8)Raporda yeraltı su kaynakları ile ilgili yapılan açıklamalar yönünden değerlendirme

Raporun 256.sayfasında “Jeotermal akışkan sızıntıları, sondaj çamuru ve kontrolsüz akışkan deşarjı yerüstü sularını etkilediği gibi, uzun süzülme süreçleri sonunda yeraltı suyuna ve rezervuarlara geçmektedir. Litolojik özellikler, havza geometrisi ve hidrojeolojik sistem özelliklerine bağlı olarak zamanla etkiler görülmeye başlayabilir. Fiziksel-kimyasal olarak belirlenebilen bu etkiler yerüstü sularına ilişkin bölümde bahsedildiği gibi pratik çözümler ile engellenebilir.

Benzer şekilde endüstriyel, tarımsal ve kentsel kirleticiler de yeraltı su kaynakları üzerinde baskı oluşturabilmektedir. İçme suları, kullanma suları ve tarımsal sular yanlış uygulamaların baskısı altındadır. Yapılan deşarjların kontrolü, denetimi ve arıtılması gibi süreçler ile etkiler telafi edilebilir. Yapılan matris değerlendirmesinde, JES kaynaklarının yeraltı sularına etkisi “orta”, diğer aktivitelerin ise “yüksek” seviyede olduğu görülmüştür. Alınacak önlemler ve periyodik denetimler ile koşullar iyileştirilebilir ve mevcut etkiler telafi edilebilir düzeylere indirilebilir. Bu etkilerin giderilmesi için proje bölgesinde yatırım ihtiyacı mevcuttur.” şeklinde açıklama yapılmıştır.

Raporda “Jeotermal akışkan sızıntıları, sondaj çamuru ve kontrolsüz akışkan deşarjı yerüstü sularını etkilediği gibi, uzun süzülme süreçleri sonunda yeraltı suyuna ve rezervuarlara geçmektedir.” açıklaması ile JES lerin yeraltı su kaynaklarını kirlettiği kabul edilmiştir.

Raporda “…JES kaynaklarının yeraltı sularına etkisi “orta”, diğer aktivitelerin ise “yüksek” seviyede olduğu görülmüştür…” şeklinde açıklama yapılmıştır. Bu açıklama gerçekçi ve objektif değildir.

JES nin bulunduğu bölgede çok büyük endüstri kuruluşu bulunmuyorsa (Denizli dışındaki tesislerin neredeyse tamamı bu nitelikte) toprak kalitesini bozan JES dir. Bu nedenlerle JES kaynaklarının yeraltı sularına etkisi “orta” kabul edilmesi gerçeklerle bağdaşmamaktadır.

Manisa ve Gediz havzasında yeraltı sularının jeotermal ve madencilik faaliyetleri nedeniyle hızla kirlendiği Orman ve Su İşleri Bakanlığı tarafından tespit edilmiş ve yeni jeotermal ve maden ruhsatı verilmemesi için İzmir ve Manisa Valiliklerine yazı yazılmıştır.

Orman ve Su İşleri Bakanlığı Su Yönetimi Genel Müdürlüğü tarafından Gediz Havzası yeraltı sularında yapılan çalışmalarda jeotermal faaliyetlerin yoğun olarak gerçekleştirildiği alanlarda arsenik başta olmak üzere metal ve yarı metal oranlarının içme/kullanma sularında limitlerin çok üstünde olduğu ortaya çıktı. Bakanlık İzmir ve Manisa Valiliklerine 14 Ağustos 2017 tarihinde gönderdiği yazı ile yapılan bu çalışma hakkında bilgi vererek, yeni jeotermal ve maden ruhsatı verilmemesi gerektiği ifade edildi. 14.Ağustos.2017 tarihli yazı ile jeotermal faaliyetlerinin yeraltı sularını kirlettiği açıkça ifade edilmiştir.

Orman ve Su İşleri Bakanlığı Su Yönetimi Genel Müdürlüğü 173934 sayılı, 14.08.2017 tarihli yazı ile “…yeraltı su kütlelerindeki arsenik değerinin bu parametre için belirlenen eşik değerin altına düşürülmesi maksadı ile havzadaki yeraltı su kütlelerinde jeotermal ve madencilik faaliyetlerine yeni izin ve ruhsatların verilmemesi gerekmektedir. Havzadaki yeraltı suyu kütlelerinin miktar ve kalitesinin izlenmesi rutin hale getirilmiştir. Bundan sonra yeraltı suyu kütlelerinde yapılacak olan izleme neticelerine göre sözkonusu kirletici parametrenin eşik değer konsantrasyonunun altına düşmesi durumunda kararımız gözden geçirilecektir.” şeklinde açıklama yapılmıştır.

