Seçmen eğilimleri dikkate alınmadan yapılacak değerlendirmelerin siyasal mühendislikten öte anlam taşıyacağına inanmıyorum.

Birçok konuda farklı görüş, düşünce ve davranışa sahip seçmen grupları arasında, ittifak ve işbirliği sağlamak zordur.

Hele aynı sandıkta ittifak, istenildiği gibi sonuç vermez.

Farklı düşünen seçmenler arasında söylem ve davranış birliği oluşturmak pek kolay değildir.

Dün, siyasal tercihlerinden dolayı aşağılanan "Köylü, bidon kafalı, göbeğini kaşıyan, biatçi vb." tanımlarla aşağılanan, hafife alınan insanların, oy verdiği partiyi terk edip kendilerini aşağılayan, hor gören kesimlerle aynı amaca matuf ve aynı sandıkta ittifak kurmasını sağlamak, suyu tersine akıtmak kadar zordur.

İktidarın politikalarından rahatsız olan seçmenin oy verdiği yerden ayrılmasını sağlayacak imkan, mühendislikle değil ama, belki duygusal bağ kurmakla mümkün olur.

İçinde bulunduğumuz ve adeta bu cendereden kurtuluşumuz için başka bir çaremiz yokmuş gibi, bir başka cendereye sıkıştırılıyoruz hissinin oluşturulması seçmeni tedirgin eder.

Böyle bir tercih, siyaseti kısırlaştırır ve çözümü zorlaştırır.

Evet, Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi çok kötü ve adeta kötü olmanın ötesinde bizatihi varlığıyla 'kötülük' üretiyor.

Her türlü yetkiyi bir kişiye veren bu sistemle;devletin denetleyici kurumlarının hemen hemen hepsi fiilen yok edilmiş, işlevsiz hale getirilmiştir.

Yürütme de tam bir keyfilik hakim.

Ülkemiz bu çapta keyfiliği hiç bir dönemde yaşamadı.

Bu keyiflik Erdoğan'dan başkasına da nasip olmadı.

Bu yeni dönemde, denetleme mekanizması olarak, sadece sandık ve seçimler var.

Hatta seçmenin bir kısmı, seçim ve sandık imkanınında elinden alınacağı konusunda kaygı duymaktadır.

Seçmenlerin ülkede ne olup bittiğini sağlıklı bir şekilde öğrenme yolları büyük oranda kapatılmış durumda.

Ülkede işlerin kötüye gittiğini ancak çarşıda, markette alım gücümüzün azaldığını fark ettiğimizde öğrenebiliyoruz.

Fakirleşen, ülkede işlerin iyi gitmediğini gören vatandaşları teskin etmek için iktidar, 'beceriksizliğinin sebebi olarak dış güçleri' gösterip mazur görülmesini sağlamak derdinde…

Ve iktidar tarafından ileri sürülen mazeretleri kabul etmeye hazır birçok insanımızın varlığı da aşikar.

Sanki 'dış güçler' iktidarın kişi başına geliri 12.000 dolara çıkardığında yokmuş da yeni peydah olmuş gibi davranıyorlar.

Hatırlayın!

Bir zamanlar ekonomistler, TV kanallarında ülkemizin orta gelir tuzağına düşme riskinden bahsederlerdi.

O günlerde ülkemizde kişi başına düşen gelir 12.000 dolar civarındaydı.

Şimdi kişi başına gelirimiz ne alemde?

Hemen söyleyelim, 8.400 dolar.

Yani orta gelir tuzağına düşmekten endişe ederken, kişi başı gelirde %40 gerilemiş ve yüksek enflasyonda, nüfusu 50 milyon üzerinde olan üç ülkeden biri haline gelmişiz.

Hem de dünyada ekonomisinde enflasyonun en düşük seviyelerde olduğu halde..

Yani dünyanın gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerinde enflasyon yok iken biz yüksek enflasyonla Etiyopya ve İran'dan sonra üçüncü ülkeyiz.

Bu bilgileri iktidarın kontrolünde olan medyadan duymamız ise mümkün değil.

Bunun yerine, harp sanayimizde yaptığımız İHA-SİHA v.b silahlar var.

Yine bu basın yayın organlarında; iktidardan yağlı, ballı ihale alan, vergi borçları silinen imtiyazlı inşaat firmaları ve bakanlığına mal satan tüccar bakanlar, akraba ihaleciler, dört-beş yerden maaş alan yandaş bürokratları da göremez vatandaş.

Ülke tam bir keyfilik içinde yönetilirken bu yönetim biçimi 'Milli İrade' olarak arsızca pazarlanır.

Yani, vatandaşın sağlıklı bilgi edinme ve alma kaynakları iktidar tarafından kontrol altında tutulunca, seçmenin manipülasyonu da 'Dış güçler, Milli İrade' gerekçesiyle sağlanır.

