O zaman da sormadan edemiyor insan; hani nerede kaldı Yahya Kemal’in sözünü ettiği, ta Malazgirt’ten Kurtuluş Savaşı’na kadarki savaşlarda bu toprakların vatan olması için kanını, canını feda eden şehitlerle Süleymaniye’de bayram namazı kılan o kutlu ecdadın torunları olduğumuz gerçeği?

Bayram namazında- bana mı öyle geldi diyerek cemaatten sorduklarım da aynı görüşte-  getirilen teşrik tekbirlerinde cemaatten geçmiş yıllardaki heyecan ve canlılığı göremeyince “millet olarak çözülüyor muyuz,” demekten kendimi alamadım.

Çünkü gerek dini bayramlar gerek milli bayramlar tuğlaları bir binada sağlamlaştıran harç gibi insanları bir millet olmada birbirine kenetleme görevi gören birer çimentodur.

Düşünürken aklıma Yahya Kemal Beyatlı’nın o ölümsüz Süleymaniye’de bir Bayram Sabahı Şiiri takıldı. Bayram namazında yeterli kalabalığı göremeyince insanın üzüntüsü hepten artıyor.

Hatırlanacağı üzere bu şiirinde Süleymaniye Camii’nde bayram namazı kılmak için hazır olanların tekbir getirirkenki coşku ve heyecanları karşısında duygulanan Şair bu cemaatin yalnız görünenden ibaret olmadığını, ta Malazgirt’ten bu yana Anadolu’yu vatan yapma uğruna yapılan savaşlarda can veren, kan döken şehitlerin ruhlarının da burada hazır bulunduğunu dile getirir.

Yahya Kemal’in de belirttiği gibi dini bayramların bizim millet olmamız kadar, dost, akraba, komşu karşılıklı ziyaretlerle helalleşme ve kaynaşmamızda ayrı bir yeri ve önemi vardır.

Kanımca vardı demek daha doğru ve yerinde bir tanım olur. Çünkü bu gün o eski bayramlar o eski ruhunu adeta kaybetmiş görünüyor.

Yozlaşmanın en fazla göründüğü bayram da Kurban Bayramı…

Kentleşmenin bu kadar yaygınlaşmadığı yakın zamana kadar kurbanlık hayvan önceden alınır, birkaç gün evde bakılır, hane halkı ile hayvan arasında bir sevgi bağının oluşmasına özen gösterilirdi.

Çünkü kurbanın asıl maksadı insanın içinde var olan vahşiliği sevgi beslediği bir hayvanı kurban ederek yani kanını akıtarak dizginlemektir. Bu bir dini görev olduğu kadar aynı zamanda toplumu yakından ilgilendiren bir kültürdür.

Evin aile reisi baba akşamdan birlikte bayram namazına gidecek olduklarından hem camiye gidebilecek erkek çocukları hem de onları hazırlamaları için annelerini uyarır.

Evin erkeklerinin gittiği bayram namazından önceden ayarlanan kesiciyi kaçırmamak için erken dönülür.

Avlunun bir kenarına kurbanın kesileceği, sakatatının gömüleceği çukur önceden hazırlanmıştır. Kovalar, ibrikler doldurulur, önceden hazır edilir.

Aile bireyleri tekbir getirmek için kurbanın başında hazır bulunur, kesildikten sonra aile reisi iki rekât şükür namazı kılar. Yüzme işlemi tamamlandıktan sonra bir taraftan kavurma yapılırken diğer taraftan da kesmeyenlere dağıtılacak  paylar ayarlanır.

Büyük bir mutlulukla bütün aile yemeği yedikten sonra küçükler büyükleri ziyarete giderler büyükler de gelecek ziyaretçileri beklemeye koyulurlar. Bu dini ritüel yıllar içinde devam ederek bir geleneğe dönüşmüştür.

Ama ne yazık ki, günümüzde Ramazan Bayramı da varsa da asıl Kurban Bayramı ruhunu yitirmek üzeredir.

Günümüz kent hayatının dayattığı kurbanların besihanelerde kesilmesi, zincir marketlere sipariş verilmesi, bir hayır kurumuna bağışlanması ya da yoksulluğun yozlaşmada etkili olduğu söylenebilir.

Bozulmanın doğal bir sonucu olarak da bayram namazlarında camilere giden de  bir azalma söz konusu, diğer taraftan elimizde bunu destekleyecek  bir veri bulunmuyor ama   kasaplardan edindiğimiz bilgiye göre yıldan yıla kurban kesende de azalma var..

Konunun açıklamasını tatilcilere bağlayanlar olsa da nüfusu 100 milyona yaklaşan bir ülkede insanların yüzde 15’nin bir bayramda tatile çıkması yozlaşmada tek başına bir ölçü olmaz sanırım.

Demem o ki, bizi bir arada tutan ve millet olmamızı sağlayan dini bayramlardaki yozlaşma, yani bayramların ruhundan uzaklaşması bize bir tehlikeyi haber veriyor.

Çözülme…

Bu tehlike yalnız dini bayramlarla da sınırlı değildir. Aynı yozlaşma millet olmada dini bayramların gördüğü görevi gören milli bayramlar için de geçerlidir.

5 Eylül Nazilli,7 Eylül Aydın’ın düşman işgalinden kurtuluşu gibi milli günler bir bayram havasında kutlanırdı. O gün yakın ilçelerin halkı ve köylüler işlerini tatil eder kurtuluş şenlikleri için kente akın ederlerdi.

Okullarda bayramlar coşkuyla kutlanır, öğrenciler günlerce bayramlar için dersten artan zamanlarını bayramlara hazırlık için geçirirlerdi. Öğrenciler şiir okumak için birbirleriyle adeta yarış ederlerdi.

Boru trampet takımları gururla okullarını resmigeçit yaptırırlardı. Öğretmenler farklı bir hazırlık içine girer, her öğretmen bayramlarda öğrencilerini bir faaliyetle izleyici önüne çıkarmak için gecesini gündüzüne katardı.

Her kademe okulda şiir, kompozisyon ve resim yarışmaları yapılır, başarılı öğrencilere törenlerde ödülleri verilirdi.

Hasılıkelam geldiğimiz noktada dini bayramlar gibi milli günler ve bayramlar da ruhunu kaybetmek üzere… Bunlar olurken kendimiz de belki farkında değiliz ama herkesleşiyor, bir güruha dönüşüyoruz.

Tam anlamıyla, değersizleşiyor, bir eşya gibi sıradan varlıklar haline geliyoruz.

O zaman da sormadan edemiyor insan; hani nerede kaldı Yahya Kemal’in sözünü ettiği, ta Malazgirt’ten Kurtuluş Savaşı’na kadarki savaşlarda bu toprakların vatan olması için kanını, canını feda eden şehitlerle Süleymaniye’de bayram namazı kılan o kutlu ecdadın torunları olduğumuz gerçeği?