İnsani Tüketim Amaçlı Sular Hakkında Yönetmelik gereği içme sularında arsenik sınır değerinin 10 ppb'den büyük olmaması gerektiği halde, Gediz Havzasında 2015-2017 yılları arasında yapılan çalışmalarda yeraltı sularındaki arsenik oranının 39.7 ppb olarak tespit edildi.

Fakat daha vahimi ise özellikle jeotermal ve madencilik faaliyetlerinin yoğun olarak gerçekleştirildiği sahalardaki 14 yeraltı suyu kütlesinde eşik değerin aşıldığı, bu değerin bazı kütlelerde 3000 ppb'nin üzerinde değerlere ulaşıldığı ortaya çıkmıştır.  Su Yönetimi Genel Müdürlüğü’nün verdiği bu rakamlara göre ölçüm yapılan yerlerdeki yeraltı sularında tespit edilen arsenik oranı içme suyu kriterlerine göre 300 kat, "aşılmaması gereken doğal arka plan" olarak belirtilen değerin ise 75 katından fazla olduğu anlamına geliyor [1].

9)Raporda görsel etki ve doğal güzellikler ile ilgili yapılan açıklamalar yönünden değerlendirme

Raporun 260.sayfasında “Jeotermal enerji tesislerinin, çevrelerine görsel etkileri mevcuttur. Jeotermal gelişme neticesinde ortaya çıkan temel görsel kalite etkilerinden bazıları, buhar salımı, kuyu alanında ve enerji santralinde gece aydınlatması, boru hatları ve iletim hattının görünürlüğüdür. Detaylı saha planlaması, tesis tasarımı, malzeme seçimi, yeniden bitkilendirme programları ve iletim hattı güzergahına uyum, jeotermal enerji tesislerinin görsel etkilerini azaltabilecek temel unsurlardır. Su buharı salımları uygun işletme ve teknoloji ile azaltılabilir. Ayrıca, özellikle yerleşim yerlerinin yakınlarından geçen akışkan boruları uygun önlemler alınarak (yer altından geçirme vb.) görsel etki azaltılabilir. Bugün, birçok yatırımcı, jeotermal tesislerin görsel etkisini azaltmak için bu azaltma tekniklerini hali hazırda uygulamaktadır. Yapılan matris değerlendirmesinde, jeotermal kaynak kullanımı aktivitelerinin ve diğer endüstrilerin/aktivitelerin görsel etkileri benzer şekilde “orta” düzey olarak değerlendirilmiştir. Ancak proje bölgesinde bazı bölgelerde, akışkan iletim hatlarının fazla miktarda yoğunlaşması ve yerleşim yerlerine yakınlıkları nedeni ile olumsuz görsel etkiler oluştuğu gözlenmiştir. Görsel etki tamamen yok edilememekle birlikte belirtilen önlemler ile önem derecesi düşürülebildiği için kısmen önlem alınabilir bir bileşen olarak değerlendirilmiştir. Görsel etkinin, bölge halkının jeotermal tesislere karşı bakışını da etkilediği dikkate alınmalıdır.” şeklinde açıklama yapılmıştır.

Rapor ile jeotermal enerji tesislerinin, çevrelerine görsel etkileri mevcut olduğu tespit edilmiştir.

Yerleşim yerlerinin içine, mezarlıkların yanından bu borular geçmektedir. Görsel ve estetik kaygılardan çok daha fazla bir zarar vermektedir.

Rapor ile “…Görsel etki tamamen yok edilememekle birlikte belirtilen önlemler ile önem derecesi düşürülebildiği için kısmen önlem alınabilir bir bileşen olarak değerlendirilmiştir. Görsel etkinin, bölge halkının jeotermal tesislere karşı bakışını da etkilediği dikkate alınmalıdır.” şeklinde açıklama yapılarak, olay yumuşatılmaya çalışılmıştır. Bu değerlendirmeler gerçekçi ve kabul edilebilir değildir.

