Bir ülkede her hangi bir alanda paradigma değişirse bu değişiklik genel siyaseti de etkiler ve siyaset yapma tarzı da değişen paradigma doğrultusunda yeniden düzenlenir.

Seçmenin 7 Haziran ihtarından sonra AK Parti’nin içine girdiği türbülans ve ardından gelen 1 Kasım seçim başarısı bu parti için olduğu kadar Türk siyasetinde de yeni bir dönemin başlangıcı oldu.

AK Parti’de Cumhurbaşkanı seçilinceye kadar güçlü oyun kurucu tek aktör eskiden Recep Tayyip Erdoğan’dı.

O partinin başında iken hem genel siyasetin hem de partisinin gündemini tek başına tayine yetiyordu.

O nedenle güçlü merkezi yönetim sayesinde taşra yöneticilerine hatta milletvekillerine siyasi gündem oluşturma, müstakil politika üretme konusunda fazla iş düşmüyordu.

Kestirme ifade ile Ankara’dan esen yel taşrada herkesin harman savurmasına yetiyordu.

Bu da Aydın gibi hazırcılığa alışkın yerlerin yöneticilerinde siyaset üretme, politika geliştirme tembelliğine yol açtı.

Erdoğan sonrasında genel merkez nezdinde gruplaşmalar oldu. Bunlar arasında partiye hâkimiyet yarışı başladı.

Başbakan Davutoğlu listelerin hazırlanmasını hocasının asistanına güvendiği gibi bir bilim adamı saflığı ile o yöneticilere havale edince ortaya çıkan listeler kamuoyunda:

1-Turgut Özal sonrası ANAP gibi bu partinin de ömrünü tamamladığı,

2- Siyasi yörüngesinden saptırıldığı,

3-Herkesin “selden kütük kapma” hevesine kapıldığı algısına yol açtı ve AK Parti türbülansa girdi.

İmdadına da Eylül kongresi yetişti… Eğer O kongre sonrasında merkez yürütmede köklü değişiklik yapılmasaydı ve ardından da liste yanlışları düzeltilmeseydi AK Parti’nin 1Kasım başarısı hayal olabilirdi.

Kongre ile parti üst yönetiminin değişmesi ve milletvekili sıralamasının yanlış isimlerden arındırılması AK Parti’nin siyasi ömrünü uzatmıştır denebilir.

Bundan böyle AK Parti’de;

BİR: 1 Kasım’la başlayan yeni dönemde taşra yöneticileri eski siyasi tembelliği terk ederek rekabete dayalı siyaset yapacak gündem oluşturacaktır.

İKİ: Artık halka tepeden bakan, vatandaşla duygudaşlık bağı eksik, millette karşılığı olmayan taşra yöneticilerini ve ısmarlama adayları “sistem dinamiği” kenara itecektir.

ÜÇ: Mümkün olduğunca fazla vatandaşa dokunan, damardan girmesini bilen, elindeki sıcaklık, yüzündeki tebessümle kitleleri etkileyebilenler seçimde başarılı olacaktır.

Bunlar siyasetin genel gerçekleridir ve her devir için geçerlidir. Ancak bazı çevrelerde son yıllarda seçim kazanmada asıl olanın aday değil parti olduğuna ve AK Parti’nin oylarının %47-49 bandında sabitlendiğine dair bir görüş vardı. Bu görüşün doğru olmadığını 7 Haziran sonuçları göstermiş oldu.

Yalnız AK Parti’de çoğu taşra yöneticisi değişimle gelen reel politiği henüz daha anlamış değil. Siyasetle gelinen yerleri eski alışkanlıkla sorun çözme yeri değil temsil ve paylaşım makamı gibi görenler var.

Bunların başında da Efeler İlçe Başkanı Aytaç Aslan geliyor. Bu güne kadar ki performansına bakılırsa Efeler gibi büyük bir ilçenin hem de iktidar partisinin ilçe başkanlığı gömleği ona bir hayli bol gelmiş, görünüyor.

Aydınpost yazarları olarak Aydın’ı konuştuğumuz bir periscope programında bizi izleyen beş yüzün üzerindeki takipçiye  “Efeler AK Parti ilçe başkanının adını bilen var mı?” diye sormuştuk.

Program sonuna kadar tek kişiden, o da yazar arkadaşımız Sayın Hüseyin Asar’dan olumlu yanıt gelmişti ve bu durum biraz garibimize gitmişti.

Nedeni de o ilçe başkanı olarak iki seçim geçirmişti ve bu da bir parti yöneticisinin kendini kitlelere tanıtması için yeterliydi.

Sonradan öğrendik ki, meğer iş yerinin bulunduğu sokakta da onun pek tanıyanı yokmuş… Bu gerçeği merak edip sokağına kulak verdiğimizde anladık.

Efeler ilçesini ilgilendiren, bir veya iki dışında o da BŞB ile ilgili,  basın aracılığı ile doğru dürüst gündem oluşturmasına da şahit olunmadı.

Hem bırakın ilçesini mahallesinde, komşusunda ve iş yerinin bulunduğu sokakta tanınmayan insan partisini nasıl büyütecek?

Hangi sağlam bilgi ve güvenle siyasi rekabet ortamı meydana getirecek de bir sorunun çözümüne öncülük edecek?

AK Parti’nin 1 Kasım hariç son iki seçimde Aydın’da  %29 bandına niye demir attığı şimdi daha iyi anlaşılmıyor mu?