Kendi kendinize; “neden tüm insanlık dev bir medya ağıyla kuşatılmış?” diye sorabilirsiniz. Arkasından ikinci soru; “eğitim neden bu kadar kalitesizleşti?” Sorulara devam; “çocuklarınızın eğitilmesini ve sizlerin fazla düşünmenizi kim istemiyor?”  Gençlerimiz gün geçtikçe eğlenceyle, medyayla, televizyon programlarıyla, dizilerle, internetle, sanal oyunlarla ve aktivitelerin her çeşidiyle dolu hale gelmesini kimler istiyor?

Soruları ardı ardına yazmak mümkün. Bütün bunlar zihinlerinizi meşgul tutmak için. Yani, çok fazla düşünmeniz, ülke ve çevre sorunlarınıza kafa yormanız önemli insanların işine gelmiyor. Her ne kadar farkında görünseniz de alttan yavaşça ısıtılan kurbağa gibi derin uykuya dalıp gitmişsiniz. Uyanmanız ve anlamanız gerekir ki, hayatınızı yönlendiren insanlar var ve maalesef siz bunun farkında dahi değilsiniz.

Kaçınız kitap okuyor, kaçınız düzenli gazete veya dergi okuyor? Duyamadım. %1′den daha azınız galiba. Sizin tek gerçeğiniz televizyon ve kısmen de internet ekranlarında gördükleriniz. Şu an dışarıda, bu ekranlarda gördükleri haricinde hiç bir şey bilmeyen koskoca bir toplum yaşıyor, haberiniz olsa da olmasa da. Bu ekranlar ilahi bir ilaç gibi. Televizyon ve internet bir sirktir, bir karnavaldır, masallardır, dansçılardır, şarkıcılardır, hokkabazlardır, futbolculardır ve en önemlisi yalancılardır.

Sizler her yaştan, her cinsiyetten ve her renkten; sabahtan akşama kadar bu ekranların başına oturuyor, burada dönen illüzyonlara inanıyorsunuz. Televizyondakilerin, internettekilerin gerçek ve kendi hayatınızın hayal olduğuna inanır oldunuz. Allah aşkına; gerçek olan sizlersiniz, hayal olan seyrettikleriniz.

Perde arkasındakilerin istediği en son şey, bilinçlenmiş ve düşünme yetisine sahip bir toplum. Bu yüzdendir ki sürekli olarak düzmece bir hayat, medya ve çarpıtılmış bir eğitim yoluyla bizlere sunuluyor. Ve gerçekten de bu işi iyi yapıyorlar. Büyük projeleri olanlar, medya sektörünün arkasında bulunanlarla aynı kişiler ve size bilmemeniz gereken şeyleri söylemezler. Çünkü onlar halkın medyası değildir. Halkın medyası yerine, gücün medyası olan kimliksiz anlayışa sahip, çıkar ilişkilerinin ön planda olduğu bir hisseli harikalar kumpanyası.

Az sayıdaki egemen medyanın, çok sayıdaki sessiz izleyici üzerindeki acımasız hegomonyası. Başlar önde, korku tapınağına dönüşen Türkiye, aynı zamanda mim tiyatrosuna döndü. Kuzuların sessizliğini yaşıyoruz toplum olarak. İnsanlar suskun. Sivil toplum örgütleri suskun. Sendikalar suskun. Barolar suskun. Üniversiteler suskun. Az sayıda konuşan, ya topluma mesajını iletemiyor ya da soluğu malum yerlerde alıyor. İster mahalle baskısı deyin, ister otosansür deyin. “Acaba ters bir şey yazarsam ne derler?” korkusu ödleklik ya da adına siz ne derseniz deyin. İnsanlar fikirlerini yazıp söyleyemiyorlar. Medya ise tek yanlı yayın pompacılığı ile bu kirliliğin üzerini örtüyor. Kokuşmuşluk diz boyu.

Dünyada bizim içinden geçtiğimiz süreci yaşayan ülkelerdeki muhalifler yeni yöntemler geliştiriyor. Mesela diyorlar ki: “Eğer medyada yer bulamıyorsan, kendi medyanı yarat.” Bilişim ve internetin bu kadar geliştiği bir çağda bu artık çok mümkün. Toplum odaklı haberciliğin adı ise bize “Yurttaş Gazeteciliği”, olarak çevrildi. Çevrildi ama yerelden, genele uzayan bu yozlaşma gazetecilik mesleği tarihin en kötü zamanlarını yaşıyor. O hale gelmiş ki artık dokunmak, sarsmak yetmiyor. Baksanıza, kafalarına balyoz indiği halde kendilerine gelemiyorlar. Oluşan küçük çırpınışlar da kuşatılmış medyanın kuşatması ile susturuluyor.

Gazeteciler, gördüklerini, düşündüklerini, bildiklerini samimiyetle yazmalıdır”. (Gazi Mustafa Kemal Atatürk)