Hayatımızı işgal eden internet, yeni bir yaşama pratiği. Yeni ikametgâhımızda arkadaşlarımız çok, laflamak için imkânlar belli. Peki, ekrana bağlı bu samimiyetler daha çok sosyalleşmemize mi, hayattan kopmamıza mı sebep oluyor?

Aksiyon Dergisi'nden Tuba Deniz'in haberine göre; Çok değil, 1990’lı yıllarda tanıştık internetle. Sanal âlemin ‘taş devri’nden aklımızda kalanlar; internete bağlanırken uzun süre kulaklarımızı çınlatan sinyal sesi, beş-on dakikada bir hattan düşmeler… Bilgisayar ekranlarının boyutu küçüldükçe internette vakit geçirme süremiz de arttı. Nihayetinde cep telefonlarımıza, avucumuzun içine kadar girdi bu imkân.

Yolda, işte, havada, karada, hâsılı her ortamda bu ‘nimet’ten faydalanabiliyoruz artık. Fatura ödemelerimiz, alışverişimiz, okul kaydımız, haberleşmemiz, arkadaşlıklarımız dahi artık internet üzerinden. Dost sohbetlerinin arasında, aile buluşmalarının ortasında, toplantılarda gözümüz daha çok ekranda, daha az çevremizde, hava kadar bu arayüzü de soluyoruz. Diyebiliriz ki sanal âlem fizik dünyamızın sınırlarını gittikçe daraltıyor. Peki, bu hal algılarımızı, hayat biçimimizi nasıl etkiliyor?

 

İnternet, teknolojik değişimin toplumsal dönüşümler oluşturma kapasitesi açısından bakıldığında bir açıdan inanılması zor bir buluş. Silikon Vadisi’ndeki ve Pentagon’daki sınırlı ilk kullanımlarının ardından bütün “ağların ağı” olarak internetin tasarımı ve kamusallaşması günümüz toplumsal dünyasının ayırt edici özelliklerinin başında gelmekte. İnternetin bu açıdan günlük hayatımızı işgal etmenin ötesinde anlamları var şüphesiz. Öncelikle internet, şirketler, devletler, bireyler ve tüm topluluklar arasındaki iletişimi zaman ve mekânın caydırıcı baskısından kurtardı. İletişimin ve gönderinin hızı farklı mekânlar arasında eşzamanlı bir biçim aldı. Bazı sosyologların zaman-mekân sıkışması dediği bu durum, ekonomiden diğer toplumsal hayat alanlarına kadar yapıları dönüştürdü. Manuel Castells’in ‘ağ toplumu’ olarak adlandırdığı ve küre çapında ağlarla birbirine bağlı toplumsal oluşumlar doğdu.

İnternetin devasa kapsamından ziyade bu ağlara takılan müstakil hayatlardaki değişim dosyamızın konusu, ‘zaman-mekân sıkışması’nın dönüştürdüğü kavrama biçimimiz. ComScore World Metre’deki istatistik verilerine baktığımızda, Avrupa genelinde Türkiye’nin internet kullanımında kişi başına en fazla ekran karşısında zaman geçiren ülke olduğunu görüyoruz. Nisan 2009’da 17 milyon Türkiyeli internet kullanıcısı, kişi başına ortalama 3044 sayfa içerik izlemiş ve bir ayda ortalama 32 saatini internette geçirmiş. Devlet Planlama Teşkilatı ve üniversitelerin yaptıkları anket sonuçlarına göre internet kullanıcıları en çok e-postalar, sosyal medya ve haber sitelerinde vakit geçiriyor.

SOSYALLEŞME TANIMI DEĞİŞTİ 

Peki, ‘sosyal medya’ başlığı altında bizi neredeyse anaokulu arkadaşlarımızla buluşturan bu sanal mekân gerçekten sosyalleşmemizi mi sağlıyor yoksa bilgisayar ekranına yapışan yüzümüz hayattan gittikçe kopuşumuzun bir işareti mi? Bu sahanın uzmanlarına kulak verecek olursak, artık sosyalleşmenin tanımı değişti. Zira internet yeni bir sosyalleşme biçimi oluşturdu. “Normatif değerlendirmelerin ötesinde, olgusal olarak bakılırsa, internet kişilerarası iletişimdeki aracı yapıları ortadan kaldırmıştır. İletişim bireyselleşip kişiselleşmiştir. Bireysel email hesabı, cep telefonu, web sitesi ve daha pek çok yenilikler yüz yüze etkileşimin doğasını da dönüştürmüştür.” diyor Pamukkale Üniversitesi’nden sosyolog Alim Arlı.

