Van’da erkeklerin genellikle dışarıda olduğu pazar günü yaşanan depremi çoğu kadın çocuklarıyla birlikte evde karşıladı. Çocuklarını, yakınlarını enkaz altından çıkarmak da onlara düştü. Kentte hemfikir olunan noktalardan biri annelerin çok daha cesur olduğu...

“İnsanda tuhaf bir psikoloji var, sanki deprem gece olurmuş gibi. Öyle olmadı işte, güpegündüz sarsıldık. Üstelik de tatil günü.” Felakete rağmen şükretmek de bir dayanma yöntemi. Bir Vanlı çok kısa sürede bu kadar hasar veren depremin herkesin evinde, yatağında olduğu gece saatlerinde yaşanmamış olmasına şükrediyor.

Güzel bir pazar günü, gezmeye giden aileler var. Okullarda, işyerlerinde, devlet dairelerinde kimse yok. Erkekler çoğunlukla kahvede, kadınlar çocuklarla evde. Belki geç kahvaltı edildiği için öğle yemeği daha yenmemiş, onun hazırlıkları sürüyor. Kahvelerde sohbet ve oyunlar hızını almaya başlamış. Kimse birkaç dakika sonra hayatının yeni bir dönemine geçeceğinin farkında değil.

Şehre 17 km uzaklıktaki Tabanlı köyü merkezli 7.2 gücündeki deprem Van ve köylerinde 500’ün üzerinde can aldı, yaklaşık iki bin kişi yaralandı; enkaz kaldırma çalışmalarının sonuçlanması ve geçen zamanla birlikte bu sayılar artabilir, maalesef.

Arka sokaklarda neler oluyor

Van, Erciş ve civar köylerde bütünüyle yıkılmış olanların yanı sıra çoğu bina ağır hasarlı, özellikle artçı depremlerin kesilmediği şu günlerde içeri girmeyi kimse göze alamıyor. O yüzden Van’da en önemli ihtiyaç barınma ve ısınma. Buna karşılık Türkiye’nin her yerinden ve çok çeşitli kuruluşlardan çadır yardımı örgütleniyor. Ancak soğuyan havalar ve yağışlarla birlikte çadırlar ihtiyacı karşılamakta yetersiz kalıyor.

Van’ın en büyük caddelerinde yedi-sekiz katlı binaların duvarları çatlaklarla dolu. Birçok apartmanın yan duvarı çökmüş, içerisi bir bebek evindeki gibi görülüyor. Kolonu bütünüyle hasar almış apartmanlar var. Hemen arka sokaklardaki gecekondular da öyle. Ama genellikle tek katlı oldukları için buralardan daha az ölü çıkmış, sahipleri içeriden eşyalarını alırken, başka çareleri olmadığı için tuvaletleri kullanırken daha az korkuyor. Bütün dirence, tevekküle karşı soğuk, yağış ve çaresizlik duygusu Van’a vuruyor. 

Aslında her şeyin çaresi var. İnşaat yüksek mühendisi ve deprem mühendisi Hakan Şimşek barınak çözümünün prefabrik evler olduğunu söylüyor. Şimşek iyimser; bir ayda herkese yetecek kadar prefabrik evin kurulabileceğini, bir yılda Van’daki bütün betonarme binaların yeniden inşa edilebileceğini de ekliyor. Ama bugün çare çok fazla değil. Birçok işyeri çalışmaya devam ediyor, lokantalar, oteller, marketler, bakkallar hizmeti sürdürüyor. İnsan düşünmeden edemiyor; buraların çalışanları beyaz gömleklerini, ütülü pantolonlarını, düzgün kazaklarını çadırda ya da açıkta geçirdikleri gecelere rağmen nasıl muhafaza ediyor? 

Türkiye Van’a bakar...

Gazeteci-yazar Ahmet Tezcan’ın Twitter’da başlattığı EvimEvindirVan kampanyası da ilgi görüyor. Özellikle komşu illerde evlerini barınaksız kalan Vanlılara açanlar var. Evleri bütünüyle enkaz haline gelmiş pek çok aile civar şehirlerdeki yakınlarının yanına yerleşmeyi, en azından çocuklarını göndermeyi tercih ediyor. Tabii eğer yol paraları varsa. Ancak evleri oturulamayacak kadar hasarlı ama eşyalarının çoğu sağlam olan aileler yaşadıkları semtte kalmayı tercih ediyor. Örneğin yeni doğum yapmış olan Çiçek hanımın tek düşüncesi taburcu olduğunda gideceği çadırda henüz adını bile koymadığı bebeğini nasıl büyüteceği değil: “Plazma televizyonu ve buzdolabını yeni almıştık, taksitleri bitmedi bile. Eşime bunları dışarı çıkartalım diyorum ama o haklı olarak yağmurun altında kalmaları daha kötü olur diyor.”