Kısacası işin özeti şudur; iki kutuplu siyasal yapılanma hem demokrasimiz hem seçmenimizin aleyhine tezahür etmektedir.

Bu bakımdan iki kutuplu siyasete odaklanmak ülkemiz ve demokrasimiz için her türlü riski bünyesinde barındırmakta.

Bize göre, bu gerçekler dikkate alınmalı, vatandaşın çarşıda, markette, gündelik hayatında karşılaştığı olumsuzlukları unutturmadan, tercih etmekte zorlanmayacağı alternatif seçenekler değerlendirilmeli, iktidardan kopan seçmen, kutuplaşma ve birinci turda sonuç alma hırsı için kaybedilmemelidir.

Ülkemizin meselesi 'Tek adamı' göndermek değil, 'Tek adamlığı' besleyen sistemi değiştirmektir.

Anayasanın 175. maddesinde değişiminin nasıl olacağı açık bir şekilde ortaya konmuştur.

Bu maddeye göre GÜÇLENDİRİLMİŞ PARLAMENTER SİSTEME geçiş için 201 vekilin meclise teklif sunması, teklif üzerinde mecliste ilgili komisyonlar çalıştıktan sonra belirtilen sayıda görüşmeler tamamlanarak teklifin onaylanması halinde, değişim için gerekli 360 sandalyenin değişim yönünde oy kullanması gerekiyor.

Meclis onaylamasından sonra, Cumhurbaşkanı meclisin bu kararını referanduma götürecek veya teklif, mecliste 400 oyla kabul edilmişse yeni haliyle yürürlüğe girecektir.

Bu mümkün olmadığında, referanduma gidilecek ve referandumda ilgili teklif 50+1 oy alırsa anayasada değişiklik yapılarak 'Tek adamı' doğuran ve besleyen, denge ve denetimden yoksun bu 'kötülük kaynağı' ucube sistem, halk iradesiyle değişmiş olacaktır.

Bu sebeple yapılacak seçimde muhalefete 50+1'in çok üzerinde bir oy gerekmektedir.

Bu sayı 360'tır.

İşin özü parlamentoda oluşak dağılım, sistemin değişimi için hayati öneme sahiptir.

Önerim, Cumhurbaşkanı seçimi için, meclis seçimi gözden çıkarılmadan, seçmenin ikna olacağı bir seçenek sunulmalı, mecliste oluşacak çoğunluğa sağlayacak formül bulunmalıdır.

Bu formül ancak, seçmen duygusu dikkate alarak ortaya çıkacaktır.

Yazının başında değindiğim ve hala hafızalarda yaşayan, 'köylü, bidon kafalı, gerici, göbeğini kaşıyan,biatçi vb' suçlamalara, küçültücü ifadelere rağmen sistem karşıtı bütün muhalif oyları aynı sandıkta toplamak sahici değildir.

Seçmen davranışlarını sandığa gitmeden biçimlendirme çabasının sağlıklı ve demokrasinin ruhuna uygun olmadığı ise ayrıca tartışılmaya değer nitelikte öneme sahip.

Hülasa;daha önce aşağılanan seçmeni aşağılayanlarla aynı amaca yönelik sandıkta birleştirmek, 'siyasal mühendislik' veya 'öfke yönetmekle' başarılır mı?

Başarmak mümkün olursa eğer, bu değişimin sınırları ne olur?

Sadece Cumhurbaşkanının değişimi yeterli mi?

Bunları etraflıca düşünmek gerekiyor.

Bize göre çarede, çözümde bellidir.

Çözüm, sandıkta birlikte hareket etmekte değil, belirlenen ve kabul edilmiş, kamuoyuna açıklanmış ve taahhüt edilmiş ilkeler üzerinde birlik ve işbirliği yapmaktır.

Böyle yapmak, sonuç almaya ve seçmeni ikna etmeye daha uygun düşer.

Tabi, seçimlerden önce, Parlamenter Sisteme Geçiş için meclisin karar alması da mümkündür ve son günlerde yapılan baraj tartışmaları bize göre boşuna yapılmamaktadır.

Seçimlerden önce böyle bir karar sürpriz olmayacaktır.

Bunu da bir yerlere not olarak düşelim.

Erdoğan Bahçeli'ye ikna edecek formülü bulduğunda, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemin önü açılmış olacaktır.

En kolay formül de budur.

Bu formül hayata geçerse o vakit Erdoğan Cumhurbaşkanı adayı olmayacaktır.

***

Not:Didim pazaryerine röportaj yapmak için gittikleri çarşıda saldırıya uğrayan Aydınpost editörü Erman Çetin ve kameraman İrfan Karasakal'a yapılan saldırıyı kınıyorum.