Enteresan olansa Özlem Çerçioğlu’nun siyasi rakipleri dışında kalan, haddini aşan, onuruna dokunan dedikodularla paçasından çeken, insanların geçmişte çevresinde yer alanlardan çıkmasıdır.

Siyasetin ayağa düştüğünün bir göstergesi, son zamanlarda yerel bir TV kanalında Özlem Çerçioğlu’na ilişkin olumsuz haberler yayınlandı, internet mecralarında yerli yapım videolar dolaşıma sürüldü.

Zamanlamaya bakılırsa bu haberlerin CHP’li büyükşehir belediye başkanlarından bazılarına operasyon yapıldığı döneme denk getirilmesi Özlem Çerçioğlu da hedef gösteriliyor şeklinde algılandı.

Açık söylemek gerekirse Özlem Çerçioğlu eleştirilmez değildir. Ancak bu eleştiriler icraatlarıyla sınırlı kalmalı, kişilik hakları ve annelik özelliği korunmalı, eleştiride seviye korunmalıdır.

Bu tür ortamlarda ve diğer zamanlarda aile mahremiyetine dikkat edilmeli bu yöndeki haberler vicdanen reddedilmeli, üretenlere aradıkları fırsat verilmemelidir; yoksa yol olur.

Bu yazıdan kasıt da budur ve ayrıca benimki bir kadına, -üstelik- anneye karşı, haddini aşan haberlere karşı ilkesel bir duruştur ve vicdani reddiyedir.

Yoksa gerek Aydın Belediye Başkanlığı gerek BŞB Başkanlığı döneminde Özlem Çerçioğlu’nu yerel basında en fazla eleştirenlerin başında ben gelirim ve bu hakkım da bakidir.

Kaldı ki, akredite engeline takıldığım için CHP mitinglerine köşe yazarı sıfatıyla katılmam da yasaktır.

Benim itiraz ettiğim; eleştirinin de bir edebi vardır. Makyavel’in “Gaye için her şey mubahtır” teorisinin bu coğrafyanın ne örfünde ne ahlakında ne dini geleneğinde bir karşılığı vardır.

Ancak siyaset alanı hırsların kontrolden çıktığı bir alan olmasının bir sonucu kendini merkeze alan siyasetçilerin tavan yapan hırsları ne ahlak ne örf ne de gelenek tanır.

Bu konu yalnız siyasetçiler için değil konumuz olduğu için gazeteciler başta hırsı azgın herkes için geçerlidir.

Konuyu bir yazımda değinmiştim; yeri geldi hatırlatayım. Hırs sözcüğü etimolojik olarak Arapça harese kökünden gelir ki anlamı devedikenidir.

Deve otlarken yediğinde doğal olarak bu diken ağzını kanatır. Kandaki tuz dikenin lezzetiyle birleşince devenin iştahı daha da artar ve devam etmesi halinde deve kan kaybından ölebilir.

Eğer hırsı zirve yaparsa, ister siyasetçi ister vekâleten tetikçilik yapan gazeteci ister bir başkası olsun, devenin kan kaybından ölmesi gibi hırsının esiri olan insan da kendi kuyusunu kendisi kazmış olur.

Hırsından gözü dönen siyasetçi kendi yetemediği yerde trollerini, yazılı ve görsel medya aparatlarını, sosyal medya fenomenlerini kısaca kendi adına vekâleten savacak trolleri, medya mensuplarını, gazetecileri devreye sokar...

Ama ne var ki kazansa bile bel altı vuran siyasetçi ve tetikçileri, halkın gözünde güç kaybetmekle kalmaz, itibarlarını ve kendilerine olan halkın güvenini de kaybederler.

Sonuç olarak, siyasette amaca ulaşmada her şey serbesttir, teorisi bizim insanımızın ne kültürüyle ne de ahlakıyla bağdaşır. Öyle olunca da zamanı geldiğinde milletten onlar da payına düşen derslerini alırlar.

