Knut Hamsun Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Norveçli yazardır. En önemli eserlerinden birisi de "Açlık" kitabıdır. Hamsun "Açlık" kitabında anlatımını o kadar iyi seviyeye yükseltmiştir ki sizi de öykünün içine çekmektedir. Yazarın ne kadar iyi yazdığını okuyanlarda hem fiziksel hem de psikolojik etkiler doğmasına sebep olmasından anlayabiliyoruz. Eğer bu durumu ölçebilecek  bir kriter olsaydı kuşkusuz Knut Hamsun'un "Açlık" kitabı oluşacak olan listenin en tepesinde olurdu. "Açlık" kitabını okuyan insanın, ne kadar tok olursa olsun, mide kazınmasıyla mutfağa koşmasına neden olması kitabın örüntüsünün mükemmel anlatımının göstergesidir.

Romanın kahramanı Andreas, Kristiania’da paraya pula önem vermediği için sokaklarda yaşamaktadır. Parası olduğunda pansiyonda kalır, parası olmadığında ise parkın banklarında yatar. Parayı kazanma şekli ise gazetelere yazdığı yazılardır. Tek hayali yazmış olduğu kitabı yayınlatmaktır. Hiç yiyecek bulamayacak dereceye geldiğinde ise kıyafetlerini satar. Bütün bu zorlu yaşama rağmen hiçbir zaman hayallerinden vazgeçmez. Andreas sokaklarda yaşadığı için sokaktaki birçok olaya şahit olur, bazen şahit olduğu olayların içinde kendini bulur. Yine sokaklarda birçok kişiyle tanışır ve bu kişilerin yaşam öyküleri hakkında kendi kafasında hikâyeler kurgular. Bu kurguları ise yazıya geçirir. Hayal ederek yazmak onun ne büyük zevkidir. Kafasında bazı zamanlar ise hayal ile hakikat birbirine karışır.

Günlerin çoğu zamanını aç olarak geçirir. Bütün bunlara rağmen yakınlarının yardımını istemeyecek kadar gururludur. Bu zor süreçte artık açlık dayanılmayacak bir hâl almaya başlar. Ama buna rağmen kimseden yardım dilenmez. Açlıktan ağaçlardaki yaprakları yemeye başlar. Artık en son dilencilik yapmayı bile düşünür. Daha sonra eski bir arkadaşı ile karşılaşır. Arkadaşı, Andreas’a bir miktar para yardımında bulunur ve Andreas bir süre aç kalmaktan kurtulur. Gazeteye yazı verir fakat yazıları basılmaz. Andreas yine aç kalır. Aç kalmak onu öyle bir duruma getirir ki artık parmağını kesip kanını içerek açlığını gidermeye çalışır. Gün gelir yazı yazmak için kullandığı mumu bile tükenir. Açlıktan her yolu deneyen Andreas kasaba giderek köpekleri için kemik ister ve bu kemikleri kendisi kemirerek açlığını gidermeye çalışır. Onu bu şekilde gören bir subay ona bir miktar para verir. Bu para onu bir hafta idare eder. Fakat bir hafta geçtikten sonra açlık tekrar başlar. Bu duruma dayanamayan Andreas İngiltere’ye giden bir gemiye tayfa olarak yazılıp, yazarlık hayalini Kristiania’da bırakarak ortadan kaybolur.

"Açlık" kitabı böyle.

Gelelim günümüze. Neredeyse bir yıldır dünyada coronavirus salgını var. Mart ayından beridir ülkemizde de bu virüs etkili ve insanları öldürüyor. Okullar kapalı, ekonomik olarak yeterli düzeyde olmadığımız için eğitimimiz perişan durumda. Birçok sektörde çok büyük sıkıntılar var. Özellikle turizm ve eğlence sektörü ölüm sessizliğinde. Marttan beri kapalı olan işyerleri var, buralarda çalışanlar çok zor durumda, işsizlikten ve ailesine bakamamaktan intihar edenlerin sayısı giderek artıyor.