10)Raporda Flora, Fauna ve Biyo-çeşitlilik ile ilgili yapılan açıklamalar yönünden değerlendirme

Raporun 262.sayfasında “Jeotermal kaynak kullanım faaliyetlerinin, bölgede flora, fauna ve biyoçeşitliliğe olumsuz bir etkisinin olması mümkündür. Özellikle planlama aşamalarında yer seçimi vb. önlemler ile nihai etki azaltılabilir. Tesislerin flora & fauna üzerine etkileri ve alınması gereken önlemler ulusal mevzuat kapsamında ÇED sürecinde proje spesifik olarak değerlendirilmektedir. Proje bölgesinde yer alan korunan alanların ve JES tesislerinin gösterildiği CBS haritalarına göre, araştırma bölgesinde yer alan JES tesisleri, tabiat koruma alanları, milli park, sit alanları, sulak alanlar vb. korunan alanların içerisinde ve yakın çevresinde yer almamakla birlikte, bu konular yetkili idarelerce ÇED sürecince ele alınmaktadır. JES tesislerinin jeotermal kaynağın bulunduğu noktada değerlendirilmesi gereken bir kaynak olması nedeni ile flora ve fauna üzerine etkisi olması muhtemeldir. Gerçekleştirilen matris değerlendirmesine göre, flora ve fauna bileşeni için kümülatif önem, “orta” düzey olarak değerlendirilmiş olmakla birlikte, diğer endüstri ve faaliyetlerin yoğun olduğu bölgelerde yüksek bir kümülatif etki gözlenmesi mümkündür. Özellikle planlama aşamalarında yer seçimi vb. önlemler ile matris değerlendirme parametrelerinin ağırlıkları düşürülerek nihai etki azaltılabilir. Yer seçimi vb. önlemler sayesinde, flora, fauna ve biyoçeşitlilik üzerindeki etki kısmen önlem alınabilir olarak değerlendirilmiştir.” şeklinde açıklama yapılmıştır.

Rapor ile jeotermal kaynak kullanım faaliyetlerinin, bölgede flora, fauna ve biyoçeşitliliğe olumsuz bir etkisinin olduğu açıkça kabul edilmiştir.

Raporda yer alan “…matris değerlendirmesine göre, flora ve fauna bileşeni için kümülatif önem, “orta” düzey olarak değerlendirilmiş olmakla birlikte, diğer endüstri ve faaliyetlerin yoğun olduğu bölgelerde yüksek bir kümülatif etki gözlenmesi mümkündür…”değerlendirmesi doğru değildir. JES nin bulunduğu bölgelerde JES den doğaya salınan atıklar nedeniyle bölgede flora, fauna ve biyoçeşitlilik olumsuz bir şekilde etkilenmektedir. Bu konuda bir önlem alınarak sözkonusu tahribatın ortadan kaldırılması son derece güçtür.

11)Raporda tarımda kalite ve verim düşüklüğü ile ilgili yapılan açıklamalar yönünden değerlendirme

Raporun 269.sayfasında “Jeotermal santrallerde çeşitli nedenlerle atmosfere buhar salınmakta ya da kaçaklar olmaktadır. Tesisler daha çok debi almak için, zaman içerisinde buhar basıncı set değerini düşürmektedirler. Ancak her kuyunun rezervuar basınçları aynı olmadığı için tesislerin de atmosfere buhar salınması genellikle, tesisler işletmeye alındıktan sonra olmakta ve zaman içerisinde rezervuar basınçlarının düşmesinden basıncı düşük olan kuyular, basıncı yüksek olan kuyuları yenememekte ve düşük basınçlı kuyudan daha çok debi almak için kuyu başından buhar atmosfere atılmaktadır. Bu durum hem enerji kaybına hem de çevre kirliliğinin artmasına sebep olabilmektedir.

Santral bölgelerinden atmosfere buhar salınması ise zaman içerisinde düşen rezervuar basınçları sebebiyle oluşmakta ve tesisten maksimum enerji üretmek adına buhar basınçları da düşürülmekte ve bu sebeple tesislere giren buhar miktarları artmaktadır. Atmosfere buhar salımı ve buhar kaçakları sorununu çözmek için atık buharın da tesislerde enerji olarak değerlendirilmesi amacıyla projeler geliştirilmelidir. Proje bölgesindeki tesislerden salınan buharın bölgenin nem miktarının artmasına sebep olduğu ve bunun da yetiştirilen ürünlerin kalite ve verimliliğini olumsuz etkilediği düşünülmektedir. Bu bileşen açısından JES tesislerinin tarımsal ürün kalite ve verimliliğinde düşüşe etkisi matris değerlendirmesinde, “orta” olarak değerlendirilmiştir. Bu bileşen üzerinde meydana gelen mevcut etkiler, kapalı çevrim sistemlerinin kullanımı ve atılacak üretim ve dağıtım borularından buhar kaçış önleme adımlarıyla birlikte eski haline döndürülebilir bir etki olarak tanımlanmıştır.” şeklinde açıklama yapılmıştır.

