Dünya nüfusunun geometrik olarak arttığı son dönemde doğa üzerindeki baskı tüm hızıyla artmaktadır. Bu artış, emperyalist düzenin giderek vahşileşmesi ile daha da etkili olmaktadır. Aydın yöresindeki çevre sorunları devasa boyutlara ulaşmışken, yetkililerin üç maymunu oynaması ise ayrı bir felakettir. Bu ortamda çevre konusunda farklılık yaratmak, insanların dikkatini çekmek ve insanları bilinçlendirmek için Sayın İsmail Türkbay’ın böyle bir kitabı kaleme alması adeta bir kahramanlıktır. Kendisine buradan teşekkürlerimi bildirmek isterim.

İsmail Türkbay bu çalışmasında Menderes Havzası’ndaki çeşitli kirlenme türlerine karşı farkındalık oluşturabilmek için farklı bir yol izlemiştir. Çine Çayı olarak bilinen Marsyas’ı, Büyük Menderes Olarak bilinen Meandros’u ve toprağın anası kabul edilen Kybele’yi konuşturarak jeotermal sorununu, su kirliliğini ve sonuçlarını kaleme almıştır. Burada genel bir eleştiri yapacak olursam; bazen konuşmalar Marsyas ile kendisi arasında kaymalar göstermiş, küçük yazınsal ve rakamsal hatalar yapılmış. Ama kitabın üstlendiği görev bu küçük hataları kolaylıkla görünmez kılmış.

İsmail Türkbay Marsyas’ın ağzından konuşarak, “Tanrı Meandros’a doğru kuzey istikametine doğru devam ettim. Ne göreyim! Çine İlçesi civarındaki zeytinyağı fabrikalarının karasuyu önce benim sularıma, sonrada Meandros’un sularına karışmaktadır. Hem sularımızı kirletmekte, hem de balıkların ve kuşların ölümlerine sebep olmaktadır. Kirlilik sonucu balık ölümleri yerel medyada manşetlere taşındığı halde, kirliliğe engel olacak herhangi bir görevli göremedim”, diyerek Çine Çayı’nın içinde bulunduğu durumu özetlemiştir. Başka bir bölümde ise, “Efeler İlçesinde ve Umurlu Organize Sanayi Bölgesinde, arıtma tesisleri kurulu olmasına rağmen çalıştırılmamaktadır. Meandros’a deşarj edilen atık sular arıtılmamaktadır”, diyerek Menderes’in içler acısı durumu hakkında tespit yapmıştır.

Yazar bir başka bölümde ise, “Tanrı Meandros Latmos körfezinden geri kalan, bugün adına Bafa Gölü denilen göle girer ve çıkar, göle oksijen taşır. 21. Yüzyılda ise göle zehir taşıyacaktır”, diyerek gölün durumunu özetlemiştir. Ayrıca, “Kızıdere’de çıkartılan ve doğaya salınan akışkan bir madde Meandros’un sularına karışmaktadır. Karışan yeni ve sıcak su, Meandros’un sularını daha da zararlı hale getirmektedir. Çünkü suyun içinde kanserojen etkisi olan Kadmiyum, Bor, Arsenik ve Siyanür gibi ağır metaller bulunmaktadır”, diyerek sağlığımızla nasıl oynandığını açıklamıştır.

Kitabın en vurucu bölümü ise Germencik yöresindeki Jeotermal santraller ile ilgili bölümüdür. Bu santrallerden salınan gazların ve doğaya bırakılan akışkanların başta incir olmak üzere tarımsal üretimimizin ve direkt olarak ta bizim nasıl etkilendiğimizi anlatmaktadır. Yazarın dile getirdiği Çine Çayı günümüzde dile gelse kesinlikle bizim yüzümüze tükürürdü. Hele hele Menderes, yüzümüze tükürmekle kalmaz, başka bir şeyler yapardı.

İçimden geçirmeden edemiyorum. Şimdi ovalarımızdaki, dağlarımızdaki incirler ve zeytinler dile gelse, Menderesteki yok edilen balıklar, sazlıklar dile gelse acaba biz insanlara neler söylerlerdi. Herhalde iyi söz etmezler, ellerinden gelse kesinlikle söverlerdi. Kendi çıkarlarımız için çevredeki diğer canlıları yok etmekle kalmıyor, kendi sağlığımızla oynuyoruz. Artık kendimizin diğer canlılarla bir arada yaşadığımızı hatırlayıp, temiz bir doğa için var gücümüzle çalışmamızın vakti gelmedi mi? Çevre konusunda duyarlılık göstermek için toplu ölümlerin gerçekleşmesini mi bekleyeceğiz? Bence şu saatten itibaren herkes bir şeyler yapmalı. Yoksa yarın çok geç olabilir.

Herkes sağlıklı, dengeli bir doğal çevrede yaşamak hakkına sahip­tir. (Anayasa Madde:56)