Allah-insan arasında yaşanan ilişkinin bir benzeri işaret-gösterge yöntemiyle ortaya çıkar.

Eylemin ortaya çıkmasında Allah kendisini işaret-göstergeler üzerinden sınırlandırır ve eyleme geçmeyi insana bırakır.

Böylece, insanın karşılaştığı olaylar karşısında alacağı pozisyon, yapacağı tercih konusunda insanı özgür bırakarak eyleminin doğuracağı sonuçların sorumluluğunu da insana yükler.

İnsan, bu tercihiyle, ya hayra/iyiliğe yahut şerre/kötülüğe meylederek süreci tamamlar.

Bu eylemlerde sorumluluk tamamen insana aittir.

Allah, ona/insana karşılaşabileceği sonuçlar hakkında en başından fıtratında olandan ayrı olarak, işaret ve göstergelerle ihtiyacı olan bilgiyi yüklemiş/enforme etmiştir.

Artık insan için, ileri süreceği bir mazeret yoktur.

Eylemlerimizin sorumluluğu, kaderin tecellisi ve yükümlülüğü tamamen bize aittir.

Tercihimizin Allah tarafından bilinip bilinmeyeceği meselesi ise, kör kuyuya taş atmaktan ibarettir.

Allah'ın, zaman ve mekanla sınırsız ve mukayyet/bağımlı olmamasının yanında bilgisinin sınırsızlığı, ezeli ve ebediliği dikkate alındığında, insanın tercihini önceden bilip bilmediği üzerinden cebir/zorlama gerekçesiyle mazeret üretmek, özgür insana yakışmaz.

Yani, insanoğlu, yaratıcı tarafından kendisine yüklenen; yetenekler, dürtüler, akıl, irade vb. kabiliyet ve yetilerle ortaya koyduğu  kararların/eylemlerin doğrudan sorumlusudur.

Çevresinde kendisinin bilgisi ve iradesi dışında meydana gelen olaylardan ise, sorumluluğu yoktur.

Tıpkı, nerede, kimin tarafından ve hangi cinsiyet ve ırktan olmaktan sorumlu olmadığımız gibi.

Ömür dediğimiz zaman aralığında, hiç pilanımız ve arzumuz çerçevesinde olmayan bazı hadiselerle karşılaştığımız olur.

Hiç hesapta olmadığı halde, suçlusu olmadığımız bir kazayla karşılaşır ve o kaza neticesinde sakat kalabilir, bir uzvumuzu kaybedebiliriz.

Böyle durumlarda haliyle, hemen suçlu arar ve "bu benim başıma niçin geldi?" diye sorarız.

Başımıza gelen olayda sorumlu olanlar ilgili mevzuatlara göre yargılanır, hata, kusur veya varsa kastı oranında cezaya çarptırılır.

Bizim burada üzerinde durduğumuz olayların bu yönü değildir.

Üzerinde durduğumuz konu, başımıza gelenin kaderimiz olup olmadığıdır.

Gündelik hayatımız içinde, bizlerin genel eğilimi, başımıza her geleni kader olarak tanımlamak ve kabul etmekten yanadır.

Evet, istemediğimiz ve herhangi bir şekilde orada bulunmanın dışında bir irademiz olmamasına rağmen, başımıza gelen her olayı kader diyoruz ama, bunun daha önceden yazılmış olduğu hakkında elimizde tatmin edici bir bilgi bulunmamaktadır.

Biz sadece zanda bulunuyoruz.

Sorumluluk açısından baktığımızda ise, beşeri değerlendirmeler açısından baktığımızda, herhangi bir sorumluluğumuz yoktur.

Allah katında da başımıza gelen olayda sorumluluk sahibi değiliz.

Başımıza gelenler, yaşadığımız sürece başımıza gelebilecek olaylar, aslında ihtimal dahilinde olan potansiyel mümkünlerdir.

Böylesi olaylar, yaşadığımız hayat içinde kullandığımız araçlara göre değişiklik arz eder ve çeşitlilik içerir.

Mesela, beşyüz yıl önce yaşayan insanlar için trafik kazaları yoktu.

Ama bugün araçlı trafik kazaları karşılaşabileceğimiz potansiyel mümkündür.

Geçmişte böyle riskler yoktu.

Özetleyecek olursak, biz insanlar için sorumluluk, tercih etme imkan ve potansiyellerimizle birlikte ortaya koyduğumuz irade ve eylemle sınırlıdır.

Eylem ortada yoksa, pasif ve niyet olarak düşüncenin zihnimizde olması bizi sorumlu yapmaz.

Başımıza gelen olaylarda sorumluluk, ne Allah'a ne de bize aittir.

Sorumluluk, ama istemsiz bir şekilde kaza olarak sebep olanlarda veya kasıtlı olarak taammüden, pilanlayarak yapanlara aittir.

Bireysel veya toplumsal olarak başımıza gelenlerde ne kadar sorumluluğumuz olduğunu da bu açıdan bakmayı gerekli kılar.

Buna ülke yönetimi hakkında verdiğimiz kararlarda dahildir.

Ülkenin yöneticilerini belirleme hak ve yükümlülüğüne sahipsek eğer, -ki öyleyiz- o halde onların ülke için aldıkları kararlar ve yaptıklarından da sorumluluyuz.

Yöneticiler bizim kaderimiz ise bile, bu sonucun mimarı ve sorumlusu bizleriz, asla mutlak bilgi ve kudret sahibi Allah değildir.

İnsanlar, bir yaratıcıya ister inansın ister inanmasın, kamu için alınan kararlarda ortak sorumluluk sahibidir.

Başımıza gelenlere karşı bakış ve değerlendirmemiz böyle olmalıdır.

Bu sebeple, üzerimize düşen yükümlülüklere göre pozisyon almayı, kendimiz için zorunluluk olarak kabul etmeliyiz.

Ayrıca bu yetkinin, devredilemez yetki ve sorumluluk içerdiğini de düşünüyorum.

Aynı sorumluluk bilinciyle başımıza gelen veya gelebilecek kötülüklerden korunmak mümkünler içindedir.

Ükemizde varlığı aşikar olan kör taassup ve tarafgirliğe baktığımızda, alışkanlıklarımız ve önyargılarımızı gözden geçirmenin gerekli olduğunu görmemiz icap eder.

Bunu yapamaz ve ezberlerimizle/bagajımızda biriktirdiklerimizle, bize öğretilenlerle devam edersek şayet, daha çok yoksullaşmaya, haklarımızdan mahrum yaşamaya ve keyfiliğe katlanmak zorunda kalırız.

Vesselam.

(*) Kader kelimesini gündelik hayatta kullanıldığı anlamıyla değerlendirdim.

Kader: Kur'an'daki anlamı ölçü/miktardır.