Evlerini kaybeden Vanlıların çadırda bile olsa kendi mahallelerinde yaşamak istemelerinin bir başka sebebi de komşularıyla birlikte olma arzusu. Felaket dönemleri sadece fırsatçılık gibi olumsuz insan özelliklerinin değil, paylaşma, dayanışma gibi olumlu hasletlerin de yükseldiği zamanlar.

İnsanın bu hasletleri olmasa hiçbir kazancı olmadığı halde hastanelerde, enkaz tepelerinde, kolilerin başında uyku yemek bilmeden çalışanlar olur muydu? Bunlardan biri doktor Yücel “Burada herkeste posttravmatik sendrom denen şeyden var” diyor. “Kenarda, köşede dalıp gitmiş tek başına sigara içenler görürsün.”

Allah Nesrin’i bize geri verdi

Alaköy’deki bu ilkokul depremle yerle yeksan olan binalardan biri. Fotoğrafta, sağda görülen Efehan Yeşildal okulun üçüncü sınıf öğrencisi. Kardeşi Nesrin henüz üç yaşında. Beresi başındaki yarayı örtüyor. Annesi Nesrin’i göçük altından kurtarmış. Babası “Allah onu bize geri verdi. Ben olsaydım kurtaramayabilirdim, anneler daha cesur oluyor” diyor. Pazar günü bir arkadaşıyla ava gitmiş: “Toprak deniz gibi dalgalanıyordu. Arabaya zor bindik. Köye vardığımızda evimiz yoktu.” 

“Kıymetli bebek”Afet

Zehra hanım Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi’nde doğum yapmayı bekledi. Ameliyat sırasında deprem olur korkusuyla sezaryeni kabul etmedi. Oysa doktorlar ameliyata alınması gerektiğini çünkü bunun bir “kıymetli bebek” olduğunu söylüyordu. Zehra hanım bugüne kadar çocuk sahibi olamamış, tedavi görmek için İstanbul’a, İran’a gitmiş ve evliliğinin 18’inci yılında ilk bebeğine hamile kalmış. Bu fotoğrafın çekilmesinden bir gün sonra Afet’i doğurdu.

Hastanenin farklı tarihlerde inşa edilmiş olan iki binasının arası depremle açılmış. Güvenlik olmadığı için hastane bahçeye taşınmış. Her çadırda bir birim var. Çadırlar arasında görülen otomobil de konaklama amacıyla kullanılıyor

 Her şey yeni başlıyor

 

Van’da yaraların sarılacağı günler. Sadece binalar değil hayatlar da tamir edilecek. Türk Psikologlar Derneği 1999 depreminden itibaren Türkiye’nin yaşadığı hemen her felakette görev yaptı, ruhları örselenlere el uzattı. Dernek önümüzdeki haftadan itibaren bu şehirde de faaliyetlere başlayacak.

Yaşananların o kadar çok izi var ki Van’da. Bir yol kenarında dizilmiş plastik sandalyelerde taziye yapılıyor. Pek çok insanın ellerinin üstünde, enkaz kazarken oluşan yaralar var. Ruhlarda açılanlar ise göze görünmüyor.

Türk Psikologlar Derneği 1999’da depreminde gittiği bölgede üç yıl süreyle çalışma yürüttü. Afyon depreminde, Hatay ve İstanbul’daki sel felaketlerinde,  bombalamalarda, Diyarbakır ve Hollanda’daki uçak kazalarında görev yaptı. TPD İstanbul Şubesi Travma Birimi üyesi uzman psikolog İbrahim Eke  şöyle diyor: “Önce bir tür kahramanlık dönemi olur. Büyük bir dayanışma ağı, yardım akıtılır, toparlanmak için her türlü çaba gösterilir. Bir tür yas evi gibi. Nasıl ki yas evinde insanların ayakları çekildiğinde acın oturmaya başlar, bu da öyle. İnsanlar doğal afetlerde yaşadıklarının vahametini ancak belli bir zaman sonra kavrayabiliyor.” Eke’ye göre bu süreçteki temel duygulardan biri öfke. “Böyle durumlarda insanlar yoğun öfke yaşar. Bu yönlendirilmemiş bir öfkedir, önüne gelene çarpabilir. Oraya giden gazeteci, görev yapan psikolog, asker, vali fark etmez. Yıkım algısına korku ve dehşet duygusu eşlik eder.” Böyle bir durumda bütün topluluğun yüzde 10-15’inin süreçle kendiliğinden başa çıktığını anlatan İbrahim Eke yüzde 70’i durumdan etkilenerek akut stres tepkileri gösterdiğini söylüyor: “Olayın hemen ardından başlayarak bir aya kadar ulaşan süre geçtiğinde korku, endişe, yeniden yaşama gibi duygular yaşanır. Biz bunlara anormal duruma verilmiş normal tepkiler deriz.”

