Sevgili okuyucularım, bugün size Türkiye’de eğitim ve beyin göçü üzerine bir yazı yazmak istiyorum. Zira siyasilerimizin ve bizi yönetenlerin düzeltmeye çabalamak şöyle dursun, kendilerine oy kaynağı oluşturmak için kutuplaştırdığı gençlerimizin bu büyük sorununu birimizin haykırması gerekiyor!
Değerli Okuyucularım,
Ramazan Bayramınızı tekrar en içten duygularla kutlarım ve mutlu, sağlıklı bir hafta dilerim.
Bu hafta, çok önemli bir konu olan gençlerin yurt dışı sevdası ve beyin göçünü mercek altına aldım.
Bu konuyu dikkatlice okumanızı tavsiye ederim.
Kendi Toprağında Kök Salamayan Gençlik
Sevgili okuyucularım, bugün size Türkiye’de eğitim ve beyin göçü üzerine bir yazı yazmak istiyorum.
Zira siyasilerimizin ve bizi yönetenlerin düzeltmeye çabalamak şöyle dursun, kendilerine oy kaynağı oluşturmak için kutuplaştırdığı gençlerimizin bu büyük sorununu birimizin haykırması gerekiyor!
Bir ağacın kökleri ne kadar sağlam olursa, gövdesi o denli dik durur, dalları da o denli genişler.
Lakin bir fidan, kendi toprağında beslenecek suyu bulamazsa, ya solmaya mahkûmdur ya da daha verimli topraklara doğru sürgün vermeye başlar.
İşte Türkiye’nin gençleri de tam olarak böyle bir tercihle karşı karşıya: Kalıp kurumaya mı razı olacaklar, yoksa başka diyarlarda yeni bir hayata mı filizlenecekler?
Önceleri, yurtdışına gitme arzusu yükseköğrenim ve meslek sahibi gençlerle sınırlıydı.
Artık bu istek lise çağındaki çocuklara kadar inmiş durumda.
Giderek büyüyen bu kopuşun ardında, yalnızca bireysel hayaller ve macera arzusu değil, çok daha derin bir sistem sorunu yatıyor.
Eğitimden ekonomiye, liyakatsizlikten toplumsal huzursuzluğa kadar pek çok faktör, bu büyük kaçışı besliyor.
Peki, eğitim sizce bilgi midir, sınav mıdır?
Türkiye’de eğitim, öğrenmenin değil, yarışmanın sahasıdır. Bir çocuğun ilkokul yıllarından itibaren hissettiği en büyük baskı, bilgiye ulaşma heyecanı değil, test kitaplarının arasında sıkışıp kalmış bir geleceğin ağırlığıdır.
Oysa bir eğitim sistemi, öğrencisini sorgulamaya teşvik etmeli, ona düşünmeyi öğretmeli ve bireysel yeteneklerini keşfetmesi için fırsatlar sunmalıdır.
Fakat bizde sistem, çocuğun hayalini değil, netlerini önemser. Yaratıcılığı değil, ezberi kutsar.
Genç bir zihin, matematiğe ilgisi varsa edebiyatı, resme ilgisi varsa fiziği bir kenara atmaya zorlanır.
Böylesine dar bir sistemde, öğrenciler kendilerini geliştirmek yerine, test kitaplarıyla var olmaya çalışır. Eğitimdeki bu mekanikleşme, yurtdışındaki yaratıcı ve özgür öğrenme ortamlarının cazibesini artırıyor.
Peki ya öğretmenler?
Onlar da bu sistemin içinde ezilen, adeta bir memur gibi robotlaştırılan figürler. Bilgilerini heyecanla aktarmak yerine, müfredatı yetiştirme telaşına düşüyorlar. Oysa iyi bir eğitim, ancak ilham veren öğretmenlerle mümkündür.
Her genç, mezun olduğunda karşısında fırsatlarla dolu bir iş dünyası bulmak ister. Ancak Türkiye’de mezuniyet, çoğu zaman bir bilinmeze adım atmaktan farksızdır.
Üniversiteyi bitiren gençler, işsizlikle ya da düşük ücretlerle yüzleşmek zorunda kalıyor.
Bir doktor, yıllarca süren eğitimine rağmen, çalışma şartlarının zorluğundan ve gelirinin yetersizliğinden yakınırken; bir mühendis, asgari ücretin biraz üzerinde maaşlarla çalışmaya mahkûm ediliyor.
TL’nin her geçen gün değer kaybetmesi, gençlerin alım gücünü düşürüyor. İster akademisyen olsun, ister yazılımcı; Türkiye’de edindiği maaşla Avrupa’da bir öğrencinin harçlığı kadar yaşam standardı sağlayan bir sistemde, gençlerin yurtdışına yönelmesi kaçınılmaz hale geliyor.
Almanya, Kanada, Hollanda gibi ülkelerde çalışan kalifiye Türk gençlerinin sayısındaki artış, bu durumun en somut göstergelerinden biridir.
Ya Liyakatsizlik!
