Nasıl ki, merkezi hükümet, muhalefetin yoğun eleştirilerine neden olan, bazı köprü ve oto yolları yap-işlet-devret metoduyla özel sektöre yaptırıyorsa, Aydın’da da büyükşehrin yapması gereken örnek yakın kentlere su sağlayacak Dereağzı Barajı gibi büyük yatırımları da aynı metotla, borç karşılığında DSİ tarafından yapılmıştır, inşaatı süren Söke ve Kuşadası’na su verecek olan Sarıçay Barajı da öyle…

Yoğun göçlerle artan yapılaşma, su, temizlik, trafik, ulaşım, yeşil alan gibi sorunlara tek merkezden bir plan ve program çerçevesinde çözüm üretmek için 1984 Yerel seçimleriyle birlikte İstanbul, Ankara, İzmir gibi megakentlerde büyükşehir uygulamasına geçildi.

Otuz yıl aradan sonra da büyükşehirlerin sayıları 2014’de il idari sınırlarını içine alacak şekilde Aydın’ın da bulunduğu 15 il ile birlikte 29’a sonradan Ordu’nun da katılmasıyla 30’a çıktı.

Büyükşehirlerin ilk uygulama döneminde sağlıklı yapılaşmada, gecekondulaşmayı önlemede, kentlerin bir plan ve program çerçevesinde büyümesinde elbette faydaları olmuştur.

Ancak 2014 seçimleriyle birlikte yürürlüğe giren büyükşehir uygulamasında ilk uygulamadaki olumlu sonuçların istisnaları dışında her yerde alındığını söylemek mümkün değildir.

Hatta Özel İdare dönemindeki hizmetlerin gerek akış hızı gerekse kalite açısından büyükşehir uygulamasına geçişten sonraki hizmetlerden iki nedenden dolayı daha iyi olduğu söylenebilir.

BİR: İlki yasadan kaynaklıdır. Bu tür toplumun büyük bir kesimini ilgilendiren yasaların kamuoyunda tartışıldıktan sonra çıkarılması gerekir ki, bu yasanın neler getireceği ve götüreceği bırakın kamuoyunu parlamentoda bile görüşülmesi aşamasında yeterince tartışıldığı söylenemez.

Yasa ile belde belediyelerinin kapatılması ve köylerin tüzel kişiliklerine son verilerek mahalle yapılması sonucu yetkiler ilkesel olarak yerele yaygınlaştırılacağı yerde tersi bir uygulama ile merkezileştirilerek yerelin aleyhine daha da daraltılmıştır.

Bu da hem hizmet maliyetinin yükselmesini hem de kalitenin düşmesini beraberinde getirmiştir. Örnek bu gün Buharkent’in, Karacasu’nun çöpleri tırlarla Efeler’e taşınmaktadır.

Diğer taraftan yasa ile ilçe belediyelerinin gelirlerinin yaklaşık yüzde 40’lık bir bölümü büyükşehre aktarılmış karşılığında da hizmet alanları ilçe idari sınırlarını kapsayacak şekilde genişlemiştir ki, bu da onlara büyük bir maddi yük getirmiştir.

Bu şekilde gelirlerinin neredeyse yarısına yakını büyükşehre aktarılan ilçe belediyelerinin geçmişten devraldıkları borçları yıldan yıla ikiye, üçe katlanmaktadır.

En önemlisi de geçmişi Osmanlı’nın kuruluşuna kadar giden(karye) köy tüzel kişiliği adı altındaki idari yapının yasa ile birlikte mahalleye dönüşmesiyle sonlandırılmış olmasıdır.

Daha da önemlisi köylerin tarihe karışmasıyla gelirleri köyün çeşmesi, okulu, camisi için harcanmak üzere vatandaş tarafından bağışlanan, vakıf hükmündeki taşınmazlar ilçe belediyelerinin mülkiyetine geçmiştir.

Bu yolla köylerden belediyelere intikal eden tapu sayısı köyü az ilçelerde bile en az beş yüz,köy sayısı fazla olanlarda ise binin üzerindedir.

