Geride kalan ulu çınarların, tarihi çeşmelerin, kuyuların gelecekte Yenipazar Ortası’daki ulu çınar gibi bir kazaya kurban gitmemesi için Kültür Varlığı olarak tescilletme görevi belediyelere, çevreci STK’lara ve bu konuda baskı oluşturmak da bütün vatandaşlara düşüyor.

Yol güzergâhlarında belli aralıklarla konaklama yerlerinde, yanı başlarında çevredeki halkın içme suyunu da karşılayan bir çeşmenin bulunduğu bu toprakların tapusu, ulu çınarlar vardır.

Çeşme yoksa çiftçilerin, çobanların, devecilerin hayvanlarını sulayacağı bir kuyu ya da yolcuların içme suyu ihtiyacını karşıladığı toprağa gömülü küpün veya testilerin yer aldığı halk dilindeki adıyla musluklar bulunurdu.

Bu çınarlar kervan yolları üzerinde bulunan namazgâhların işlevini gördüğü gibi aynı zamanda yolcuların elini, yüzünü yıkadığı, binek hayvanlarını dinlendirdiği yerlerdi.

Ayrıca ovadan pamuğun, dağdan zeytinin, odunun develerle taşındığı dönemlerde develerin yazları sahibi tarafından otlatıldıktan sonra gölgelettirildiği mekânlardı.

Kısacası her birinin birer hikâyesi olan bu ulu çınarlar, bölgenin tarihi hafızası olması nedeniyle koruma altına alınmayı hak eden kültür eserleridir.

Ama asıl üzücü olansa Yenipazar Ortası Mevkii’ndeki, dibinde tarihi bir çeşme de bulunan ulu çınarın oto yol inşaatı nedeniyle kesilmesi, çeşmenin yıkılmasıdır.

Geride kalan ulu çınarların, tarihi çeşme ve kuyuların gelecekte Yenipazar Ortası’daki ulu çınar gibi bir kazaya kurban gitmemesi için Kültür Varlığı olarak tescilletme görevi belediyelere çevreci STK’lara, bu konuda baskı oluşturmak da bütün vatandaşlara düşüyor.

Yoksa bu tarihi hazineler sahipsizlikten göz göre, göre birer, birer yok olup gidecek.

Aydın’da doğaya bilinçsiz müdahale ekolojik dengeyi alt üst etti.

Aydın’ı “Dağlarından yağ, ovalarından bal akan”,”yeryüzünün altındaki en güzel yeryüzü yapan” zenginliğin kaynağı dereleri, dağlarında akan pınarları,  çeşmeleri ve ovasına hayat veren Büyük Menderes Nehri’dir.

Çünkü su hayattır. O nedenledir ki, insanlar tarih boyunca pınarı, çeşmeyi, musluğu (sadaka-i cariye) sevap getirisi olan bir hayır olarak görmüşlerdir.

Bunun bir sonucudur ki, dağlarda buldukları sahipsiz suları pınarlarla, çeşmelerle bütün canlıların yararlanabileceği bir kaynak haline getirmeyi bir insanlık görevi bilmişlerdir.

Kimileri yaptığı pınara, çeşmeye kendi adını vermiş kimileri adının bile bilinmesini istememiş ya da verildiyse bile zamanla unutulmuş, pınarlar kaynağın bulunduğu mevkiin adıyla anılır olmuştur.

Söğütlü Pınar, Ellezoğlu Pınarları gibi.

Bu çeşme ve pınarlardan sadece insanlar yararlanmazdı, derelerin kuruduğu yaz aylarında yılandan tutun da çakallara, tavşanlara, kaplumbağalara, her türlü kuş türüne varıncaya kadar bütün canlılar su ihtiyacını buralardan giderirlerdi.

Bu da demek oluyor ki, ekolojik dengenin oluşmasında hava, toprak, güneş de varsa da suyun katkısı bunların hepsinin üzerindedir.

Böylece su sayesinde, doğada ilk oluşan ekolojik dengenin ardından canlılar, bitkiler ve hayvanlar arasındaki denge ve ilişkiler gelir.