Dünyada olduğu gibi bizde de çeşitli önlemler alındı; kısa çalışma ödeneği, işten çıkarma yasakları, borç ve vergi erteleme, kredi açma gibi. Ancak genel ekonomik göstergelerin yeterli olmaması nedeniyle devlet desteği neredeyse yok gibi, hatta devlet iban göndererek vatandaştan yardım istedi. Salgın birkaç ay içinde bitmiş olsaydı ilk alınan önlemler yeterli olabilirdi. Ama salgın bitmek bilmeyince devletimiz ekonominin kırılmaması için sıkı tedbirleri gevşetti. Tedbirlerin gevşemesi salgının hızını artırmasına ve etkisinin şiddetlenmesine neden oldu.

Devletin ekonomik olarak güçlü olmaması nedeniyle salgından zarar gören sektörler ve kişiler için doğrudan destekleme yapılamadı. Bunun yerine devlet topu bankalara atıp kredi çözümüne sarıldı. Salgın beklenenden uzun sürünce bu çözüm de yetersiz kaldı. Artık devlet kredi verse de bir anlamı kalmadı. Coronavirüsünün ilk dalgasında devlet vatandaşa ve işletmelere ucuz faizle kredi vererek süreci yönetmeye çalışmıştı. İkinci dalga daha sert geldi ve ülkede kredi faizleri yükseldi. Zarar gören sektörlerde yeni kredi paketleri soruna çözüm olmayacak çünkü daha eski kredilerin borçları duruyor.

Şimdilerde Coronavirüsün ikinci dalgası Türkiye'yi kasıp kavuruyor. Bu kredilerin ve esnafın ertelenen borçlarının ödeme tarihleri ise geldi çattı. Salgının başından beri işlerini, iş yerlerini kaybedenler iyice perişan oldu. Coronavirüsünün ikinci dalgasında yine hafta sonu sokağa çıkma yasakları uygulanmaya başlanırken zarar gören sektörler yeni destekler bekliyor. Geçen hafta faizlerin yükselmesiyle birlikte esnafın bu kış dönemi için uygun faizlerle yeniden kredi alıp alamayacağı bilinmiyor. Daha doğrusu mevcut borçları varken üzerine yeni borçları nasıl alacak ve ödeyecek bilinmiyor.

Elbette tüm bunların yansıması işsizlik ve açlık oluyor. Son günlerde sosyal yardımlarla ilgili tüm kuruluşlara yoğun başvurular var. Zarar gören kişiler ve sektörler artık hayatta kalabilmek için mücadele ediyor. Salgının kış aylarında etkisini artıracağı ve işsizliğin tavan yapacağı göz önüne alındığında yeni dramların yaşanması bekleniyor. Artık salgından zarar gören insanlar hayatta kalma mücadelesi veriyor. Her ne kadar hepsi basına yansıması da işsizlik ve açlıkla mücadele edenlerden pes edenler intihar yolunu seçiyor.

Sonuç olarak salgın süreci iyi yönetilmedi, halkın yeterince bilinçlendirilmesi sağlanamadı. Artık insanlar sadece aç kalmamak için mücadeleye başladı. Devletimizin ve yerel yönetimlerin kış aylarında bu konuda daha tutarlı önlemler almadı, halkının yanında olduğunu hissettirmesi gerekiyor. Ayrıca yeniden sokağa çıkma yasakları gündeme geliyor, eğer bu olursa düşük gelirli, gündelik kazandığı parayla geçinen insanların desteklenmesini zorunlu kılıyor. Bu destek ve yardımlar olmazsa bu kış çok zor olacak gibi görünüyor. Unutulmamalıdır ki açlık, kılıçtan bile keskindir.

"Devlet efendi değil, hizmetkar olmalıdır." (Harry Truman)