Van’da yaşayan 23 yaşındaki Erkan Rua, 15 yaşından bu yana bilgisayar ile haşır neşir. Öyle ki bu alakası onun mesleğini bile belirlemiş. Bilgisayar teknolojisi ve yazılım üzerine uzmanlaşmış. Bütün gün işi sebebiyle ekran başında; fakat akşam eve geldiğinde de kendini bu çekim gücünden alıkoyamıyor: “Zamanımı harcamayayım, dışarıda arkadaşlarla vakit geçireyim, ailemle konuşayım diyorum ama bilgisayar çekiyor içine. Zaman nasıl geçiyor anlamıyorsun.”

HAREKETSİZ TOPLUMSALLAŞMA

“İnternette mi yoksa günlük hayatta mı daha sosyalsiniz?” sorusuna verilen cevaplar farklı. Kimi normal hayatta kendini daha iyi ifade edebilirken, kimileri de sanal âlemde çok daha konuşkan, tanışıklıklarıyla içli dışlı. “İkisi birbirinden çok farklı.” diyen 29 yaşındaki İsmail Çimen, ilkokuldan bu yana bilgisayar ile meşgul. Günde en azından on saatini ekran karşısında geçiriyor yine de gündelik hayatta daha sosyal olduğunu söylüyor. Sosyal medyadaki ilişkiler çok sofistike ona göre ve nereye evrileceğini kestirmek güç. Bu konu üzerine kafa yoran çok sayıda uzman var. İnternet üzerinden sosyalleşme biçimini İnternet Toplumu (İnternet Society) kitabının yazarı Dr. Maria Bakardjieva ‘hareketsiz toplumsallaşma’ şeklinde kavramsallaştırıyor.

Başkent Üniversitesi’nden Prof. Mutlu Binark ve arkadaşları, 2007-2008 yıllarında Ankara ölçeğinde, internet kafelerde, bu kavramı doğrulamak adına bir alan çalışması yapar. Amaç, internet kafelerde herkesin aslında bireyselleştiği ve ara yüzeye daldığına dair yaygın düşüncenin sorgulanmasıdır. Binark, ara yüzey üzerinden hem çevrim içi hem çevrim dışı sosyalleşmenin mümkün olduğuna inanıyor. Artık geleneksel sosyoloji kavramlarından yola çıkarak insanlar sosyalleşiyor ya da sosyalleşmiyor diye yargıda bulunmanın anlamı yok ona göre. Zira internet yeni sosyalleşme pratiklerini de beraberinde getiriyor. Mesela çevrimiçi oyun oynarken bir klanın üyesi olabiliyorsunuz. Bu, elli kişi ile oynanan oyunun bir parçası olmanız ve koordineli hareket etmeniz anlamına gelmekte. Günlük hayatta sık yaşadığımız bir durum değil. Başka klanlarla birlikte oyun oynanması ise bir araya gelen kişi sayısının ikiye, üçe katlanması demek. Oyun, blog ya da sosyal medya gibi herhangi vesileyle ekran başında yaşanan bu tanışıklık, gündelik hayata da intikal ediyor kimi zaman. Mesela bazı blog yazarları üç-dört ayda bir sözleşip buluşuyor.

Sosyal medya yeni kimlik kurgularına da bir zemin. Sanal bir ‘şahsiyet’in içine sığınarak orada teselli bulmak kimileri için. Yazılan twitler, paylaşılan ya da beğenilen linkler, her daim mutlu fotoğrafların buluştuğu bu zemin biraz da ‘ben böyle biriyim’ diye bağırmanın yeni yolu. Gerçek hayatın farklı bir uzantısı, beraberinde somut yaşantıya da sirayet eden bir hal. İnternet gibi yaşıyoruz dersek çok mu abartılı olur? Her daim farklı linklerde dolaşıyor, her baldan tatmak istiyor, bir türlü tatmin olmayan doyumsuzluğun içerisinde boğuluyoruz. Hayatımız da bilgisayardaki üst üste açılan ekranlar gibi şizofrenik bir hale sürüklenmekte. İnterneti ‘öcü’ ilan etmek ya da nimetlerini yok saymak değil niyetimiz fakat günümüzün en azından üçte ikisini ekran karşısında geçirmemiz, hayatımızı bu sanal ortama kilitlememiz ne kadar sıhhatli? İnternet sadece gündelik hayatımızın işleyişini değil, mahremiyet algımız üzerinde de belirleyici. Filvaki mahremiyet algımız, internetten çok daha evvel değişmişti. Geleneksel medya, özellikle televizyonda izlediğimiz Biri Bizi Gözetliyor tarzı programlar sayesinde başkasının hayatına bakma hazzını medyatik ortamda çoktan tecrübe etmiştik. İnternet vesilesiyle bu, meşru bir hal aldı. Şimdilerde aynı deneyimi iki tarafın uzlaşısıyla sosyal medya ortamında yapıyoruz.