Canlılar birbirinden beslenirken aynı zamanda doğadaki dengeyi sağlamış olurlar.

Mesela ekinlere zararlı çekirgeyi doğada leylekler dengeler. Eskiden neredeyse her evin bacasında bir leylek yuvası bulunurdu. Sabah avlanmak için kafileler halinde yaylalara çıkarlar, akşamüzeri de aynı şekilde yuvalarına dönerlerdi.

Fareyi de yılan ve tilki dengeler. Çakal, kurt gibi yırtıcılar da domuz ve benzeri yabani hayvanları dengeler.

Doğada denge durumu ama bitki ama hayvan canlılar arasında bir iş bölümü şeklinde gerçekleşebileceği gibi bu iş birliği zıtların karşılıklı yardımlaşması (mutualizm) şekliyle de gerçekleşebilir.

Örnek, sinek kuşu ile aslanlar arasında simbiyotik bir ilişki söz konusudur, sinek kuşu aslanları rahatsız eden sinekleri avlamakla geçinir, onlar da sinek kuşunun sırtında gezinmesine ses çıkarmazlar.

Ağaçların dibinde biten mantarlar birbirine zarar veriyor gibi görünseler de aslında ağaçla mantar birbirinin besin açığını karşılarlar. Diğer bir örnek de akasya ağacı karınca ilişkisidir.

Akasya ağacının kabukları arasına yerleşen karınca küçük dokunuşlarla ona zarar verse de akasya yapraklarından salgıladığı tatlı bir besinle karıncaları doyurur.

Karınca da bu lezzete ulaşmak için yapraklara kadar tırmanır ve tatlı besini yerken arada da akasyanın dallarındaki bütün zararlı böcekleri ve yumurtalarını temizler.

Ama ne zaman ki, pınarlar kurumaya başladı, kaynaklar özel mülkiyete dönüştü doğada binlerce yıldır var olan çevre dengesi de bozuldu. Bunda da Aydın’da:

BİR-1960’lı yıllarda doğadaki çakal ve tilkilerin zehirlenmesi,

İKİ- Devletin boş arazileri ormana dönüştürmek için dozerlerle arazilerin altını üstüne getirmesi,

ÜÇ-Dağlık kesimlere derin sondaj kuyularının açılması,

DÖRT: Menderes Nehri’nin kıyısı olan yerleşim yerlerinin kanalizasyon çukuru haline gelmesi etkili oldu.

Yani bunların hepsi bilinçsiz insanların eliyle gerçekleşti.

Sonuncudan başlayalım, Büyük Menderes Nehri kirlilikte bu gün 4.sınıf nehirler arasında yer almaktadır. Bunun anlamı sulamada bile suyu kullanılamaz demektir.

Hâlbuki eskiden bu Menderes yayın ve yılan balıklarıyla meşhurdu. Çaresiz kalındığında tülbentle süzerek suyu içilebilecek derecedeydi.

Bu denli kirlenmesine neden de Menderes’e kıyısı olan belediyelerden çoğunda doğru dürüst çalışan bir arıtma tesisinin olmaması daha da garibi bu durumdan kimsenin bir rahatsızlık duymuyor, olmasıdır.

Vurdumduymazlık sadece Menderes’in kirliliği ile sınırlı da değil.

Bir asırdır yüzlerce hayvanın sulandığı pınarlar,.kaynaklar kurudu.Bunun bir sonucu   leylekler eskisi gibi gelmez oldu,su bulamayan hayvanlar ya öldüler ya da bölgeyi terk ettiler.

Ne zamandır dağlarda her türlü kuş sesi, keklik sesi, çakal havlaması, kurt uluması duyulmaz oldu.

 Çakal, kurt yokluğundan sayıları aşırı artan domuzların verdiği zarardan bağ, bahçe korunamaz, incir ve elma hasadı yapılamaz oldu.

Sözün özü insanların kendi topuklarına kurşun sıkması sonucu su kaynaklarını kurutmasıyla ekolojik dengeler de yerle bir oldu.

Olmaya da devam ediyor.