Altı Şubat tarihinde on ilimizde yaşadığımız yıkım, binlerce can kaybı, etkisini ülkenin en ücra köşesinde, en duyarsız yüreklerinde dahi gösteren depremden sonra yazı yazmak çok içimden gelmedi, kafamı toparlayamadım..

Depremden sonra sadece bir yazı kaleme aldım.

"Yeter artık! Bu son olsun" ismini taşıyordu.

İnsanlarımız depremin duyulduğu ilk saatlerden itibaren "Ne yapabilirim!" telaşıyla kent meydanlarında kurulan yardım merkezlerine koşturdu, kimisi fiilen gönüllü olarak toplama merkezlerine getirilen eşyaları tasnif edip paketlerken, bir başkası hazırlanan paketleri tırlara yüklemenin telaşındaydı…

Kısacası altı şubat depremi, milleti ortak bir amaç etrafında birleştirdi.

O ortak amaç, sadece yardım etmek, işin bir ucundan tutmaktı..

Deprem, etkisini ve acısını bütün boyutlarıyla hala sürdürüyor…

Ama maalesef, millette yaşanan ortak hareket ve yardım duygusu iyi yönetilemedi, yardımların mağdurlara dağıtımında ve şefkat elinin mağdurlara ulaşmasında aynı beceriyi gösteremedik…

Artık toplumda depremle birlikte ortaya çıkan yardımlaşma çabalarının etkisi bir hayli azaldı...

Yardımlar, resmi ve yarı resmi kurumlara kalmış görünüyor..

Deprem bölgesinden gelen haberler ve görüntülere göre: Ortaya çıkan fiziksel yapı yıkımlarının ve çöküklerinin altında kalmış görünüyoruz..

Bu yazı yazılırken depremin üzerinden on altı gün geçmiş durumdaydı.

Buna rağmen deprem bölgesinde yaşamayı sürdüren insanların tamamına çadır ulaştıramadık, en temel insani ihtiyaçları karşılayamadık..

İnsanlar tuvalete erişimde bile zorluklarla karşılaşıyor…

Yaşanan bütün zorluklara rağmen karşılanamayan zaruri ihtiyaç talepleri sürüyor…

Bu taleplerin varlığını dile getirenler ise, maalesef devleti yöneten iktidarın en tepe noktasından asgari konuşma adap ve edebine uygun olmayacak şekilde hakaretamiz sözlerle hitap ediliyor…

Biz ülke olarak, asırlara uzanan bir devlet tecrübesine ve kıymetli bir maziye sahibiz.

Böyle bir ülkenin yönetiminin en tepesinde olan yöneticiler dünya kamuoyu önünde bizi mahçup edecek ve esasen hiçbir şekilde kabul edilemez üslupla konuşmamalıdır…

Unutulmasın, yapılan konuşmalar mutlaka kayıt altına alınmaktadır…

Bu günler geçtiğinde geriye bu sözlerin utancı kalacaktır.

Bu üslubun kabul edilmesi asla mümkün olamaz.

Mağdurlarının milyonlarla ifade edildiği, 

Birçok şehirde barınacak hanelerin kalmadığı yerde; dörtyüz bin çadır, üç milyon insana verilen yemek üzerinden "çadır, tuvalet, battaniye vb" taleplerini dile getirenleri bırakın hakaret etmeyi görmezden gelmek bile insaf ve vicdan sahibi insanların kabul edeceği bir şey değildir.

Depremde yıkılan hane sayısı yüzbinlerin üzerinde ve bu hanelerde yaşayan insan sayısı resmi rakamlara göre on yedi milyon..

Bu rakamlara göre dörtyüzbin çadır, üç milyon insana yemek verilmesinin yetersizliği aşikardır.

Buna rağmen insanlara ağza alınmayacak sözlerle ithamda bulunmak ve hakaret etmek nedir Allah aşkına?