Bir merhaba bile önemli

İbrahim Eke gelen desteğin, yardımın, birinin ekmek vermesinin, bir diğerinin nasılsın diye sormasının etkisiyle grubun yüzde 70’inin başa çıkar hale geldiğini söylüyor ve psikososyal destek doğru biçimde verildiğinde bir ay içinde yüzde 80-85 civarındaki kesimin olayın etkilerinden arındığını anlatıyor: “Geriye yüzde 10-15 gibi bir kitle kalır. Ancak yeterli yardım gitmezse bu oran artabiliyor. Örneğin Ermenistan depreminde bu oran 69’lara kadar çıkabildi ama gerekli yardımla yüzde 3’lere düşebiliyor. Bu yüzde 10-15’i ortada yardım isterken göremezsiniz, kıyılarda köşelerde durur. Uzun vadede asıl hedefimiz bu kitle.”

Erken dönem psikososyal desteğin söz ettiği yüzde 70’lik kısmı büyütmek için çok önemli olduğunu da vurguluyor: “Erken dönemde yardım çalışması yapanlar çok önemli. Bununla kimi kastediyorum; gazeteciler, enkazda çalışanlar, sosyal görev yapmak zorunda olanlar yani belediye çalışanları, kamu görevlileri, asker, hemşire. Bir kısmı aynı zamanda mağdurdur. Böyle hem mağdur hem yardım etmek zorunda olanlara destek vermek öncelikle önemli. Vali de, belediye başkanı da, muhtar da, AKUT’çu da dahil. AKUT bunu bildiği için grup çalışması yapan elemanları var, geçmişte travmanın etkileriyle ilgili çalışma yaptılar. Yardım eden bütün ekiplerin de yapması lazım. Erken dönemde illa psikolojik hizmetten söz edeceksek yardım edenlere psikososyal destek vermek gerek. Bir aydan sonra -ki bu olayda üç ay sonrası olacak- tam profesyonel destek yerel üniversitelerle ilişki içinde yürütülmeli. Bir travma merkezi kuracak şekilde oradaki yerel gücü arttırmak gerekir. Amacımız misyoner zihniyetiyle taşıma suyla değirmen döndürmek değil.”

Bu bir kıyamet, ona göre konuşmak lazım

Engin Tulun bir ağız ve diş sağlığı merkezinde güvenlik görevlisi olarak çalışıyor. Depremden sonra ailesi ve komşularıyla birlikte bir kahveye sığınmışlar. Onunla stadyumda, İran Kızılayı’nın çadırlarıyla kurulmuş olan Çadırkent’te karşılaştık. Ailesi için kalacak yer arıyordu. “Yaşlılar, çocuklar çok önemli. Aileler çoğunlukla mağdur. Yardımlar geliyor, görüyoruz ama bunlar başvurmayana ulaşmıyor. Ama halk nereye başvuracağını bilmiyor. Kimse gelip senin derdini sormuyor. Dışarıda mı kaldın, ne yiyip ne içiyorsun, battaniyeye ihtiyacın var mı? Herkes kendi imkanlarıyla karşılıyor ihtiyaçlarını. Bir yandan da evine giremiyorsun. Ben evimi terk ettim ama buraya gelip nasıl oturacağım? Burası benim semtim değil. Ayrıca hırsızlıktan da korkuyorum. Bir de fırsatçılık çoğaldı, bir liralık bisküvi olmuş üç milyon. Çadırı parayla satanlar var, ona rağmen bulsak alacağız” diyor: “Sağ olsun başbakanımız da geldi, belediye de ilgileniyor. Türkiye’nin her yerinden yardım geliyor, görüyoruz. Allah bin kere razı olsun. Deprem kıyamet gibi, kıyamet gününde böyle konuşulmaz...” 

Kader ortaklığı

Soner Geçirgen  ve ailesi depremle evi oturulmaz hale gelen Vanlılar arasında. Onları çadırlarında ziyaret ettiğimizde bize istedikleri gibi ikram yapamamaktan dolayı mahcup, kurabiye ve üzüm yememiz için ısrar ediyorlar. Soner bey İran’la ticaret yapıyor. O gün de oradan gelmiş. “İçime doğmuş gibi arabanın bagajına meyve, ekmek doldurmuştum. Şehre girdiğimde oldu deprem” diyor. Dört aile terkedilmiş bir evin bahçesine kurulmuş iki çadırda yaşıyor. Bunlardan biri Geçirgenlerin daha önce hiç tanımadığı Afgan mülteciler. Tuvalet için evi kullanıyorlar. Gördüğünüz çadırı kendileri yapmış. Soner Geçirgen “15 liralık naylona 110 lira verdim” diyor. Karaborsacılık deprem sonrası Van’ın yaşadığı sorunlardan biri.

star