İnsanlar duygusal varlıklar..

Hepimiz sevginin gücüne inanırız.

Kadın veya erkek fark etmeden aşk dediğimiz bu duygu halini tanımlamakta çok  değişik tarif ve tecrübelere sahibiz.

Dünya edebiyatında ve bizim edebiyatımızda da aşk konusunda çok şey yazılıp çizilmiştir.

Bütün bunlara rağmen yine de ortak tanıma ulaşmış değiliz.

Söyleyebileceğimiz en önemli duygu durumu, bu melankolik hale düçar olan kişinin kendini eziyet ederek karşı tarafa olan ilgisini sürdürmekte ısrar etmesidir.

Aşk, sevgi gibi nefret duygusu da insan davranışlarını çok etkileyen bir duygu...

Aşk gibi nefret duygusu da insanın gözünü kör eder, sağlıklı davranmasını engeller.

İnsan için duyguların kontrolü önemlidir.

Kimbilir,belki de duyguların kontrolü bizim aradığımız huzurun anahtarıdır.

Sevgi ve nefret duygusunun tezahürlerini incelediğimizde sevgi tabi bir duygu haliyken, nefret arızî duygu durumudur.

Yani ortaya çıkması kıskançlık, öfke, kin vb. bir sebebe bağlıdır.

Hepimiz yaşadığımız çevreyi, insaları, içinde yaşadığımız dünyayı sevmek isteriz.

Mevsimler içinde en sevdiğimiz bahardır, her mevsimin kendine has zorlukları ve sıkıntıları olmasına rağmen diğer mevsimleri de severiz.

Geceyi sevdiğimiz gibi güzdüzü, sabahın seherine türkü yaktığımız gibi, akşam güneşinin batışına dair de şarkılar söyler, değişik heyecanlar duyarız.

Nefret, sevgi kadar masum ve itibarlı değildir, bunu da biliriz..

Buna rağmen, nefret insanların dünyasında çok fonksiyoneldir.

Severken insan eylemlerine mazeret aramazken nefret konusunda mutlaka mazeret üretmek zorunda hisseder..

Hayat, insan için sonsuz değildir, hepimiz bir sona doğru yol aldığımızı biliriz.

Biz istemesek de bu böyledir.

Hayatın bir sonu var.

Sonluluk duygusu dahi bizi nefret etmekten uzaklaştırmıyor.

Bazı şeylere;bu din,  ideoloji,felsefi görüş, sahip olma, sahiplenme yahut kıskançlık duygusunun yakıcı ateşi olabilir.

Bunlardan herhangi birine olan bağlılık duygusu ve keskinliği aynı zamanda nefret duygusunun da yuvasıdır.

Kesin inançlı biriyle karşılaştığınızda ve onunla tartıştığınızda onun size bela olarak dönmesi uzak ihtimal değildir.

Böyle kişiler, inandığı doğrular uğruna arkalarında kan gölüne dönmüş dünya bırakmaktan geri durmadıkları gibi yeryüzünü de kana bulamışlardır.

Bu konuda bir dine bağlı olanlar,  güya inançları için insanları öldürmeyi dinlerinin gereği görür ve ibadet vecdiyle cinayet işlerler.

İnsanlık ve dinler tarihi bunun örnekleriyle doludur.

Hz.İsa'yı öldüren Romalı Yahudilerdi.

Öldürme gerekçeleri de iktidarlarını sarsmasıydı.

Onlar İsa peygamberi kafirlikle suçlayarak öldürdüler.

Peygamber torunlarını da Muaviye iktidarının dindarları, iktidarları için öldürmüştü.

Velhasıl, dindarlık adına hareket ettiğini söyleyenlerin bu konuda sicilleri hayli kabarıktır.

İnsanların tanrılaştırdığı tiranlar, kralların dosyaları da bir hayli kabarıktır.

Kurulu düzenlere karşı yeni önermelerde bulunanlar mutlaka zulme uğramışlar, değişik eziyetler görmüş olmalarına karşın, kendileri de gücü ele geçirdiklerinde biriktirdikleri nefret duygusuyla zalimleşmekten kaçınmamışlar, zulümleri için mazeret üretmişlerdir.

Bir zamanlar kamu güvenliği için tehdit olarak görülen ve güvenlik güçleriyle karşı karşıya gelenler, iktidara geldiklerinde güvenlik politikalarına yaslanarak çok saçma ve izahı mümkün olmayacak şekilde geçmişte kendilerine zulmedenlere benzemekten utanmamış, zulümler işleyerek  yozlaşmışlardır.

Öyle ki, nefret duygularıyla;en masum talepleri görmezden gelir, dökülen gözyaşlarını umursamaz, yapılan itirazları önemsiz bulur, suçların şahsiliği prensibi yok sayılır, muhataplarının yakınları dahi suçlu sayılır, bütün bunlar kamu güvenliği adına ihanetle soslanır, hak arama yolları bir bir kapanır ve yapılan hukuksuzluklar meşrulaştırılır.

Nefretlerin sebep olduğu zulümlerin üstü "Vatan sevgisi ve dindarlık" şalıyla örtülür..

Müesses düzen adına geçmişin "idealleri" yıpranır, yahut başka kutsallarla etkisizleşmesi için kalabalıklardan referans alınır, "Dava adamları" keskin kılıçlarıyla, Roma glatyatörlerine dönüşür.

Güce duyulan arzu ve iştah kalabalıkların referansı için yeterlidir artık.

Onlar için kendilerine münhasır tanımladıkları "Biz" duygusunun ezikliğinin yerine tahakküm etmenin avantajlarını/kazanımlarını korumak öncelikli hal almış ve bu imkanın korunmasına odaklanılmıştır.

Ötekine duyulan nefret ve elde kazanımlar için adalet ve merhamet gibi değerler feda edilebilecek sıradan enstrümana dönüşür.

Elde edilen sonuç, kibirlenmeyi ve haksız güç kullanmayı meşrulaştırma için yeterli görülür ve netice itibariyle haklı "Dava" yapılan haksızlıklarla kirlenir, anlamını yitirir, yola çıkış nedenlerinin yerine gücün kirleten şehvetiyle bir "Dava" daha taraftarlarının eliyle kendilerinin kazdığı mezara gömülür.

Dünün mağdurları bugünün mağrurları olarak kin ve nefrete teslim olmuşlardır.

Bugünün mağdurları acaba oluşan kin ve nefretlerini güç ellerine geçmeden toprağa veya yüreklerine gömmeyi başaracaklar mı, bilmiyoruz.

Yoksa toplum bu rövanşist duyguların sürekliliğini sağlayan sarkacın tedirginliğiyle yaşamını sürdürecek mi?

Varlığını sürekli hissettiren bu düşmanlık, kin, nefret duygusu ve rekabet artık bitmelidir.

Bu rekabet çok yıkıcı ve yıpratıcıdır.

Akıl, ahlak, iman ve en önemlisi toplumda güven duygusunu besleyecek hukuk düzeni devreye girmelidir.

Bu sefer duyguların olumlu gücünü harekete geçirme imkânına sahip olduğumuzu inanmak istiyorum.

Çok mu romantiğim?