Bizde demokratik bir duruş ve tavır göstermek adına adaylık geleneği yerleşmediği için ideolojik partiler dışında kalan küçük kitle partileri bırakın varlıklı olanı şartlarına haiz bir aday bulmakta bile güçlük çekerler.

Partiler 31 Mart seçimlerine kendi adaylarıyla girdikleri takdirde kazanacak, hiç olmadı en fazla oy alacak adayları bulmak durumundalar.

Çünkü bu seçimdeki kantar çekileri rakipleri tarafından bir sonraki seçim için ölçü kabul edilecek.

Ayrıca kantar çekileri partilerde genel seçimde aldıkları sonucun altında kalırsa kendi iç bünyelerinde tartışmalara yol açacak.

Bu durumda, şartlar değişmezse büyükşehirde müşterek adayla girdiklerini varsaysak bile, o da sadece Cumhur İttifakı için geçerlidir, 17 ilçeye birer belediye başkan adayı bulmaları gerekecek.

Buna ek olarak 17 ilçeye buldukları aday yanında tek başına girme kararı alanlar bir de büyükşehir adayı bulmak zorundalar.

Siyasetin oldukça pahalı ve o oranda meşakkatli şartlarda yapıldığı bir coğrafyada parti bayrağını ideali uğruna dalgalandıracak bir fedai bulmak sanıldığı kadar kolay olmayabiliyor.

Bir de işin asıl zor yanı parasal kaynağı var.

Zira Türk siyaseti Cumhurbaşkanlığı dışındaki adayları finanse edecek bir kaynaktan mahrumdur.

(Cumhurbaşkanı adayları adına kanun gereği bankada açılan hesaba dileyen vatandaşlar bağışta bulunabiliyorlar.)

Genel merkezler partilere kısıtlı miktarda para gönderirler, o da adaylara ait seçim bürolarının çay, kahve giderlerini bile karşılamaz.

Üstüne üstlük bizde seçim zamanına geçim zamanı gözüyle bakılır.

En basitinden reklamcısı araba giydirmek, broşür ve katvizit basmak, gazeteler reklam almak, hediyelik eşya pazarlamacılığı yapanlar masraflarını çıkarmak için  seçim zamanını beklerler.

Buna karşılık bizde bu giderleri karşılayacak toplam seçmenin yüzde 35-40 partilere kayıtlıdır ama ne aidat ödeme gibi maddi bir sorumlulukları ne de yükümlülükleri vardır.

 Sizin anlayacağınız her birinin niteliksiz üyelikten başka bir özellikleri yoktur.

Oysa tam demokratik Batı ülkelerinde bu oran toplam seçmenin yüzde 2-3’nü geçmez,

 Ayrıca her bir üye de aidat öder ve ceplerinden harcadıkları parayla siyaseti domine ederler.

O nedenle bizde “adayım” diyebilmek biraz da hali vakti yerinde olmayı gerektirir.

Bu durum da parasal gücünü siyasetin gücüyle birleştirmek, gücüne güç, servetine servet katmak isteyenlere ek bir konfor alanı sağlar.

O da zamanla bir kibir abidesi olur, çıkar.

Milletçe yaşadığımız bunalım ve sıkıntıların kök nedeni de insanımızdaki bu güç kullanma heves ve merakıdır.

Gücü eline geçiren onu paylaşmayınca daha da azgınlaşır ve o gücü kendini tahkim etmede kullanır.

Nihayetinde insana ve insanlığa hizmet olan siyaset de yörüngesinden çıkar, egoları tatmin aracına dönüşür.

Demem o ki, asgari ölçülerde, çay kahve ve seçim arabalarının akaryakıt giderlerini karşılayacak kadar maddi gücü olmayanların işi değildir.

Öyle olunca da bol miktarda kifayetsiz muhterisi üretir, o da siyaseti yozlaştırmakla kalmaz, sistemi de bozar,kendi heveslerine ortak eder.

Soygun ve çapula bir sonraki seçime hazırlık için işe köşeye üç-beş kuruş, siz buna milyon da diyebilirsiniz, para atmakla başlar ve bunu kendine bir hak olarak, görür.

Bununla birlikte kazanma ümidi olanlar için maddi açıdan kampanya iki ay da sürse problem olmayabilir.

Çünkü kazanacak ata para yatıranlar da çok olur.

Bu sistemde aday cebinden para harcamadığı gibi adaylıktan kazançlı bile çıkabilir.

Desteklediği adayın kazanması durumunda o sponsorlar da yatırdığının karşılığını  10-20 mislini aldığı ihaleler ve doğrudan temin yoluyla geri alır, başka mesele…

İşte o nedenle bizde demokratik bir duruş ve tavır göstermek adına adaylık geleneği yerleşmediği için ideolojik partiler dışında kalan küçük kitle partileri bırakın varlıklı olanı şartlarına haiz bir aday bulmakta bile güçlük çekerler.

Doğası gereği gücün yanında yer alan vatandaş da güçlünün tarafında yer alır.

Bu anlatılanlar aynı zamanda demokrasinin amaç yerine bir araç olarak kullanıldığı toplumlarda  siyasetin nasıl kirlendiğini gözler önüne sermesi yönüyle de önemlidir.

Aydın’da başa güreşen CHP dışında kalan ve baş altında güreşen kendi adaylarıyla seçime girecek muhalefet partileri aday bulmada sıkıntı yaşarken diğer başa güreşen Cumhur İttifakı bileşenleri AK Parti ve MHP’yi de başka bir zorluk bekliyor.

O zorluk da şu:

Hangi parti hangi ilçede aday çıkaracak?

Bir önceki 2019 seçimlerinde ölçü 2014’de kazanılan ya da fazla oy alınan ilçelerdi.

Buna göre MHP 2019’da aday çıkardığı, bunun yanında AK Parti’den fazla oy aldığı ilçelerden yalnız Karacasu ve Karpuzlu’da kazanmıştı.

Efeler, Nazilli ve İncirliova’da da kaybetmişti.

Nazilli’de Kürşat Engin Özcan’ın İYİ Parti’den AK Parti’ye geçmesiyle 2014’deki denklem geçerliliğini yitirmiş oldu.

İl Başkanı Haluk Alıcık’ın da gönlünde yatan Nazilli aşkı ve sevgisi herkesin bildiği bir gerçek.

Bu durumda ne olacak?

AK Parti ile MHP aralarında Nazilli ile Efeler’i takas mı edecekler?

Bir an için takas ettiklerini farz edelim Haluk Alıcık Efeler adaylığını kabul edecek mi?

Onun yerine MHP Aydın BŞB’ sini ister mi?

AK Parti bu takasa razı olur mu?

Paydaşlar arasında ihtilaf çıktığı takdirde bunun Büyükşehir seçimine yansıması ne olur?

Yalnız AK Parti ve MHP’liler değil bu ilçelerde siyaseti yakından izleyenler de merak ediyor, soruna bulunacak çözümü…

Diyelim ki, aralarında sorun çıktı, nihayetinde MHP lideri Devlet Bahçeli olaya salt  parti açısından bakmadığı için olası bir anlaşmazlığın kriz dönüşmesi beklenmemeli

Aydın Büyükşehir’de en şanslı AK Parti adayı kim, dersiniz? Makale: Aydın Büyükşehir’de en şanslı AK Parti adayı kim, dersiniz?