Bir diğer derin yara ise liyakatsizlik. Türkiye’de yetenek ve emek, çoğu zaman hak ettiği değeri bulamaz.
Bir işe girmek, bir kademe yükselmek ya da akademik başarı elde etmek, kişinin yeteneklerinden çok bağlantılarına bağlıdır.
Bir yerden bulabileceği torpili düşünmek zorundadır.
Gençler, “Ne kadar iyi olursam olayım, hak ettiğimi alamayacağım” düşüncesiyle mücadele ederken, yurtdışında emeğin ve başarının karşılık bulacağı inancıyla hareket ediyorlar.
Bu durum, sadece iş hayatında değil, akademik dünyada da geçerli. Türkiye’deki birçok genç akademisyen, araştırmalarına yeterli fon bulamazken, yurtdışındaki üniversitelerden daha iyi olanaklar elde edebiliyor.
Dolayısıyla, bilimin de en parlak beyinleri başka ülkelere göç ediyor.
Toplumsal Kutuplaşma ve Özgürlük Arayışı
Gençlik, özgürlüğü sever. Fikrini dile getirmeyi, düşüncelerini paylaşmayı, kimliğini özgürce yaşamayı arzular.
Ancak Türkiye’de toplumsal kutuplaşma, düşünce özgürlüğü konusundaki kısıtlamalar ve artan sosyal baskılar, gençlerin kendilerini ifade etmelerini zorlaştırıyor.
Kendi ülkelerinde rahat nefes alamayan gençler, daha özgür ortamların olduğu ülkelere gitmeyi tercih ediyor.
Bu ayrım öyle derinleşti ki, artık sadece ideolojik ya da sınıfsal boyutta değil, gündelik hayata kadar sirayet etmiş durumda.
Eskiden tartışmalar siyasi görüşler üzerine dönerdi; şimdi ise insanlar kahvelerini nereden içtiklerine göre bile kategorize ediliyorlar.
“Starbucksçı” ya da “Espressolabçı” diye ayrışan, küçük detaylarla birbirine cephe alan bir toplumun içinde, gençler kendilerini ait hissedebilecekleri bir birlikteliği, daha kapsayıcı bir atmosferi başka ülkelerde arıyorlar.
Bu, yalnızca politik bir mesele değil, toplumsal bir yorgunluk, bir kimlik bunalımıdır.
Gençlerin yurtdışına gitme isteğini tersine çevirmek için devletin ve eğitim sisteminin köklü reformlara gitmesi gerekiyor.
Öncelikle, sınav odaklı sistemden uzaklaşarak, bireysel yetenekleri geliştiren bir eğitim anlayışı benimsenmeli. Yeteneklerin ön plana çıktığı, bilimsel ve sanatsal alanlarda özgürlüklerin artırıldığı bir ortam sağlanmalı.
İkinci olarak,
Ekonomik istikrar sağlanmalı ve gençlerin kendi ülkelerinde güvenli bir gelecek inşa edebilmeleri için uygun koşullar yaratılmalı.
Üniversiteye girmek zorlaşmalı belki ama üniversite mezunları için istihdam olanakları genişletilmeli, ücret politikaları iyileştirilmeli ve en önemlisi liyakat esas alınmalı.
Kimin dayısının ensesi daha kalınsa onu işe alma devri artık bitmeli. Ayrıca, bilim ve akademi dünyasında teşvikler artırılmalı. Türkiye’nin en parlak beyinlerinin yurtdışına göçmesini engellemek için üniversiteler daha cazip hale getirilmeli, araştırmacılara daha fazla fon sağlanmalı ve akademik özgürlük genişletilmelidir.
Son olarak,
Gençler’e daha özgür bir yaşam alanı sunulmalı. Fikirlerini korkusuzca dile getirebilecekleri, kimliklerini özgürce yaşayabilecekleri bir toplumsal ortam yaratılmalı.
Hiç gündemi takip etmeyen bir genç, bedava wifi için gittiği bir kafe de durup dururken bir gruba dahil ilan edilmemeli 2025 Türkiye’sinde artık!
Gençler çocuklar siyaseti takip etmek zorunda kalmamalı! Ancak o zaman, gençler kendi ülkelerinde kalmayı, burada üretmeyi ve burada gelişmeyi tercih edecektir.
Bir ülkenin en büyük serveti, gençleridir.
Eğer onlar, kendi ülkelerinde kendilerini güvende, değerli ve umut dolu hissetmezlerse, bu topraklardan başka diyarlara göç etmeleri kaçınılmaz olur.
Oysa devletin görevi, gençlerini yurtdışına gitmeye mecbur bırakmak değil, onlara burada yaşanabilir bir gelecek sunmaktır.
Gidecek olan gitmeden, bu toprağın suyunu, güneşini ve havasını yeniden verimli kılmalıyız. Yoksa bir gün, ülkemiz yalnızca hatıralarda yaşayan genç ve dinamik nüfusa sahip bir geçmişe dönüşebilir.