Rapor ile tarım/ürün kalite ve verimliliğinin düşüşünde jeotermal santrallerde çeşitli nedenlerle atmosfere buhar salınmakta ya da kaçakların çevre kirliliğinin ve bölgenin nem miktarının artmasına sebep olduğu ve bunun da yetiştirilen ürünlerin kalite ve verimliliğini olumsuz etkilediği ifade edilmiştir.

Bu değerlendirme doğrudur.

Fakat devamında “…Bu bileşen üzerinde meydana gelen mevcut etkiler, kapalı çevrim sistemlerinin kullanımı ve atılacak üretim ve dağıtım borularından buhar kaçış önleme adımlarıyla birlikte eski haline döndürülebilir bir etki olarak tanımlanmıştır.” şeklinde açıklama yapılması son derece hatalıdır. JES den buhar salınımı ve tarım ürünlerindeki olumsuz yansıması engellenemez boyuttadır.

12)Raporda tarım/tarım alanlarının kaybı ile ilgili yapılan açıklamalar yönünden değerlendirme

Raporun 271.sayfasında “Toprakların amaç dışı kullanımı ve hızla kirlenmesi genel olarak ülkemizin en önemli sorunlardan birisidir. Büyüyen nüfusumuza paralel özellikle kentleşme, sanayi ve madencilik gibi birçok sektör tarım topraklarının kaybına sebep olmaktadır. Öte yandan tarımın kendi içinde aşırı ve bilinçsiz girdi kullanımı da tarım topraklarının kirlenmesine, verimsizleşmesine ve tarımsal niteliklerini kaybetmesine sebebiyet vermektedir. Matris değerlendirmesinde, JES tesislerinin ve diğer endüstri/aktivitelerin her birinin tarım alanlarının kaybına etkisi “orta” olarak değerlendirilmiştir.

JES'lerle ilgili olarak da jeotermal enerji yatırımcılarının aşağıdaki hususları göz önünde bulundurması önem arz etmektedir,

* Arama kuyuları ve nakil hatları açarken yürürlükte olan 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’nun 13. ve 14. maddelerine,

* Yasal düzenlemelerle koruma altına alınmış büyük ova koruma alanları statüsüne, koruma alanları dışında ise mutlak tarım arazileri,

* Özel ürün arazileri, dikili tarım arazileri ile sulu tarım arazilerinin yasal mevzuat uygun şekilde kullanılması verimli toprakların kaybı ile ilgili şikayetlerin aza indirilmesinde önemli rol oynayabilecek bir adım olacaktır.

Yine aynı şekilde 3573 sayılı Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanunu’nda öngörülen yaklaşma mesafelerine ve kısıtlamalarına uyulması gerekmektedir. Zeytin ile ilgili hassasiyetin benzer şekilde bölgede önemli ürün kimliğiyle öne çıkan incir ve üzüm için de gösterilmesi ve gerekirse yasal düzenlemelerle hassasiyetin değerlendirilmesi de önem arz etmektedir. Sondaj ve test kuyusu açılması süresince dikili alanların yoğun olduğu bölgelerde toprak kaybı ile ilgili durumu en aza indirmek için santral ve kuyu yerleri açılımı için parsel değil havza bazını esas almak, rezervuar kapasitesine uygun sayıda kuyu açımlarına izin vermek, yatay sondaj tekniklerinin kullanılmasını teşvik etmek ve bölgenin tarımsal bütünlüğünü göz önüne alarak sondaj kuyularının açılmasını sağlamak da önemli adımlar olacaktır.” şeklinde açıklama yapılmıştır.

Rapor ile JES tesislerinin ve diğer endüstri/aktivitelerin her birinin tarım alanlarının kaybına etkisi “orta” olarak değerlendirilmiştir.

Raporla JES'lerle ilgili olarak da jeotermal enerji yatırımcılarının şu hususları göz önünde bulundurması gerektiği belirtilmiştir;

a-Arama kuyuları ve nakil hatları açarken yürürlükte olan 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’nun 13. ve 14. maddelerine,

b-Yasal düzenlemelerle koruma altına alınmış büyük ova koruma alanları statüsüne, koruma alanları dışında ise mutlak tarım arazileri,

c-Özel ürün arazileri, dikili tarım arazileri ile sulu tarım arazilerinin yasal mevzuat uygun şekilde kullanılması,

d-3573 sayılı Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanunu’nda öngörülen yaklaşma mesafelerine ve kısıtlamalarına uyulması gerekmektedir.