Üstelik bu taşınmazlar köy tüzel kişiliğinin sorumluğundayken muhtarlar bunları basit usulde ihtiyar heyeti kararıyla kendileri ya da kiraya vermek suretiyle işletebiliyor ve köyün birçok ihtiyacını karşılayabiliyorlardı.

Bağış sahibinin amacı dışında kullanılması bir yana 2886 sayılı ihale yasasına tabi olan belediyeler bu taşınmazları muhtarlıklar kadar iyi değerlendirdikleri söylenemez.

Kaldı ki, paraya sıkışan hemen hemen bütün ilçe belediyeleri bu taşınmazları satarak çarklarını döndürebilmektedirler.

Sonuç olarak özellikle küçük ilçe belediyeleri Büyükşehir Yasası’nın(6360) uygulamaya girdiği 2014’den bu yana büyük bir çaresizlik içinde, yok alıp yok satmakta, borçları da yıldan yıla katlanmaktadır.

Bu devran böyle dönmeye devam eder de gelirlerini iyileştirme yönünde bir yasal düzenleme yapılmazsa ilçe belediyelerinin iflas bayrağını çekeceği yıllar uzakta değildir.

İKİ: Ne kadar iyi hazırlanmış olursa olsun bir yasanın aynı mükemmellikte sonuçlar vermesi şüphesiz uygulayan kişilerin bilgi, tecrübe ve ufkuyla yakından alakalı olan bir konudur.

Bu önermenin tersi de doğrudur. Yani eksiklerle dolu bir yasa ile hizmet aşkı olan bir yönetici, siyasetçi gerek maddi gerek coğrafi şartlar zor da olsa fevkalade hizmetlere imza atabilir.

Örnek Antalya’nın Batı’daki sınırı Muğla-Fethiye ile Doğu’daki sınırı Gazipaşa Mersin- Anamur arası sahilden altı saatte ulaşılan yaklaşık 400 kilometredir.

Komşularımız Denizli, Manisa’nın Aydın’a göre ilçeleri coğrafi olarak daha dağınık olmasına karşılık büyükşehrin bağlı ilçelerle karşılıklı diyalogları sonucu yaptığı  hizmetler ise Aydın’ın aksine vasatın oldukça üzerindedir.

Oysa Aydın’ın coğrafi konumu bu illere göre büyükşehir açısından daha avantajlıdır. Batı’daki en uçtaki ilçesi Didim ile en Doğu’daki yerleşim yeri Buharkent arası 2,5 saatlik bir mesafe olan 190 kilometredir.

Karpuzlu, Çine, Bozdoğan ve Karacasu dışında kalan 13 ilçesi Menderes Havzası’nın güneyinde ve kuzeyinde sıralanmıştır. İyi hazırlanmış bir Havza Planlamasıyla birçok sorunun üstesinden gelinebilirdi.

Kaldı ki, Özel İdare döneminde her ne kadar her üç kilometreye “Bu yol Özel İdare tarafından yapılmıştır(!)” tabelası dikilmemiş olsa da 493 köyden yolu yapılmayan, içme suyu olmayan yerleşim yerinin kalmadığı cümle, âlemin bildiği bir şeydir.

Ayrıca tek gelir getiren şirket olan, çoğu zaman da zarar eden Ege Et Özel İdare döneminden kalma bir işletmedir.

Yedi yılı geride bırakan uygulama emsalleriyle kıyaslandığında da görüleceği üzere Aydın’da yapılan büyükşehir belediyeciği değil kasaba belediyeciliğidir.

Nasıl ki, merkezi hükümet muhalefetin yoğun eleştirilerine neden olan bazı köprü ve oto yolları yap-işlet-devret metoduyla özel sektöre yaptırıyorsa Aydın’da da büyükşehrin yapması gereken örnek Dereağzı Barajı gibi yakın ilçelere su sağlayacak büyük yatırımlar da aynı metotla, borç karşılığında DSİ tarafından yapılmıştır, İnşaatı süren Söke ve Kuşadası’na su sağlayacak Sarıçay Barajı da öyle…

Demem o ki, vatandaş Özel İdare dönemindeki hizmet hem kalite hem de halka maliyeti yönüyle bu günkünden daha iyiydi demekte pek de haksız sayılmaz.