Yürürlükteki 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununa göre bir memur:

-Bir siyasi partiye üye olamaz,

-Her hangi bir partinin yararına ya da zararına davranışta bulunamaz,

-Görevini yerine getirirken vatandaşlar arasında her hangi bir ayrım yapamaz,

-Siyasi ve ideolojik amaçlı eylem ve beyanda bulunamaz ve toplantılara katılamaz,

-Ayrıca yasada yer almıyor ama bir siyasi partinin yararına ve zararına tutum olarak değerlendirileceği için sosyal medyada siyasi içerikli paylaşımlarda bulunamaz.

Yasanın emri bu şekilde ama devlet memurunun kayıt dışı tanımına uyan bu davranışıyla günümüzde kimin siyasetçi kimin bürokrat olduğu birbirine karışmış durumda.

Bir gerçek var ki, sırtını bir partiye dayayan bir memurun davulunu çaldığı partiye bir yararı dokunmadığı sabittir aksine zararı bile söz konusudur, denebilir

İyi bilinmeli ki, devlet memurunun bir partiye faydası görevinde yansızlığı, doğruluğu, dürüstlüğü, çalışkanlığı ve üretkenliğiyle mümkün olur.

Hem devlete hem de iktidar partisine katma değeri bir memur bu şekil eylemleriyle sağlar.

Diğer taraftan altı çizilmesi gereken bir siyaset gerçeği de şudur:

Bir siyasetçiyle tüccar arasında yaptıkları iş itibariyle bir fark yoktur.

 Bir tüccar malını beğendirirse karşılığında para kazanır, siyasetçi de sözleri ve hizmeti karşılığında oy alır.

Aksi takdirde nasıl ki, dalavereci tüccar iflas ederse, kendini ve hizmetini pazarlayamayan siyasetçi de sandığa gömülür, yok olur.

Siyaset yapan devlet memuru mesela rektör öyle mi?

Amacına ulaşırsa ne ala, ulaşamazsa bir kaybı olmaz, üniversitedeki görevine devam eder, her hangi bir kaybı söz konusu olmaz.

Yitirdiği tarafsızlığının, görevinde gözetmediği adalet ve hakkaniyetin bedelini nasıl olsa sırtını dayadığı partiyle birlikte millet öder.

Bu şekilde yozlaşan siyasetin millete yansıması da:

-Hizmetteki kalite düşüklüğü,

-Sorumluluğun yok olması,

-Yol açtığı aşırı güvenin tarafsızlığı unutturması,

-Bir kısım vatandaşın devlete olan güveninin sarsılması şeklinde baş gösterir.

Ayrıca diğer kurumlar da varsa da özerkliğe ve tüzel kişiliğe sahip olan üniversitelerde bilim yerine siyasetin egemen olmasını sağlar, bu durum da:

1-Üniversal kimliğe zarar verir,

2-Kayırmalar bilhassa doçentliğe geçişte öğretim üyeliği kalitesini daha da düşürür,

3- Farklı düşüncelerin yol açtığı sinerjiyi olumsuz etkiler,

4-Kurum içi ahenk yok olur,

5-Makam kavgalarını üniversiteye zarar verecek derecede körükler,

Örneği Adnan Menderes Üniversitesi…

Yakın zamanda rektörlerin atanabilmek için siyasetçilere sırtını dayama gereği duymaları ADÜ’yü bilimsel çalışmanın odağı bir kurum olmaktan çıkardı bir siyaset kurumuna dönüştürdü.

Bir devlet memuru olan rektörler de aktif siyasette gerçek siyasileri geride bıraktı.

Böylece Aydın’ın bu nadide kurumu kimin eşinin, yakının düz memur işe yerleştirildiği, hangi partiliye ne kıyağın yapıldığı dedi kodularıyla, anılır hale geldi.

Düşünebiliyor musunuz bundan önceki yöneticiler siyasete kendilerini o derece kaptırmışlar ki, Yüksek Öğretim Kalite Kuruluna(YÖKAK) gönderilmesi gereken “Adnan Menderes Üniversitesi 2018 Yılı Kurum içi Değerlendirme Raporunu” bile yazacak vakti bulamamışlar.

Tabi bunun bedeli de ADÜ’yü 2019’a göre 2020’de 5 basamak geriletmek oldu.

Universty Ranking by Academic Performance’ın (URAP) 2019 değerlendirmesindeki yeri 56.sıradan 2020’de 166 üniversite arasında 61.ci sıraya düştü.

URAP Orta Doğu Teknik Üniversitesi bünyesinde gerek uluslar arası gerek ulusal ölçekte üniversitelerin performanslarını ölçen bağımsız bir kuruluş…

Üniversiteleri:

 1-Makale sayıları,

2-Atıf sayıları,

3-Bilimsel doküman sayısı,

4-Doktora öğrenci sayısı,

5-Öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayıları üzerinden performans ölçümü yapıyor.

Doğruyu söylemek gerekirse komşularımız Muğla Sıtkı Koçman, Manisa Celal Bayar ve Denizli Pamukkale Üniversitelerinin performanslarında da 2020’de bir düşüş söz konusu…

Ancak bu tür performans ölçümlerinde unutmamak gerekir ki, doğru olan daima yükselişte olan kurumları ölçü almaktır.

Gelinen noktada ADÜ’de artık sular durulmuş görünüyor. Demek ki, etrafın sakinleşmesine devletin sınırı aşanlara haddini bildirmek için kulaklarını çekmesi yetiyormuş.

Şimdi Rektör Prof. Dr. Osman Selçuk Aldemir’den bütün Aydınlıların beklediği siyasetçi üniversite ilişkilerini bir dengeye oturtarak üniversiteyi iş bulma kurumu görüntüsünden uzaklaştırmak tekrar üniversal kimliğine kavuşturmaktır.

Bunu sağlamak için de kurum içi personelin dertlerini dinlemek, çözmek için zaman ayırmak böylece kuruma karşı güveni sarsılan personeli tekrar kazanmak gerekiyor.

Güven kazanmanın yolu da rektörlük kapısını başta kurum personeli herkese açık tutmaktan, başarılı olanı ödüllendirmekten geçer.

Bu şekilde davranışın kuruma dönüşü de proje üretiminde ve bilimsel çalışmalardaki artış olacaktır.

Rektör Osman Selçuk Aldemir’e halka üniversite kapılarını açmada düşen bir başka görev de kamu kurumları ve sivil toplum kuruluşları yöneticilerinin üniversiteye ilgilerini artırmaya yönelik ilişki kurmaktır.

İşte içeride ve dışarıda o güven ortamı tesis edildiği takdirde ADÜ’nün 61.sıradan yukarıya doğru tırmanmasında ilk adım atılmış olacaktır.