Milletimizin dilinde dua olan, "Allah devlete zeval vermesin!" nidaları zor günler için söylenmiştir.

İnsanlar böyle günlerde devleti yanıbaşında görmek ister, bu en tabi hakkıdır..

Ama böyle günler için insanımızın dualarında yer verdiği, zevale uğramasından korktuğu devletten azar işitmek, hakaret içeren sözler duymak için edilmemiştir o dua..

Ey iktidar sahipleri!!

İşin özeti şudur: Anlaşılıyor ki yirmi bir yıldır yönettiğiniz ülkenin sorunları sizi epey yormuş görünüyor, sinirli, öfkeli haliniz bundan!

Artık ülkeyi yönetemez duruma geldiniz, sorunların altından kalkacak aklı tükettiniz yahut yanınızdan uzaklaşmaları için gereken neyse onu yaptınız..

Devletin kurumlarını güya siyasetin yönetmesi adına eş, dost, akraba, yandaşlar topluluğuyla doldurdunuz..

Doldurmakla yetinmediniz adeta devletin üzerine; eş dost, akraba ve ortaklarla ve liyakatsizlerle karabulutlar gibi çöktünüz..

Sorunları yönetemiyorsunuz!

Yönetemediğiniz, çözemediğiniz için öfkelisiniz!

Bütün beceriksizliklerinizi örtmek için toplumun bilgi alma kanallarını kapatma telaşındasınız!

Toplumun haber alma kanallarını tekelleştirdiniz!

Bunun için farklı haber kanallarını susturmak, karartmak telaşındasınız!

"Mukadderat, Kader" diyerek insanımızın imani değerlerini istismar ederek beceriksizliklerinizi örtemezsiniz!

"Deprem kader olsa bile sonuçları kader değildir" diyenleri susturamazsınız!

Yasaklara sığınarak çözüm üretemezsiniz!

2001 yılında kuruluşunda yer aldığım Ak Parti'nin yasaklarla anılması sizleri rahatsız etmiyor artık!

Ele geçirdiğiniz iktidar gücünü kaybetme korkuyorsu yönetiyor sizleri!

Oysa, Ak Parti kurulurken anlamsız bir şekilde yasaklarla kısıtlanan hakların yasallaştırılması için yola çıkmıştı…

Şimdi sizlerde, sizden öncekiler gibi iktidar alanınızı korumak ve pekiştirmek için yasakçılıktan medet umuyorsunuz!

Toplumsal barış, özgürlükler diyerek çıktığınız yolculuğunuzda yasaklardan ve toplumsal kutuplaşmadan beslenmek için her imkanı kullanmak istiyor, toplumu kamplara bölmenin ötesinde düşmanlaştırıyorsunuz!

Diliniz bunun için kirlendi!

Bunun için düşmanlık üretiyorsunuz!

Bunun için yardım kampanyalarında sahnelediğiniz, devletin kurumlarının devlete bağış yaptığı tiyatroya katılmayan kurumları düşmanlaştırıyor, linç edilmeleri için fanatiklerinizin önüne atıyorsunuz!

Ülkenin nezdinizde biraz değeri varsa eğer, bu kötülüğü yapmayın lütfen!

Yönetme kabiliyetinizi kaybettiniz!

Yasaklayarak, öfkelenerek iktidarınızı koruyamazsınız!

Çünkü sizden öncekiler koruyamadı.

Milletimizin hayatında sık sık kullandığı, "Allah devlete zeval vermesin!" duasına benzer güzel bir söz daha vardır.

O sözde, "Zulüm ile abad olunmaz!" diye söylenmektedir.

Siz bu sözü elbette bilirsiniz ama ben yine de hatırlatmak istedim.

Merak ediyorum.

Çok mu zordu bütün partilerle en azından mecliste grubu olanlarla bir kriz masası kurmak?

Millet gibi hep birlikte sürece dahil olmanız?

Yetmedi mi siyasal hesaplarınızın maliyetini millete ödettiğiniz!