Ak parti iktidara gelmeden önce sağlık ve sosyal güvenlikte durumumuz çok iyi değildi…
O zamanlar, SGK, BAĞKUR, EMEKLİ SANDIĞI ayrı ayrı kurumlardı.
Sigorta hastaneleri ve Devlet hastaneleri kamuya ait hastaneler olarak hizmet veriyordu.
İlaç bulmak bir hayli zordu..
Sağlık güvencesi olmayan hastalar, Devlet Hastanelerinden aldıkları hizmet karşılığında borç senedi imzalayarak çıkış yapabiliyordu…
Hatta hasta yakınları bu durumda olan ölmüş yakınlarının cenazesini dahi alamıyor, almak için borç senedi imzalıyordu…
Ak Parti iktidarıyla öncelikli olarak sağlık sistemine, ulaşıma ve eğitimde fiziki iyileştirmesine el attı ve önemli hizmetler yapacağı hakkında güven oluşturdu…
Bu hizmetleri gören vatandaşlar hem ilk yapılan 2004 yerel seçimlerinde, hem 2007 genel seçimlerinde Ak Partiye güvenini %13 civarında desteğini artırarak gösterdi.
Ak Parti 2002 seçimlerinde vatandaşlardan %34 oyla destek bulmuşken, 2007'de bu destek %46.7'ye yükselmiş…
Ak Parti etkisi, devlet kurumlarında rüzgâr gibi esiyor ve başarıdan başarıya koşuyordu…
Hizmet alan memnundu, dolayısıyla veren de memnundu.
Devletin değişik kademelerinde bürokrat olan ve kendilerini ülkenin sahibi gibi gören, Ak Parti kadrolarından Cumhuriyet değerleri bakımından şüphe duyan bir kısım etkili bürokratlar dışında başarıdan rahatsız olan yoktu…
Siyaset kendi kulvarında mücadelesini sürdürüyordu.
Umut dolu yıllardı, millet memnundu.
Bu fotoğrafı çekip Ak Partinin hakkını teslim ettikten sonra gelelim bu günlere.
2011 seçimlerinden sonra ortaya çıkan iktidar içi çatışma neticesinde uyum bozuldu, güç savaşı başladı…
15 Temmuzla bu çatışma nihai noktasına ulaştı ve millet bir kez daha iktidardan, demokrasiden, hukuktan yana tavır aldı.
Ama bu süreçten sonra iktidar alenen makas değiştirdi, otoriter politikalara ve dün iktidara kök söktüren yapılarla işbirliğine yöneldi.
Maalesef iktidar dün düşman olan siyasi anlayış ve siyaset dışı odaklarla el sıkıştı yeni bir yola girdi…
Artık Erdoğan'la tecessüm eden Ak Parti iktidarı, geçmiş çizgisini adeta inkâr edecek yol ve yöntemlerle ülkeyi yönetmeye başladı.
Daha fazla yetki diyerek elde ettiği gücü milletin beklentilerinin tersine kullanmaya, devlet gücünü; yandaşları, işbirliği yaptığı yeni ortaklarının arzusuna göre kullanmaya başladı, bu duruma itiraz edenleri de partiden uzaklaştırdı veya bir müddet sonra onlar partiden ayrıldı…
Kısacası Erdoğan ve partisi millete sırt dönerek kutuplaştırıcı siyasetle gücünü korumaya heveslendi.
Bu heves, Erdoğan ve partisinin erime sürecini de hızlandırdı…
Ülkemizde hala demokratik düzen işlemeye şeklen de olsa devam etmekte ve sistemin gereği sandık 2023 yılında milletin önüne gelecek.
Yani millet, yeniden karar verecek.
Seçime giderken iktidarın elinde ayrıştırıcı, kutuplaştırıcı siyasetten başka seçenek kalmamış; mutfak yangın yerine dönmüş, milletin kullandığı paramız pul olmuş, bırakın tasarruf aracı olmayı, güneşte bırakılmış buz gibi erimekte, dolarizasyon sebebiyle üretici üretemez, tarım sektörü şaşkın vaziyette, üreterek batma noktasına doğru sürükleniyor, petrol ve enerji fiyatlarında yükselme ise durmak bilmiyor, göçmen sorunu yönetilememekte, devletin en yetkili ağızları göçmenleri ucuz işgücü olarak görmekte, göçmen sorunu yüzünden toplumda itirazlar isyan noktasına doğru ilerlemekte… vs…vs…
Hasılı iktidar, yönetme kabiliyetini kaybetmiş, kendisine olan güven duygusunu hızla kaybetmekte.