Menderes havzasında JES kurulan taşınmazlar 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu kapsamında, büyük ova koruma alanları statüsüne sahip, koruma alanları dışında ise mutlak tarım arazileridir. JES yapılan taşınmazlar çok büyük bir kısmı zeytin bahçeleridir. Aydın Germencik, Efeler, Köşk, Kuyucak’ta yapılan santrallerin tamamı zeytin bahçeleri içerisinde yapılmıştır.

İşin asıl ilginç yanı ise ÇED kararları düzenlenirken, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın proje alanlarının zeytinlik olduğunu bile bile bu idari işlemleri tesis etmesidir.

Sorun sadece zeytinlik alanlarla da bitmemektedir. İncir, pamuk, üzümde bu santrallerin faaliyetlerinden olumsuz olarak etkilenmektedir. Manisa, Alaşehir, Sarıgöl, Salihli’de yer alan üzüm ve bağcılık JES nin atıklarından olumsuz etkilenmektedir. Menderes ve Gediz Havzasında tarım resmen JES ne kurban edilmektedir.

13)Raporda tarım/toprakta ve yeraltı sularında kirlilik ile ilgili yapılan açıklamalar yönünden değerlendirme

Raporun 274.sayfasında “…Matris değerlendirmesinde, JES tesislerinin toprakta ve yeraltı sularında kirliliğe etkisi “orta”, diğer endüstri/aktivitelerin etkisi ise “yüksek” olarak değerlendirilmiştir.

JES’lerle ilgili olarak bu sektörde oluşabilecek toprak kirliliğinin önlenmesi ve giderilmesi hususu jeotermal alanla sınırlı kalması sebebiyle nispeten daha hızlı telafi edilebilir bir kirlilik olarak değerlendirilmekte ve bu konuda yapılacak çalışmalarla sorunun çözümü konusunda çok daha hızlı ve çözüm odaklı adımların atılmasının mümkün olabileceği düşünülmektedir. Dünyadaki ve ülkemizdeki uygulamalar göstermektedir ki, bu sorunun çözümü için en etkili yol hem hiçbir sızıntının olmayacağı şekilde sağlam bir kuyu inşasının gerçekleştirilmesi hem de yeryüzüne çıkarılıp işlenen jeotermal akışkanların aynı rezervuara re-enjekte edilmesidir. Re-enjekte uygulaması hem çevresel kirliliğin önlenmesi hem derinlerde bulunan rezervuarın hidrolojik beslenmesini ve sürdürülebilirliğini sağlaması hem de tesisin ekonomik ömrünün iyileştirilmesi için de olmazsa olmaz bir uygulamadır. Yapılan araştırmalara göre ekosistem içerisinde her bir su kaynağı homojen bir dağılım göstermekle beraber kaynakların dağılışına bağlı olarak bu suların bileşimleri de değişiklik göstermektedir. Kaynak ağızlarının yer değiştirmesi, su miktarının azalıp çoğalması, suyun akış hızı ve yönünde meydana gelen değişiklikler, su üstüne çıkan yüzeylerin yeniden işlenmesi ya da aşındırılması traverten sahalarında sıkça rastlanan durumlardır. Öte yandan araştırmalar iklim faktörleri, suyun dinlendirme ve soğutmaya alınması ve yağmur sularının karışması kaynak sularının kimyasını hızla değiştirebildiğini de göstermektedir. Özellikle termal kaynakların tepe ve yamaçlar üzerinde bulunduğu durumlarda topografya faktörü daha da önem kazanmaktadır.

Diğer endüstriyel aktiviteler açısından toprakta ağır metal kirliliğinin oluşmaması için katı atıkların (evsel, endüstriyel, tehlikeli, mevzuata uygun olmayan özellikte arıtma çamurları, tıbbi vb.) uygun alanlarda ve ilgili yönetmeliklerde belirtilen esaslara uygun şekilde bertaraf edilmesi, hava kalitesini korumak üzere ilgili tüm yasal düzenlemelere uyularak ağır metal emisyonlarının azaltılması, evsel veya endüstriyel atık suların arıtılmadan toprağa verilmesinin önlenmesi, sulama suyu olarak kullanılmaması, kontrolsüz gübre ve tarım ilaçlarının kullanılmasının önüne geçilmesi gibi önlemlerin alınması önemlidir. Kirlenmenin oluşması durumunda kirliliğin yayılmaması için önleyici tedbirler alınmalı, kirliliğin yeraltı suyuna veya içme suyu kaynaklarına karışması söz konusu ise hemen temizleme işlemlerine başlanmalı, düzenli aralıklarla denetimler ve ölçümleri yapılmalı, topraklarda kirliliğe neden olanlar üzerinde caydırıcılık yaratacak ağır para cezaları verilmelidir.” şeklinde açıklama yapılmıştır.