İNTERNET: TEKNOLOJİK MİMARİ

“İnternetin dışında kalma çabası, onun varlığının yok olduğu anlamına gelmiyor, sadece siz dışında kalmış oluyorsunuz.” diyor grafik tasarımcı Esra Bulut. Ortalama günde 13 saatini internet başında geçiriyor, çalıştığı iş sebebiyle de bilgisayarın başında uzun süre oturmak zorunda. Evde iki kişi yaşamalarına rağmen beş bilgisayarları var. Eşi de büyük oranda bilgisayar başında çalışıyor. Bulut için internette bu kadar çok vakit geçirmek artık bir yaşam şekli, aksi takdirde hayatlarının mutsuz olacağını düşünüyor: “İnterneti kendi inisiyatifinizle dönen ‘küçük bir dünya’ olarak düşünürseniz varlık olarak yitirdiklerinize tosluyorsunuz. Sosyal anlamda yitirdikleriniz, ontolojik kaygılar, zaman vesaire… Dünyanın kendi büyüklüğünü hesaba katarak düşündüğünüzde ise sağladığı avantajların keyfini çıkartmaya başlıyorsunuz. Dünyayı kendi büyüklüğünde düşünmek bana daha gerçekçi geliyor.”

İnternetin faydaları ve zararları girift bir yapı halinde hayatımızı sarmalamış durumda. Bulut’un da işaret ettiği gibi artık internet sadece hayatımızın bir parçası değil, bir yaşam biçimi. Peki, tüm bu bahsettiğimiz imkanlar ya da risklerden ne kadar haberdarız? Araştırmaların izini sürecek olursak gençler internetin imkânlarını çok fazla bilmiyor, risklere ise doğrudan maruz değiller. Türkiye’de risklerle çok karşılaşılmamasının sebebi internetin toplumun tüm kesimlerinde homojen bir dağılımla kullanılmıyor olması. İnternet risklerinin en az karşılaşıldığı ülkeler listesindeyiz. Şüphesiz ileriye dönük düşünüldüğünde internetin başından hiç kalkmayanlar kadar bu teknolojinin cahili olanlar da bir sorun. Öyle ki internet yeni bir dil, iletişim aracı. Sadece günlük hayatın değil, dilin de üzerine baskı kuran, kaçınılmaz bir teknolojik mimari. Bu lisanı bilmeyenleri ileride sıkıntılar bekliyor.

İNTERNETİ EN ÇOK KİMLER KULLANIYOR?

Bölge, toplumsal cinsiyet, eğitim durumu, ekonomik sermayeye göre yeni medya imkânları, özellikle bilgisayar okuryazarı olma durumu değişiyor. İstatistiklere baktığımızda Türkiye’de hâlâ sayısal uçurum var. Devlet Planlama Teşkilatı’nın 2010 istatistiklerine göre Türkiye’de internet en çok 16-24 yaş arasındakiler tarafından kullanılmakta. Yaş arttıkça bu oran azalıyor: 30-35 yaşlarda yüzde 30’a düşüyor, daha yüksek yaş gruplarında ise yüzde 10 ortalama. Aktif çalışan kesimin yaşı dikkate alınacak olursa sayısal uçurum çok yüksek. Kadın-erkek kullanıcılar arasındaki fark gibi bölgesel uçurum da oldukça fazla. İnternet en çok Marmara ve sahil bölgelerinde kullanılıyor, Karadeniz Bölgesi, Doğu Anadolu’ya gidildikçe bu oran düşüyor. İnterneti daha çok büyük kentlerde oturanlar, belli bir eğitim seviyesine ulaşanlar, erkekler ve gençler tercih ediyor. 

ÇOCUKLAR VE İNTERNET

Aslında Türkiye’de çocuklar çok erken yaşta internetle tanışmıyor. Bunun sebebi sosyal uçurum. Ebeveynler de dijital medya okur yazarı değiller. Avrupa’da Prof. Dr. Sonia Livingstone, EU KIDS ONLINE isimli bir proje yürütüyor, Türkiye de katılımcılardan biri. Raporun sonuçlarına göre Türkiye’de çocukların internet kullanma yaşı ortalamaya kıyasla oldukça düşük: 10 yaş... Bu rakam ülkede çocukların üçte birinin internete girdiğini gösteriyor. Genel itibarıyla çocukların temel okur yazar olduktan sonra internet ile tanışmaları tavsiye ediliyor, bunun bir eğitim süreci içinde olması elzem. Ebeveynin de internet okur yazarı olması mühim. Çocuklar arama motorlarını nitelikli kullanmıyor, gizlilik ayarları ile ilgili problemler var. Bilgisayar başına daha çok oyun için geçiyorlar fakat ebeveynlerin oyunların üzerindeki akıllı işaretleri bilmemesi, daha çok korsan kopyalara meyletmesi problem.