oluşmuş olmasını gerektirir.

Böylece kurumlar, yaşadıklarından biriktirdikleriyle tecrübe edinir, geleceğe daha sağlam adımlarla gider.

Diyeceğim şudur.

Geçici bir dönem için alınan demokratik yetkiyle var olan bir kurum, tahakküm altına alınarak demokratik hakları; iş yapış yöntemleri yok sayılamaz, bu haklar yok sayılarak üstenci bir üslup ve tutumla baskılanamaz ve böyle yapıldığında demokratik hak kullanılmış olmaz.

Tam aksine, yapılanlarla demokrasiyle alınan yönetme yetkisi çiğnenmiş olur.

Uzun zamandır yazmaya, derdimi anlatmaya çalışıyorum.

İktidarın önce partisinden başlayarak toplumun tüm kesimlerine yönelik yaptığı tahakküm anlayışı yanlıştır ve demokratik değildir.

İktidara destek olan insanlarımıza sesleniyorum.

İktidarın toplum üzerinde kurmak istediği tahakküm; bazılarınızın emellerine, duygularına, düşüncelerine itibar sağlıyor, size avantaj sunuyor olabilir.

Bu imtiyazın kaldıysa eğer, bilmenizde fayda var duruşunuz istediğiniz ahlaki üstünlüğü tüketir.

İktidarın yaptıklarını eleştiren, karşı çıkanları itibarsızlaştırmak için ihanetle suçlama kolaycılığı sizi aldatmamalıdır.

Bu suçlamalar, muhalifler düşman, hain falan oldukları için yapılmamaktadır.

Tam aksine, iktidarların sık sık tercih ettiği itibarsızlaşma; yaptığı yanlışları kamufle etmeye yöneliktir.

İktidar sahipleri böyle yapmakla, sizi onlardan koparmak, düşmanlaştırmak ve böyleceiktidarını sürdürmek istiyor.

Bu çabadan ne size, ne cemaatinize ne de ülkemize fayda çıkmaz.

Unutmayın!

Güç önemlidir, tarih boyu baskıcı yönetimler tarafından terbiye aracı olarak kullanılmıştır.

Tarih bilgisi bize, bu yolu tercih eden iktidarların başarılı olmadığını, yönettikleri toplumlara derin acılar yaşattığını söylemektedir.

Bu sebeple, toplum üzerinde tahakküm kurma arzusunun aracı olmaktan sakının.

Toplumun mikro alanlarında da var olan iktidar alanlarının ve demokratik kültürün, makro alandaki iktidar sahipleri tarafından baskılanmasına göz yummayın ve ortak olmayın.

Toplum içinde yeşertmeye çalıştığımız demokratik kültürün baskılanması, biz farkında olmasakta hepimizin hayatına zarar verir.

Bugün Boğaziçi Üniversitesi özelinde yaşadığımız baskılama aslında hayatımızın birçok alanında da yapılmak isteniyor.

Karşı çıkanlara karşı üretilen mazeret ise hep aynı.

“Terörü besleyen iç düşmanlar ve onları iktidarın başına bela etmek isteyen dış düşmanlar.”

Toplum olarak her olayda birbirimizin arasına mesafe konuluyor, bunu fark etmiyor musunuz?

Hergün birbirimize inancımız muhabbetimiz tükeniyor.

Hayatın içinde ortaya koyduğumuz hoşgörü ve birbirimizin hayat alanlarına saygı temelinde kurduğumuz veya kuracağımız ilişkiler, sivri taraflarımızı törpülemeye, ortak noktalarımızı çoğaltmaya yarayan demokratik ve haklara saygı temelli ilişkilerle farklılıklarımızı kabullenme, ortak iş üretme, hayatı kolaylaştırma imkanımız hergün biraz daha azaltılmakta.

Bu sizi rahatsız etmiyor, içinizi acıtmıyor mu?

Dün birlikte olduğunuz insanların, iktidara yönelik tercihlerinden dolayı hain ilan edilmesi, düşmanlaştırılmasından gerçekten razı mısınız?

Farklı düşünen, inanan, arkadaşlarınız, komşularınız, akrabalarınızın hain ve ülkenin düşmanı olduklarına inanıyor musunuz?

Birilerinin elde ettiği güçle aykırı, farklı düşünenleri tahakküm altına almasından, inandığınız değerleriniz için fayda ve itibar sağlayacağınızı mı düşünüyorsunuz?

İnandığınız değerler sizden bunu mu istiyor?

Yoksa, o değerlere göre kendi hayatınızı yaşamanızı mı istiyor?

Şunu görmenizi isterim.

Ondokuz yıldır toplum üzerinde kurulamayan "Fikri İktidar" gücün terbiye ediciliği ile kurulamaz.

Bu çabadan ve yöntemden sadece zulüm ortaya çıkar.

Bu zulme ortak olmayın ve içinde yaşadığınız toplumu düşmanlaştıran ve böylece "Hayırlı" hizmet yapacağını düşünenlerin hırslarına ve emellerine alet olmayın!

Hep bilir ve söyleriz ve tekrar edelim.

Zulüm ile abad olunmaz.

Vesselam