İktidar, kutuplaştırma yoluyla ve iktidarını korumak için otoriterleşme limanına demir atmış durumda.
İşte bu sebeple iktidar; pahalılığı esnaflara, marketlere, sağlık sisteminde yaşanan tıkanmışlıkları Doktorlara/sağlık çalışanlarına, dış politikada kaybettiği üstünlüğü dış düşmanların ülkeyi kıskanmasına, genç işsizliğin sorumluluğunu gençlerin iş beğenmemeleriyle açıklamaktadır.
Yani her şeyi bir hakkın yapıyorlar ama "İç ve Dış düşmanlar" oyunlarını bozuyor(!)
Son günlerin en önemli sorunu sağlıkta şiddet konusu bize göre; Erdoğan'ın "Giderlerse gitsinler!" söylemiyle başladı ve süreç, doktorların ihanetle suçlanmasına kadar uzandı ki, bir imam haddi ve görevi olmayan bir konuda kışkırtıcılık yapma cüretinde bulunabildi.
Şimdi buradan soruyorum.
Ne oldu da başarı hikâyesinde önemli yeri olan sağlık sistemi bu hale geldi?
Ve siz, bu hikâyenin önemli aktörleri olan doktorları hain ilan etme, odalarını kapatma noktasına geldiniz?
Niye doktorlarla, sağlık çalışanlarını hizmet bekleyen hastalarla karşı karşıya getiriyorsunuz?
Nasıl olsa hasta seçmen, doktor, sağlıkçı seçmenden daha fazla diyerek oy hesabı mı yapıyorsunuz?
Size şu kadarını söyleyeyim.
İnsanımız bu beceriksizliğinizi popülist politikalarınıza bakarak geçit vermez.
Sağlıkta göz yumduğunuz şiddet ve yok saydığınız doktor, sağlıkçı haklarının da altında kalırsınız.
Hiçbir güvencesi olmayan ve düşük ücretle çalışan doktorlarımızı siz anlamasanız da biz anlıyoruz.
Okurlarımla bir not paylaşmak isterim.
Bugün bir kafede bir kahvenin fiyatı 30-40 lira civarında.
Bütün sorumluluğu doktora ait olan safra kesesi ameliyatına giren doktora döner sermayeden ödenen miktar 34 lira.
Niye doktor bu riski alsın? Hasta yakınlarının hedef tahtası olsun?
Hem de ameliyat yapma yükümlülüğü yokken.
Bu şartlarda elbette doktor bulunmaz.
Burada bir bilgi paylaşmak isterim.
Faşistlerin/otoriterlerin belirgin karakteri çoğunluğu azınlığa karşı kışkırtmaktır.
Hukukun verdiği bir haktan dolayı doktorlara ve sağlık çalışanlarına karşı kışkırtıcı beyanlarda bulunmak, beğenmedikleri kurumları kapatma heveslerini dile getirmek aymazlık ve despotluk olarak bilinir.
Bu sebeple, otoriterliği besleyen dil "Giderlerse gitsinler" anlayışından kaynaklanmakta, imam ve benzerleri de adeta bu süreci "Elbette öldürülürler" boyutunu taşımakta, bir siyasi partinin genel başkanı da doktorların üyesi bulundukları "Odaları kapatılsın!" diyerek sanki gerçek niyetlerini aşikâr etmektedir.
Anlayamıyorum.
Niçin bu kadar ilahi/Tanrısal rol oynamaya, pozisyon almaya meraklısınız?
Bir arada yaşamanın hukuki zemininden ve bu zemin üzerinde hak arayanlardan rahatsız oluyorsunuz?
Biz biliyor ve inanıyoruz ki, toplumlar ancak hukukun egemen olduğu kamu düzenleriyle huzur bulur.
Zulüm düzenleri de ilelebet payidar olamaz.
İktidarınızın değişmesi ülkenin sonu değil, kuvvetle muhtemel yeni bir geleceğin müjdesi olacaktır.
Yeter ki, Milli İrade üzerine ipotek koymayın!
Millet eğriyi doğrudan ayıracak temyiz gücüne ve iradesine sahiptir.
Vesselam.