Zira ah yerde, duman gökte kalmaz; günü gelir, hak yerini, eden karşılığını bulur.

Fakat enteresan olansa Özlem Çerçioğlu’nun siyasi rakipleri dışında kalan, haddini aşan dedikodularla paçasından çeken insanların geçmişte çevresinde yer alanlardan çıkmasıdır…

Günümüzün sıcak gündemi, Terörsüz Türkiye

Sancılı bir süreç başlıyor. Çünkü nasıl ki Hz. Osman’ın şahadeti sırasında okumakta olduğu Kur’an-ı Kerim üzerine damlayan kan günümüze kadar varlığını devam ettirdi ise bu coğrafyada yaşanan olumsuzluklar hemen unutuluvermez.

Ama ne var ki, savaş kadar barış da fedakârlıklar ister, üstelik Einstein’in dediği gibi: farklı bir dil, daha fazla fedakârlıklar istediği için barış yapmak savaşmaktan daha zordur: “Bugün yaşadığımız dünyanın problemleri, bu problemleri yaratırken düşündüğümüz şekilde düşünürsek çözülemezler”, der Einstein...

Fedakârlıklar konusunda da eski AB Yüksek Temsilcisi, İspanyol fizikçi ve siyasetçisi Javier Solona, Washington’da, merhum Sakıp Sabancı’nın anısına her yıl Brookings Enstitüsü’nde düzenlenen toplantıda yaptığı konuşmada: “Benim kitabımın adı “Geleceğin Düşmanları”, biz İspanya’da 1970’li yılların ikinci yarısında Franko faşizmi sonrası ülkeyi demokrasiye geçirmeye çalışırken bir beyaz sayfa açmak istedik.

Geçmiş döneme ilişkin bir af çıkardık. Bu kolay değildi. Benim ailem dahil hepimizin ailesinde İç Savaş döneminde kişisel acılar yaşanmış, insanlar ölmüş, öldürülmüş, işkenceler yapılmış, sürgünler yaşanmıştı.

Ama yine de bunu yaptık, geçmişi silmeyi tercih ettik.

Fakat unutmayın geçmişin düşmanlıklarında yaşamayı bugünü zehirleyen geleceğin düşmanları hep vardır, hep olacaktır.

Bana göre devlet adamı geleceğin düşmanı değil, ülkesini geleceğe taşımak isteyen adamlardan çıkar, geleceği bugüne taşır ve ümit verir. (Hasan Cemal,15.05.2011)

Eğer konu devlet aklıyla, siyaset malzemesi yapılmadan yürütülmez, rövanşist eylemlerden uzak kalınmazsa arzulanan barış ortamına ulaşmak da o oranda uzar.

İşin kötü tarafı biz yerimizde sayarken, Tınaz Titiz’in dediği gibi, bir küresel köy haline gelen dünyamızda sınırlı kaynaklardan yararlanma önceliği elde edebilme savaşının da olanca hızıyla devam ediyor olmasıdır.

Artık toplumlar gerek bir bütün gerek o toplumları oluşturan bireyler ya da kesimler tüm imkânları, kabiliyetleri ve fırsatlarıyla savaşmaktadırlar. Bu savaşın adı Küresel Rekabettir.

Bu rekabette önde olanın ödülü refah ve mutluluktur. Geride kalanın bedeli ise işsizlik, gelir yetmezliği, sorunlarını çözememe gibi hastalıklardır.

Bu ve benzeri yarışlarla dolu küresel rekabette (dengeyi bozan) motif çeşitli toplumlar arasındaki doğrudan ya da dolaylı çatışmalardır.

Resim1-9

Bu açıdan bakıldığında Terörsüz Türkiye ülkenin geleceğini kurtarmaktır. Ancak her şey olmuş bitmiş değil, henüz daha sarp yokuşun başlangıcındayız.