Değerli okuyucularım, hepinize mutlu bir hafta diliyorum. Türkiye günlerdir depremle yatıyor, depremle kalkıyor. Devletimiz, Kahramanmaraş, Hatay ve Adıyaman gibi birçok ilimizi vuran depremin yaralarını kısıtlı bütçelerle sarmaya çalışıyor. Hala insanlarımız KONTEYNERLERDE YAŞIYOR VE ÇOK BÜYÜK SORUNLARLA MÜCADELE EDİYOR.
Biz ülke olarak maalesef deprem gerçeğini KABUL ETMİŞ DEĞİLİZ. Önümüzde her an yaşanması muhtemel bir İSTANBUL depremi var; ona bile hazırlık yapmıyoruz. Bu aralar ise Ege Bölgemizde Aydın, Muğla, İzmir ve Manisa neredeyse her gün deprem yaşıyor. Ben de bu yazımda bu konuyu irdelemek istiyorum.
Ege’nin Sarsılan Kalbi: Depremler, Yanardağlar ve İnsanın Kırılganlığı
Ege Denizi, masmavi suları, romantik adaları ve büyüleyici gün batımlarıyla dünyanın en güzel coğrafyalarından biri. Ancak, bu güzelliklerin altında yatan başka bir gerçek daha var: Ege aynı zamanda jeolojik bir savaş alanı. Ocak 2025’ten bu yana devam eden depremler, bize bu kadim denizin ne kadar dinamik ve tehlikeli olabileceğini bir kez daha hatırlattı. Sisam’dan Midilli’ye, İzmir’den Aydın’a uzanan bu sarsıntılar, Ege’nin sadece turistik bir cennet değil aynı zamanda sürekli hareket eden bir coğrafya olduğunu haykırıyor. Peki, bu sarsıntılar bize ne anlatıyor? Santorini Yanardağı’nın sessizliği bir gün bozulur mu? Belki de en önemlisi, bu coğrafyada yaşayan bizler, bu gerçeklerle yüzleşmeye hazır mıyız?
Ege’nin Depremle İmtihanı: Jeolojik Bir Gerçek
Ege Denizi, Afrika levhasının Avrasya levhasının altına girmesiyle oluştuğu için karmaşık bir tektonik yapıya sahip. Bu jeolojik dans milyonlarca yıldır devam ediyor ve her adımda kendini bize depremlerle hatırlatıyor. Özellikle geçen aydan bu yana hissedilen sarsıntılar, Ege’deki deprem riskinin ne kadar ciddi olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. Uzmanlar, bu depremlerin büyük bir depremin habercisi olup olmadığı konusunda net bir cevap vermekten kaçınıyor. Ancak kesin olan bir şey var: Ege deprem riski taşıyan bir bölge ve bu riskle her an yüzleşebiliriz.
Pamukkale Üniversitesi’nde Jeofizik Uzmanı Prof. Dr. Ali Aydın son dönemdeki sismik hareketlerle ilgili yaptığı açıklamada “Ege Bölgesi adeta saatli bir bomba gibi. Büyük Menderes Grabeni ve çevresindeki fay hatları sürekli hareket halinde. Bu hareketlilik, büyük bir depremin habercisi olabilir. Ancak kesin bir tarih vermek mümkün değil. Yapmamız gereken hazırlıklı olmak ve riskleri minimize etmek.” dedi.
Aydın’ın Mimari Yapılanması: Riskler ve Çözümler
Aydın, Ege’nin incisi olarak bilinen bir kent. Ancak, bu güzelliklerin ardında başka bir gerçek daha var; o da deprem riski. Büyük Menderes Grabeni’nin üzerinde bulunan Aydın, aktif fay hatlarıyla çevrili. Söke, Kuşadası ve Nazilli deprem riskinin en yüksek olduğu ilçeler arasında. Türkiye Deprem Araştırma Enstitüsü’nün (TDAE) verilerine göre Aydın’da 7.0 büyüklüğüne kadar deprem riski var. Peki, bu yalın gerçek karşısında Aydın’ın mimari yapılaşması ne durumda? Kentin birçok bölgesinde eski ve dayanıksız yapılar hâlâ ayakta. Özellikle, 1999 Depremi sonrası yürürlüğe giren deprem yönetmeliğinden önce inşa edilen binalar büyük risk taşıyor. Ayrıca şehir, gerekli depremden korunma şartları sağlanmadan hızlı şekilde Menderes Nehri yatağındaki ALÜVYON SAHASINA doğru hem de tüm ilçelerle birlikte kayıyor. Aydın Büyükşehir Belediyesi son yıllarda kentsel dönüşüm projelerini hızlandırsa da bu çalışmalar henüz yeterli seviyede değil.
