Gelişmiş veya gelişmekte olan birçok ülkede asgari ücret (enaz ücret) ile çalışanlar, çalışan kesimin %5 veya %10'luk dilimine kapsarken ve bu çalışanlar tamamen vasıfsız elemanlardan oluşurken bizim ülkemizde bu oran çalışanların %50'sini kapsamaktadır.

Yani, aslında bizde sigortalı çalışanın neredeyse tamamı asgari ücretle çalışmakta veya primleri asgari ücret üzerinden ödenmektedir.

Bunun sebebi nedir?

Elbette işgücü fazlalığıdır.

Böyle olunca da asgari ücret düşük oluyor.

Öyle ya, işveren bu avantajı niye kullanmasın.

Haliyle işverenlerde çok kazanmak istiyor.

Tabi bir de, küçük esnaf dediğimiz perakende sektörü ve küçük meslek atölyeleri var.

Onlar, zaten çarklarını zor çeviriyorlar ve yüksek asgari ücret ödeme kudretleri de yok.

Haklı olarak asgari ücret yüksek olsun istemiyorlar.

Aslında işsizliği önlemek için devletin asgari ücretli sayısını azaltacak şekilde istihdam yaratacak, iş gücünü kıymetlendirecek politikalar geliştirmesi gerekiyor.

Bunun yolu üretim ve ürettiğin malı satmaktan geçer.

Oysa biz ne yapıyoruz?

Tarım sektöründe bile üreticiyi yeterli oranda desteklemiyor, adeta üreticiyi ürettiği için cezalandırıyoruz.

Tarım sektörünün en büyük girdisi mazot, tohum ve gübre bu konuda çiftçiye yeterli destek ise verilmiyor.

İhtiyaç olan ürünleri ithalat yoluyla dışarıdan alıyor, başka ülkelerin çiftçisine destek oluyoruz.

Tarım sektörümüz ise can çekişmekte.

Perakende sektöründe hizmet veren küçük esnaf mümkünse kayıt dışı işçi çalıştırmak istiyor.

Nihayetinde küçük esnaf, kazancıyla kendini bakamıyor, dükkanı borçla çeviriyor.

Her mahallede açılan marketler ise en büyük rakipleri.

Sdece dar gelirli vatandalaşlar değil, orta gelirliler bile marketlerden alış veriş yapıyor.

Küçük esnaf, el yordamıyla bulduğu küçük çarelerden medet arıyor.

Bu kısır döngü içinde hayatları bir şekilde devam ediyor.

Kısacası ülkemizde İş gücü çok ve iş az.

Hükümetler, bu duruma göre patronun isteği ve kayıtdışı fazlalaşmasın diye işverenden yana...

Devlet, asgari ücretten aldığı vergiden de vazgeçmek istemiyor.

Peki, asgari ücretten aldığı verginin toplam vergi içinde payı nedir?

İktisatçılar bu payın yüksek olmadığını söylüyor.

Buna rağmen devlet vergiden vazgeçmiyor.

Neyse şimdi sıkı durun!

Olayı bir de bu açıdan bakalım.

Bütün iktisatçılar söyler.

Ülkelerin çoğu istikrarlı ve uzun süreli tek başına iktidarlar döneminde ekonomi ve diğer alanlarda gelişmesini sağlamışlardır.

Bizim hükümet kaç yıldır tek başına iktidarda?

Ondokuz yıldır.

Peki ülkeyi yönetmeye başladıklarında ülkede işsizlik oranı neydi?

2001'de %8,3 iken 2002'de  %10,2 imiş.

Şimdi TUİK verilerine göre %15'in üstünde.

Bu şu demektir.

Ondokuz yıllık tek başına iktidara rağmen işsizlik bu ülkede %50 artmış.

Yani istikrarlı dönem iyi değerlendirilmemiştir.

Yalan değil, yanlış da değil, işsizlik oranı %50 büyümüş.

Fazlası var, eksiği yok.

Bir ülkede iktidar kesintisiz tek başına işbaşında ama işssizlik %50 büyümüş.

Bu başarı olarak değerlendirilemez.

Bu üretmeyen bir ekonominin varlığının delilidir.

Bu rakamlara göre, demek ki üretmiyoruz.

İş gücümüz artıyor ve buna bağlı olarak işsizliğimizde artıyor.

Bu durumun müsebbibi, sorumlusu kim?

Elbette iktidar.

Peki muhalefetin sorumluluğu yok mu?

Hayır yok.

Peki kabahati yok mu?Evet var.

Muhalefet görevini yapsaydı bu böyle devam edemezdi.

Muhalefet üzerine düşeni yapmadı, toplumsal muhalefetin sözcüsü, taşıyıcı gücü olamadı.

Halkın sorunlarını konuşamadı, çözüm için iktidarı sıkıştıramadı.

İktidar ve muhalefet, halkın canını yakan sorunlar yerine neyi konuştular?

Kayıkçı kavgalarıyla, geçmişten günümüze taşımayı marifet saydığımız zihni takıntılarımızı konuştular.

Muhalefet, iktidara oy veren seçmeni "makarnacılıkla" suçlamayı seçti.

Halkı daha iyi yöneteceğine dair güven veremedi, iddialarını gerçekleştireceğine inandıramadı.

Bu şartlarda milletimiz ne yaptı?

Yapılan yollar, hastaneler, devesa resmi daire binalarına bakarak oy verdi.

İktidar da bunun ekmeğini yemekle yetindi.

Son yıllarda bu hizmetlerden oy çıkmayacağını anlayınca "iç düşman, dış düşman ve beka sorunuyla" iktidarını korumaya, günü kurtarma derdine düştü.

Geçtiğimiz günlerde muhalefet, "Asgari ücretten devlet vergi almasın, işverenin yükü hafiflesin" dedi ama iktidar, işverenden  aldığı vergiyi işçinin almasını istemedi, bildiği türküyü söyledi.

Olan yine çalışana oldu ve enflasyona yenik düştü.

Şimdi diğer çalışan ve sabit gelirlilerde benzer artışla yetinecekler.

Böylece gelir adaletinde beklenen adil bölüşüm ise, başka bahara kalacak.

Buna rağmen hala muhalefet etkili bir şekile:

"Ey iktidar 19 yıldır bu ülkede üretimi niye artırmadın, işsizliği neden artırdın?

İstanbul Ticaret Odası yabancı yatırımcılara ülkemizde işgücü çok ucuz diye çağrı yapıyor, ucuz işgücü pazarlıyor.

19 yılın sonunda ülkemizin geldiği yer burasıdır ve bu tablo iktidarınız için başarısızlık taplosudur.

Artık, yalancı beka sorunu üretmekten, muhaliflerini terör suçlamalarından vazgeç.

Evine ekmek götürme derdi olan asgari ücretli ve dükkanını siftah yapmadan kapatan ve temelli kepenk indirme riskiyle karşı karşıya kalan milyonların 'Beka sorununa' çözüm üret!" demiyor.

Oysa bunları gür bir sesle söylemeden ve sorunların çözümü için umut vermekten başka çıkış yok.

Bilmeliyiz ki, başka ülkeler sorunlarınıı çözerek kalkınmışsa, biz de çözeriz.

Çözülmeyecek sorun yoktur, sorunları çözemeyenler vardır.

Millet olarak genç-ihtiyar, kadın-erkek, işçi-işveren, emekli-memur topyekün hepimizin umuda ihtiyacı var.

Bir de, bu umudu toplumda ateşleyecek, ülkeyi geleceğe taşıyacak cesur kadrolara...

***Bütün okurlarıma hayırlı yıllar diliyorum