Geçtiğimiz haftanın en çok konuşulan konusu Katar’ın aldığı Borsa İstanbul’un %10 hissesi, İstinye Park ve Antalya limanının satışlarıydı.

Muhalefet satışa itiraz etti ve satışta takip edilen usul ve yönteme karşı çıktı.

“İhale yapılmadı, kaça sattınız, niye bütün satışlarımızı Katar’a yapıyoruz?” dedi.

İktidar bunlara cevap verme tenezzülünde dahi bulunmadı.

Yani hesap vermedi.

Eleştirileri ihanetle suçlamayı tercih ediyor.

Tabi yeminli taraftarları da hemen koroya katılarak safını belirtiyor.

Ne hikmetse, Katar her sıkıştığımızda yanımızda.

Adeta bize ağa olmuş para veriyor, bir kısım emtiamızı haraç-mezat satın alıyor.

Bize göre, sıkışmış ve daralmış halimizden faydalanıyor.

Diğer sermaye şirketleri ülkemizi yatırım yapılacak ülke olarak görmediği, güvenli bulmadığı için gelmiyor zaten.

Kala kala elimizde Katar kalıyor.

Belki özel imtiyazlarla Çin’liler gelebilir.

Durum açık, şimdilik Katar’la idare edeceğiz.

Başka çaremiz yok.

Çareleri bir bir tükettik.

Bahanemiz ise hazır, “Küresel saldırı altındayız, bizi yok etmek istiyorlar!”

Yani bütün kabahat dış güçlerde!

Oysa başımıza gelenler:

Biz üretimi unuttuğumuz, ülkemizde hukuku askıya aldığımız, sosyal barışı bitirdiğimiz, tarımı tükettiğimiz, sanayiciyi boğduğumuz, hukuku, adaleti, şeffaflığı, demokrasiyi, adil gelir dağılımını askıya aldığımız, kamuda liyakatsizliği ön plana çıkardığımız için geliyor.

Başımıza ne geliyorsa “Bizi kıskanan dış güçler” sebebiyle gelmiyor.

“Bizi yok etmek, teslim almak istiyorlar, istiklal ve istikbalimizi kast ediyorlar” söylemleri mazeret, beceriksizlik sığınaklarıdır.

Uyanalım artık!

“Beka sorunumuz(!)” müzmin hastalık halini aldı.

Beka sorunumuzu aşmak için Katar’ın sermayesine sığınmış durumdayız.

Bunu nereden çıkarıyorum:

Sosyal medyada yapılan yorumlara baktığımızda gördüğümüz bize bunu söylüyor.

İktidar yanlıları örtülü bir şekilde yapılan satışı şöyle savunuyor.

"Borsa İstanbul'u satın alanlar; İngiliz, Fransız, Alman, Amerikan olsaydı bunu önemsemez, rahatsız olmazsınız" diyorlar.

Anlaşılıyor ki, insanımız taraf olmanın kör kuyusuna düşürülmüş vaziyette.

Kaynaklarımızın ve zenginliklerimizin akıbetini düşünmüyor.

"İktidar ne yaparsa yapsın doğrudur, kiminle hangi tür ilişki içine girerse girsin meşrudur" anlayışıyla düşünüyor ve hareket ediyor.

Eminim, bu satışları muhalefette olan parti yapsaydı söylenmedik söz bırakmazlardı.

İş buraya gelmiş dayanmış yani.

Bizim taraftarı olduğumuz yapıyorsa "Hikmetinden sual olunmaz" anlayışı egemenliğini sürdürüyor.

Meşhur tanımlamadır, “Dünya küçük bir köye döndü”

Yani, bilgi, para sınır tanımıyor, çok hızlı dolaşıyor.

Aynı hızla dolaşımda olmayan şey emek.

Aslında sermaye sahibi ülkeler ve şirketler için bu bir tercih.

Şirketler yatırımlarını ucuz iş gücünün olduğu yere yapıyor.

Ve böylece, sanayinin, üretimin çevreye zararlarını ülkelerinden uzak tutmak istiyorlar.

Kalkınmak isteyen ülkeler, sanayinin vereceği zarardan yakın vade için rahatsız olmuyor.

Bu da bir tercih.

Yeter ki gelsin istiyor, vereceği zararı göze alıyorlar.

Yöneticiler yaptıkları tercihin bedelini insanlarına ödetiyor.

Bu sebeple, yeraltı kaynaklarımızın, derelerimizin hoyratça kullanılmasından, çevreye zarar veren yatırımlara halkımız itiraz ediyor.

Köylülerimiz jandarma dipçiğiyle sindirilmek ve etkisizleştirme ile karşı karşıya..

Tavsiyem şudur:

Satılan bizim kaynaklarımızdır, çocuklarımızın geleceğidir.

Yapılan dış sermayeyle işbirliği para veya teknoloji transferi değil, can havliyle para bulmaktır.

Aklı başında olan ve ekonomi eğitimi alan herkesin söylediği budur.

Ekonomistlerimiz satılmış, dış güçlerin piyonu değil, bilgisinin hakkını vermektedir.

Yanlışın iktidarı muhalefeti olmaz.

Milli kaynaklarımızın borç belasına kime satıldığı kadar, satılıyor olması da önemlidir.

Anlaşılıyor ki, ülke iyi idare edilmiyor, ekonomimiz “BATIK” durumda.

“PİK” yapan, uçuşa geçen senin, benim, topyekün milletin ekonomisi değil, azınlık ve korunan bir kesimin ekonomisi...

Buna itiraz etmezsek çocuklarımızın yüzüne bakamayız.

Tükürürler yüzümüze...

Bunlar olurken ne yapıyordunuz? diye sorarlar...

Yazık etmeyin ülkemiz ve geleceğine..

Dostça uyarıyoruz!