Raporla JES tesislerinin toprakta ve yeraltı sularında kirliliğe etkisi “orta”, diğer endüstri/aktivitelerin etkisi ise “yüksek” olarak değerlendirilmiştir. Bu değerlendirme doğru değildir. Endüstri kuruluşların yoğun olduğu Denizli dışında bu kirliliği büyük bir çoğunluğu JES lerden kaynaklanmaktadır.

Raporla,  “… Dünyadaki ve ülkemizdeki uygulamalar göstermektedir ki, bu sorunun çözümü için en etkili yol hem hiçbir sızıntının olmayacağı şekilde sağlam bir kuyu inşasının gerçekleştirilmesi hem de yeryüzüne çıkarılıp işlenen jeotermal akışkanların aynı rezervuara re-enjekte edilmesidir.” tespiti son derece doğrudur.

JES de iki aşamada sorun yaşanmaktadır. Birinci sondaj aşamasında yer altından çıkan jeotermal sıvının doğaya salınması, ikincisi uygulama ve faaliyet aşamasında yoğuşmayan gazların (NCG- non condensable gases) doğaya salınması ve çıkarılan jeotermal kaynağın tamamının reenjekte edilememesidir.

Rapor hazırlanırken, JES nin reenjeksiyonu tam olarak gerçekleştirip gerçekleştirmediğinin irdelenmesi olanaklı değildir. Reenjeksiyonun yapıldığı varsayımı üzerine bir rapor hazırlanması hatalı sonuçları yöneltecektir.

Ege Bölgesinde, genellikle (istisnalar hariç olmak üzere) JES ler sağlıklı ve tam reenjeksiyon gerçekleştirmemektedir. Bunda ekonomik tercihlerin öne çıkması da son derece önemlidir. JES den kaynaklanan çevre kirliliğinin en önemli nedeni reenjeksiyonun tam olarak yapılmamasıdır.

14)Raporda hassas gruplar ile ilgili yapılan açıklamalar yönünden değerlendirme

Raporun 288.sayfasında “Hassas grupların bu proje bağlamında kimler olduğu yukarıdaki bölümde (0) tanımlanmıştır. Yaş dağılımı değişkeni bakımından ele alındığında Aydın’da nüfusun %32’si, yani neredeyse üçte birinin hassas gruplara (bebek, çocuk, yaşlı) dahil olduğu görülmektedir. Denizli ve Manisa için bu oran sırasıyla %30 ve %33 olarak hesaplanmıştır. Bu sonuç, proje bölgesindeki nüfusun hemen hemen üçte birinin JES’lerin çeşitli olumsuz etkilerine karşı daha zayıf ve kırılgan durumda olduğunu göstermektedir. Özellikle yerleşim yerlerine, okullara ve kamu alanlarına, yerleşimlere yakın tesislerin etkilerine maruz kalanlar açısından etki olumsuz değerlendirilmiştir.

Yukarıda ele alınan hassas grupların dışında, hane halkı reisi çocuklu kadınlar, engelliler ve yoksullar da JES yatırımlarının doğurduğu toprak ve geçim kaybının telafisi konusunda kısıtlı olanaklara sahip olabilecekleri için ekonomik anlamda daha fazla olumsuz etkilenebilir. Yatırım alanlarıyla sınırlı bir etki durumu olduğu için etkisi yerel olarak değerlendirilmiştir. JES’lerin koku, gaz, yüzey suyu kirlenmesi gibi yakın etki alanı içinde bulunanlar açısından, maruziyet süresine ve düzeyine göre değişmekle birlikte, etkinin genel olarak orta şiddette olacağı değerlendirmesi yapılmıştır.” şeklinde açıklama yapılmıştır.

Rapor ile yaş dağılımı değişkeni bakımından ele alındığında Aydın’da nüfusun %32’si, yani neredeyse üçte birinin hassas gruplara (bebek, çocuk, yaşlı) dahil olduğu görülmektedir. Denizli ve Manisa için bu oran sırasıyla %30 ve %33 olarak hesaplanmıştır. Bu sonuç, proje bölgesindeki nüfusun hemen hemen üçte birinin JES’lerin çeşitli olumsuz etkilerine karşı daha zayıf ve kırılgan durumda olduğunu göstermektedir. Özellikle yerleşim yerlerine, okullara ve kamu alanlarına, yerleşimlere yakın tesislerin etkilerine maruz kalanlar açısından etki olumsuz değerlendirilmiştir.