Jeoloji Mühendisleri Odası ile Mimarlar Odası’nın Aydın’daki şubelerinin raporlarına göre kentteki yapıların %40’ı depreme dayanıksız. Bu durum, özellikle dar gelirli vatandaşların yaşadığı mahallelerde daha da belirgin. Kentsel dönüşümün hızlanması ve yeni yapılaşmaların deprem yönetmeliğine uygun yapılması Aydın’ın geleceği için hayati önem taşıyor.
Santorini Yanardağı: Ege’nin Uyuyan Devi
Ege Denizi’nin ortasında, masmavi suların üzerinde yükselen Santorini Adası bir yanardağın kalbinde yer alıyor. M.Ö. 1600 yılında patlayarak Minos Uygarlığı’nı yerle bir eden bu yanardağ günümüzde sönmüş olarak kabul ediliyor. Ancak jeologlar Santorini’nin tamamen ölü olduğunu kabul etmiyor. Yunanistan Jeolojik Araştırmalar Enstitüsü (IGME), yanardağda zaman zaman küçük sismik hareketler meydana geldiğini belirtiyor. Volkanolog Prof. Dr. Maria Papadopoulou, Santorini’nin geleceğiyle ilgili endişelerini şu şekilde dile getiriyor: “Santorini sönmüş bir yanardağ değil; uyuyan bir dev. Son yıllarda yaptığımız ölçümler, yanardağın magma odasının yeniden hareketlenmeye başladığını gösteriyor. Bu, gelecekte bir patlamanın habercisi olabilir.”
Peki, Santorini yeniden uyanırsa ne olur? Bu sorunun cevabı gerek Yunanistan gerek Türkiye için büyük önem taşıyor. Yanardağın patlaması Ege Denizi’nde kıyı şeridindeki yerleşim yerlerini etkileyecek şekilde tsunami riskini artırabilir. Bu nedenle, Santorini’nin hareketleri yakından izlenmeli ve olası bir patlama durumunda erken uyarı sisteminin devreye girmesi için gerekli hazırlıklar yapılmalı.
Ege’nin Geleceği: Hazırlık ve İş Birliği
Ege Denizi’nde yaşanan sarsıntılar ve volkanik hareketler bizi korkutmak yerine hazırlıklı olmaya yönlendirmeli. Türkiye ve Yunanistan, Ege’nin jeolojik risklerine karşı birlikte hareket etmeli. Deprem erken uyarı sistemleri, kentsel dönüşüm projeleri ve halkın bilinçlendirilmesi bu iş birliğinin temel taşları olmalı.
Aydın özelinde ise, kentsel dönüşümün hızlanması ve depreme dayanıklı yapıların inşa edilmesi gerekiyor. Belediyeler, sivil toplum kuruluşları ve vatandaşlar bu süreçte el ele vermeli. Çünkü Ege’nin güzelliklerini korumak, ancak onun gerçeklerini kabul ederek mümkün olabilir.
Son Söz: Ege’nin Fısıltısını Dinlemek
Ege Denizi, sadece masmavi suları ve romantik gün batımlarıyla değil jeolojik gerçekleriyle de anılmak zorunda. Depremler ve volkanik patlamalar bu coğrafyanın bir parçası. Ancak bu gerçekler bizi korkutmamalı, bilakis hazırlık yapmak için kamçılamalı. Bu coğrafyada tarih boyunca nice medeniyetler ortaya çıktı, gelişti ve sonra bir deprem ve bir yanardağ patlamasıyla yok oldu. Biz geçmişten ders alarak geleceğimizi şekillendirebiliriz. Ama bunun için önce Ege Denizi’nin bize anlatmak istediklerini duymaya başlamalıyız.
Değerli okuyucularım, doğa asla susmaz, sadece bekler. “İnsanlar gibi her şeyin zamanını bekler.’’