Bu değerlendirme doğru ve yerindedir.

Falat raporla “…JES’lerin koku, gaz, yüzey suyu kirlenmesi gibi yakın etki alanı içinde bulunanlar açısından, maruziyet süresine ve düzeyine göre değişmekle birlikte, etkinin genel olarak orta şiddette olacağı değerlendirmesi...” şeklinde yapılan değerlendirme, yapılan açıklama ile uyuşmamaktadır.

Rapor hazırlanırken araştırmacılar, Kuyucak’ta yeni açılmaya çalışılan santralin ilköğretim okuluna 200 metre, konutlara 100-150 metre mesafede olduğunu, öğrencilerin çürük yumurta kokusu nedeniyle sınıfta ders yapmakta zorlandığı görse etkilenimin “orta” seviyede olduğu tespitini yapılabilir miydi?

15)Raporda depremselik ile ilgili yapılan açıklamalar yönünden değerlendirme

Raporun 298.sayfasında “Jeotermal kaynakların değerlendirilmesine yönelik jeotermal akışkanın üretimi, re-enjeksiyonu, bu işlemlerin sıcaklık ve debi değerlerine bağlı olarak düşük şiddetli sismik aktivite gözlenebilir. Literatür çerçevesinde uyarılmış sismisite değerlerinin insanlar tarafından hissedilemeyecek derecede düşük olduğu görülmüştür. Ancak her ne kadar düşük şiddetli bir aktivite olsa da, mevcut tektonik yapıya etkisi çerçevesinde negatif bir etki olarak değerlendirilmektedir. Rezervuarın fiziksel ve kimyasal parametreleri ve oluşturan formasyonların kayaç dayanımına bağlı olarak üretim ve re-enjeksiyon değerlerinin doğru belirlenmesi gerekir. Aksi durumlarda, gerek jeotermal akışkanın çekimi sırasında zamanla azalan rezervuar içi basınç koşulları ile gerekse re-enjeksiyon sırasında fay aracılığıyla rezervuara geri basılan akışkanların sistemde oluşturduğu farklı sıcaklık-basınç değişimleri ile kayaçlarda mikro-sismik aktiviteler gerçekleşebilmektedir. Hem arama hem de üretim sahalarında, sürekli ve uzun süreli mikro-sismisite verilerinin kaydedilmesi, herhangi bir anomali ile karşılaşıldığında ise önlem alınması gerekmektedir.” şeklinde açıklama yapılmıştır.

Rapor ile jeotermal kaynakların değerlendirilmesine yönelik jeotermal akışkanın üretimi, re-enjeksiyonu, bu işlemlerin sıcaklık ve debi değerlerine bağlı olarak düşük şiddetli sismik aktivite gözlenebildiği, her ne kadar düşük şiddetli bir aktivite olsa da, mevcut tektonik yapıya etkisi çerçevesinde negatif bir etki olarak değerlendirilmesi gerektiği ifade edilmiştir.

JES nin depremsellik etkisi daha önce çok az gündeme gelmiş bir konudur. Bu konunun ayrıntılarıyla irdelenmesi gerekmektedir. Sözkonusu enerji şirketlerinin santral alanı çevresinde sismik aktiviteyi izlediği ve bu konuda bilgi sahibi olduğu kabul edilmektedir. Fakat  devletin, bu ölçümleri bizzat ilgili birimlere yaptırarak, sismik hareketliliğin değerlendirilmesi gerekir. Bugüne kadar incelenmemiş olması bile büyük bir hatadır.

Germencik’te 16 adet, Manisa Alaşehir’de 11 adet JES bulunmaktadır. Bu kadar dar bir alanda böylesi yoğun JES varlığı, bölgedeki sismik hareketliliği artıracaktır.

15)Raporda JES nin olumsuz çevresel etkileri ile ilgili daha önce yapılmış bilimsel araştırmalar dikkate alınmamıştır.

Bu incelemelerden bazıları  şunlardır;

a-Aydın ve Menderes havzası ile ilgili olarak  Ziraat Mühendisi Doğan Akar tarafından yapılan Jeotermal Santrallerin Çevresel Etkileri isimli çalışma son derece önemli bilimsel tespitler içermektedir. Jeotermal santrallerde oluşan atık suyun Büyük Menderes Nehrine akıtılmasının tarım havzası ve tarım alanları üzerindeki etkileri ve yarattığı kirlilik irdelenmiştir[2].

b-Ziraat Mühendisi Sunay Dağ Tarafından Gerçekleştirilen “İncirde Verim ve Kalite Üzerine Jeotermal Enerji Tesislerinin Olası Etkilerinin Belirlenmesi” başlıklı bilimsel inceleme.

Ziraat Mühendisi Sunay Dağ İncirde Verim ve Kalite tarafından hazırlanan, Adnan Menderes Üniversitesi Bahçe Bitkileri Anabilim Dalında, tez danışmanı Prof.Dr.Engin Ertan’ın danışmanlığında gerçekleştirilen Üzerine Jeotermal Enerji Tesislerinin Olası Etkilerinin Belirlenmesi isimli doktora tezi son derece ilginç sonuçlar ortaya koymuştur.

Çalışma sonucunda; jeotermal tesise yakın mesafede (600-650 m) bulunan incir bahçelerinde, yaprak ve kuru incir meyve örneklerinin besin elementleri ve ağır metaller açısından genel olarak diğer mesafelere göre daha yüksek içeriklere sahip olduğu ve tesisten uzaklaştıkça özellikle meyve örneklerinin ağır metal içeriklerinin azaldığı saptanmıştır. Bunun yanı sıra, kuru incir verimi ve kalitesine ilişkin elde edilen sonuçların da değerlendirilmesi sonucu; benzer şekilde tesisten uzaklaştıkça kalite ve verim ile ilgili olumsuz etkinin azaldığı belirlenmiştir.

c-Doç Dr. Mustafa Bolca, Prof. Dr. Rafet Kılınç, Prof. Dr. Ünal Altınbaş, Yard. Doç. Dr. Müslim Murat Saç, Prof. Dr. Mehmet N. Kumru, Araş. Gör. Bihter Çolak Esetlili, Dr. M. Tolga Esetlili Ve Araş. Gör. Fulsen Özen tarafından 2010 yılında gerçekleştirilen «Alangüllü (Aydın) Bölgesindeki Jeotermal Kaynakların Kimyasal Özelliklerinin ve İçerdikleri Radyoaktif Maddelerin SuKaynakları, Tarım Toprakları ve Kültür Bitkilerine Etkilerinin Multidisipliner Yaklaşımla Saptanması Üzerine Araştırmalar» başlıklı bilimsel inceleme.

Bilimsel inceleme TÜBİTAK desteğiyle gerçekleştirmiş olup, Alangüllü yöresinde jeotermal santrallerden kaynaklanan kirliliği somut olarak ortaya koymuştur.

16)Rapor ile JES nin çevreye verdiği zararların ve kümülatif etki değerlendirmesinden öte, JES nin zararlarının nasıl tolere edilebileceği, olumsuzluklarını nasıl yumuşatılabileceği ve tepkileri nasıl azaltılabileceği üzerine hazırlanmıştır.

Rapor hazırlama yöntemi hatalıdır. Öncelikle JES nin doğaya verdiği zararlarla ilgili olarak bugüne kadar yapılmış bilimsel inceleme ve araştırmaların değerlendirme gerektiği halde bu husus dikkate alınmamıştır. Yukarıda 15 numaralı başlık altında açıklandığı üzere bu konuda çok önemli çalışmalar yapılmıştır. Bu nedenlerle inceleme eksik ve hatalıdır.

Raporun adı “Taslak Kümülatif Etki Değerlendirme Raporu” dur. Raporda bazı bölümlerde bugüne kadar resmi kurumlar tarafından JES ile ilgili olarak dillendirilmeye cesaret edilemeyen tespitler yer almaktadır. Fakat değerlendirme aşamasında, kümülatif etki değerlendirilmesi amacından sapılmıştır.

JES nin çevreye verdiği zararların ve kümülatif etki değerlendirmesinden öte, JES nin zararlarının nasıl tolere edilebileceği, olumsuzluklarını nasıl yumuşatılabileceği ve tepkileri nasıl azaltılabileceği üzerine hazırlanmıştır.

Raporda JES lerin çok ciddi riskler taşıdığı belirtilmesine rağmen, raporun hiçbir yerinde JES lerin kapatılması gündeme bile gelmemiştir.

Sonuç olarak, raporla JES aklanmaya ve paklanmaya çalışılmıştır.

 

[1] https://www.evrensel.net/haber/347083/bakanlik-bile-uyardi-maden-ve-jeotermale-ruhsat-vermeyin

                         

[2] http://www.mmo.org.tr/resimler/dosya_ekler/86659486e6f7919_ek.pdf